Necdet Topçuoğlu
Benim çocukluk yıllarımda dedem hep Rumi takvimini takip ederdi. Bize okulda Miladi takvim öğretildiği için dedemin söylediklerini anlamakta zorlanırdım. O da bana doğruyu anlatamadığı için öğretmenlere kızardı. Bu çocuklar çok zayıf, öğretmenleri iyi değil derdi. Halbuki durum sistem farklılığından kaynaklanıyordu. Dede torun arasında böyle bir iletişim eksikliği vardı. Bir gün İlkokul öğretmenim Nuran Özturan’ a Zemheri nedir diye sormuştum. O da bana nerden duyduğumu sordu. Ben de dedemin saydığı aylar ile sizin bize öğrettiğiniz aylar aynı değil demiştim. Öğretmenim güldü ve bir ders boyunca bize Rumi ve Miladi takvimleri anlatmıştı. Rumi takvimdeki tarih üzerine 13 gün ekleyerek Miladi takvimdeki günü bulabileceğimizi öğretmişti.
İlkokulda birçok arkadaşım doğum günlerini biliyorlardı. Bana sorduklarında bilmediğim için utanıyordum. Bir gün anama ben ne zaman doğdum diye sordum. Benim yaşayan ilk çocuğu olduğumu, benden önce ikiz erkek çocuklarını düşük yaptığından bahsetti. Bana hamileliğinin son günlerinde karlı bir kış günü olduğunu anlattı. Babamla birlikte koyunlara Kadıncık Ormanlarından taflan yaprağı almaya gitmişler. Babam gelme dediği halde anam ısrarla onunla ormana gitmiş. Fakirlik diz boyu, ayaklarında çarık varmış. Babam taflan yaprağı yüklenmiş, anam da hamile olduğu için bir kucak yaprak almış ve eve dönmüşler. Geldiklerinde anam çok üşümüş. Karnı ağrımaya başlamış. Babaannem babama akrabamız olan köy ebesi Alime ebeyi alıp gelmesini söylemiş. Yerde bir metreye yakın kar varmış. Babam at ile gidip, Alime ebeyi getirmiş.
Ulubey çevresindeki benim yaşıtım birçok çocuk gibi ben de Alime ebenin ellerine doğmuşum. Kendisini rahmetle anıyorum. Anam o günün Zemheri’nin 15’i olduğunu söylemişti. Takvimler arası tarih hesaplamayı öğrenince bu tarihin üzerine 13 gün ekleyerek gerçek doğum tarihimin 28 Ocak olduğunu hesaplamıştım. Eski yıllarda çocuklar doğar doğmaz nüfusa kayıt yaptırılmazmış. Bunun sebeplerini araştırdığımda, askere gidince yaşına göre biraz büyük olsun, üstlerinden dayak yerse dayanabilsin gibi bir sebeple karşılaşmıştım. Sütkardeşim Mustafa Türkmen’in nüfus kaydında doğum tarihi 1952 olmasına rağmen, benim doğum tarihim 10 Mayıs 1954 olarak nüfus kaydına geçmiştir. Aslında gerçek doğum tarihimin 28 Ocak 1952 olduğu anlaşılmaktadır.
Anam beni doğurduğunda 18 yaşında bir çocukmuş. Doğumdan sonra bir türlü anne olma gerçeğini kabullenememiş. Belli ki stresten sütü kesilmiş. Daha sonra aile ortamındaki şartların ağırlığı sebebiyle beni bırakıp baba evine dönmüş. O tarihte bilinmese de, bu durumun doğum sonrası sendromu olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle Sütkardeşim Mustafa Türkmen’in anası rahmetli Ayşe Ana ikimizi de emzirmiş. Sütanam geçmişte babama da süt vermiş. Bu da o günün şartlarında nelerin yaşandığını göstermek bakımından önemlidir. Anam baba evinden uzun süre geri dönmemiş. Beni Babaannem ve o yıllarda bekar olan Huri Halam bakmışlar. Anam, baba evinde kaldığı süre içinde bir defa olsun doğurduğu bebeği görme isteği duymamış. Hayatın gerçeklerinden olan bu psikolojik durumun, bilimsel araştırma konusu olduğunu düşünüyorum.
