HÜNERLİ bir yoğurtçuydu.
İşine başkasını karıştırmaz, ilerlemiş yaşına hiç aldırış etmeden tüm ayrıntılarla kendisi ilgilenirdi.
İşi ona yük gelmezdi, aksine ona lezzet verirdi.
Bu maharetle yapılmış yoğurtların insanlara ulaşmasını da aynı şekilde birilerine havale etmez kendisi satışa çıkardı.
En sevdiği kısmı belki de buydu, bilemiyorum.
Konya’nın sokakları onun sesiyle inlerdi.
Sokağın başından kendine göre melodisi olan bu sesi duyanlar hemen üst başlarına çeki düzen verir ellerine aldıkları tencerelerle kapı önüne çıkarlardı.
Maviyi severdi.
Sırtına koyduğu sırığa geniş ve derin iki siniyi bağlar satışa öyle çıkardı.
İlle de üzerinde mavi giysiler olurdu. Her gün tonları değişse de mavi değişmezdi.
Göğün enginliğine sığınıyorum derdi soranlara.
Adını bilen yoktu.
Onu ünleyenler ‘Mavi yoğurtçu’ diye seslenirdi.
Ama sürprizleri de vardı.
Kimi günler yoğurduna gül kokusu vermek için özünden katardı.
Kimi zamanlarda yasemin, papatya.
Şaşırtmayı severdi.
İki tabla yoğurt satışını bitirdiğinde sürekli uğradığı bir çay ocağı vardı. Etrafında da yârenleri.
Burada bulunanların çoğu onun yoğurt üreticisi olduğunu bilmezdi ama ona 'Mavi mayacı’ derlerdi.
Sebebini merak etmek gereksizdi zira sözlerini bir maya gibi kullanır insanları duygudan duyguya taşırdı. Ben kendisini değil tanıyan birini tanıdım.
Sohbetlerinden öyle cümleler aktarırdı ki, halen mayaladığını hemen anlardınız.
Yoğurduna talip olanlar onu hızlıca tüketseler bile sözlerine teşne olanlar o cümleleri hazmetmek için yıllarca uğraştıkları belliydi.
O sözle gönül mayalayan bir yoğurtçu idi.
24.03.2020