ÖMRÜ iri sözler söylemekle geçmişti. Şöyle yanlamasına oturur, derin nefes alır, etraftakileri inceden inceye süzer, beklentiyi yükseltirdi.
Çevrenin henüz hazır olmadığına kâni olursa susar konuşmazdı. Kurduğu cümlelerden sonra o derinden derine biraz da müstehzi ve zafer kazanmış bir komutan tavrını takınır dinleyicileri incelerdi.
Sözlerinde parça tesirli bir bomba etkisi olmasını isterdi.
Anlatacağı konu sıradan bile olsa dünyanın en büyük meselesi gibi takdim etmeyi önemserdi.
Büyüklenmeyi severdi. Bunu da sözleriyle yapardı.
Böyle yaşadı.
Sırtında söz heybesiyle dolaştı durdu.
Kendini dinletti. Sorulara muhatap oldu. Onları uzun uzun cevapladı. Öyle ki soranlar bile verdiği cevaplardan bitap düşerdi. İçlerinden keşke sormaz olaydık diyenler az değildi.
…
BÜYÜK konuşmayı severdi. İlk kez kendisi bu meseleyi anlatıyor ve mühim bir konuyu açıklıyor havasına bürünürdü.
Zamanla sözler yoruldu. Kendisi de halsiz düştü.
Diline kelimeler konmaz oldu. Cümlelere yabancılaştı.
Merak edenlere “Kelimeler benden çekildi bende onlardan” derdi.
“Sırtımdaki söz heybesi boşaldı artık” diyebiliyordu ilave olarak sadece.
Sonra susmaya başladı.
…
ESKİ halini bilmeyenler ona ‘Suskun Âdem’ diyorlar.
Ben ise bu cümleyi küçük bir revizeye tâbi tutuyor ve şöyle diyorum: Suskun âdem değil, susmuş âdem.
Bende meraklılar arasındayım aslında. Konuyu etraflıca biliyor olmam gidermiyor merakımı.
Suskun olmayan âdemin neden sustuğunu bilmek istiyorum. Ama gel gör ki, sormaya da edep ediyorum. Bunu bir sınır ihlali olarak görüyorum.
Gidiyorum yanına sık sık… Birlikte çay içiyoruz. Türkü dinliyoruz. Ufka bakıyoruz uzun uzun.
Bazen birlikte gözlerimizi bile kapatıyoruz. Sizi bilmem ama benim için birlikte gözünü kapayabilmek önemli.
…
GEÇEN gün nasıl olduysa gözlerimi ondan evvel açmıştım. Hissetti bunu.
“Merak ediyorsun değil mi?” dedi, “merak ediyorsun.”
Gözleri kapalıydı hâlen. “Neyi efendim?” dedim.
“Hiç susmayanın susmasını.”
“Evet, efendim” dedim. Konuşmayı sürdürdü.
“Büyük sözler susuzluğumu arttırdı. Bunu fark ettim. Kendimle mücadele ettim. O büyük kelimeleri kendimden azat ettim. Hafifledim sonra. Büyük sözler büyütmüyor insanı. Vehmini, zannı büyütüyor sadece. Bir hayale inandırıyor seni nazarım. Sende başkalarını inandırıyorsun. Ortada söz var ama mânâ yok. Anlamı olmayan sözler, sözden sayılır mı? Dahası bunlar büyük sözler olur mu?
Yıllarca iri sözler söyledim biliyorsun. Bundan büyük haz aldım. Tatmin duygusu yaşadım. Daha doğrusu böyle sandım. Yanıldım.
Şöyle dedim kendime, büyük sözler söyleyeceğim diye büyüklendin yıllarca elinde ne kaldı gönül yorgunluğundan gayrı. Sen küçük sözlere talip ol ilkin. Sözün mahiyetini kavra. Daraltan, bunaltan değil ferahlık sunan sözlerin bahçesine gir. Yüreğine düşür kelimeleri. Hazmet. Bilincine er. Sana ait hâle gelsinler.
Sözlerim küçüktür diye kaygılanma. Mânâsı büyük sözler genellikle dışarıdan küçük görünürler.
Şatafattan uzaktırlar. Buna ihtiyaç da duymazlar.
Şunu unutma ki; büyük sözler küçük gibi söylenenlerdir. Sessizlikle söylenenlerdir.
Ben, sustuktan sonra iri sözlerin marûziyetinden kendime kurtardıktan sonra gerçekten konuştuğumu fark ettim. Sen bunları duyanlardan birisin değil mi?” dedi.
“Evet” dedim.
İri sözler ırak olsun bizden. Biz küçük sözlerle büyük anlamlar inşa eden söz ehline yakın duralım.
Bu yetmez mi bize? Yeter!