Ailemiz o yıllarda hayvancılıkla uğraştığı için yazları yaylaya gidiliyormuş. Doğduğum yıl halamın sözünü Durak Köyünden Elikçioğlu ailesine vermişler. Yeni akrabalarımız ailemizi, kendi yaylaları olan ‘Ağinek Yaylası’ na gitmeye ikna etmiş. Bir Ramazan günü beni atın bir heybesine koyup yaylaya götürmüşler. Havalar oldukça sıcakmış. At sırtında ağlamaktan parçalanan bir bebek olduğunu görünce yoldan geçen yaşlı bir dede halama, evladım sana oruç farz değil, orucunu boz, bebeğini emzir demiş. Halam da, emmi ben bekarım, bebek benim yeğenim demiş. Yaşlı adam bunu duyunca gözyaşlarını tutamamış. Ağ inek Yaylasında bir yıl kalmışız. Halam çok güzel bir 3 ay geçirdiğimi anlatırdı. Komşu kızları sabah beni alırlar, gün boyu yayla da elden ele dolaştırırlar, akşam olunca eve bırakırlarmış. Herkesle barışık, gördüğüne gülen sarışın bir bebekmişim.
Kaç yıl olduğunu bilmiyorum ama, anam baba evinden geri dönmüştü. Döndükten sonra kardeşim dünyaya gelmiş. Anam anne olduğunu bu doğumdan sora anlamıştı. Çocuğu doğuran kim olursa olsun, çocuk büyüdüğü yürekten doğduğunu sanmaktadır. Ben de rahmetli Babaannemi ana olarak biliyordum.14 yaşıma kadar her yaz onunla birlikte yaylada yaşar, ona yoldaşlık ederdim. Sevgiden yana çok şanslıydım. Yaylanın özgür ve temiz havasında yaşıtlarımla çok güzel yazlar geçirdim. 14 yaşıma geldiğimde artık daha yaylaya gidemeyeceğim, ailede iş bölümüne katılmam gerektiği bana söylenince özgürlüklerimin ve mutluluğumun sonuna geldiğimi hissetim. Hayat mücadelem o yıllarda başladı kesintisiz gönümüze kadar sürdü. Halen süreç devam etmektedir.
İşte benim hayat hikayemden bir kesit. Asla dramatize etmeden yaşanmışlıklara uygun bir şekilde anlatmaya çalıştım. Biyografimi yazmaya kalkışsam hıçkırıklar içinde salya sümük seyredilen bir film olurdu. Ben hiçbir zaman başarımı geldiğim makamlar ile ölçmedim. Böyle bir hayatın içinden çıkıp gelebilmeyi başarı olarak gördüm. Bunu Cumhuriyetimize borçluyum. Bu gün içinde bulunduğum durumun tamamen tersi de olabilirdi. Hiçbir zaman tekrar dünyaya gelsem şöyle yapardım, böyle yapardım diye düşünmedim. Her zaman kendim olmaya çalıştım. Yüreğimde kin, nefret, kıskançlık ve korkuya asla yer olmadı. Tek dileğim geri kalan ömrümü sağlıklı bir şekilde yaşamaktır. Hak vaki olduktan sonra da iyi bir insandı dedirtebilmektir. Sonuç itibarıyla 28 Ocak benim gerçek doğum günüm. Aşağıdaki resimler Rahmetli Alime ebem ve doğduğum eve aittir.
(28, Ocak, 2024-Ordu)
ZEMHERİ DE DOĞMAK...
Sn. Necdet Topçuoğlu Bey'in "Zemheri de Doğmak" başlıklı biyografi makalesini siz okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
28 Ocak 2024 - 11:30
Bu haber 492 defa okunmuştur.
YORUMLAR