UZUN süren şehir hayatından bunaldığını anlatırdı hep. Emekli olduktan sonra ormanı bol bir beldeye yerleşmişti. Mutluydu. Beti benzi açılmış konuşmaları renklenmişti. Sıkça arayıp dâvet ediyor ama gidemiyordum. En sonunda “Senin ses banyosuna ihtiyacın var, beni dinle gel” demişti.
Daha fazla direnemeyip gittim. Üç beş kelamdan sonra “Hadi ses banyosu yapmaya gidiyoruz” diyerek beni ormana götürdü. Yolda neler anlattı neler. Tasavvurdan bahsetti mesela, unutulan bir kavram. Resmi, tabloyu zihinde görmeye denirmiş. Buradan döndükten sonra bunu daha iyi kavrayacakmışım.
“Sözler bilincimizin dışarıya taşmış hâldir ama birazdan sessizlik moduna geçeceğiz” diyerek gevezeliğimi de sonlandırdı. İç tecrübelerimiz, sezgilerimiz harekete geçecekmiş. Bilincimizi değiştirmek için bu ritme ihtiyacımız varmış. Beyin dalgalarımız yavaşlayacak, hareketli düşüncelerden, bir yerlere yetişme telaşesinden uzaklaşacak ve sessiz gerçeğe merhaba diyecekmişiz.
“Sen ne kadar romantik bir insan oldun” demeye hazırlanıyordum ki önce o davrandı ve düşüncemi “Bu romantizm değil sadece” diyerek bloke etti.
Bütün mesele iç dünyamız ile bağlantı kurabilmekmiş. Köklenmemiz gerekiyormuş. Bu ise şehrin hay huyundan uzakta, teknolojiyi ardımıza atarak toprakla bağ kurmakla gerçekleşebilirmiş ancak.
Mecazlarla dolu meseller anlatırdı dedem beni çocukluğumda ormana götürerek. Uyardığı da olurdu. “Başını başka yerde değil kendinden bulacaksın. Dışarıya değil içine bakacaksın. Hakikati dışarıda aramak başını başka yerde aramakla aynı manaya gelir.”
Bunu hatırladım bu gezinti sırasında. Yine bir defa da geceden sabaha kadar tipiye dönen bir kar yağmıştı. Sabah evin kapısı kapandığından yaba ve küreklerle lazım olan yerlere yollar açmıştık. Öğleye doğru güneş kendisini hissettirerek havaya yumuşayınca dedem yine beni almış dağlarda gezdirmişti. Çıkarken yaptığı tembih ise asla konuşmamam gerektiği yönündeydi. Çığ gelir altında kalabilirmişiz. Tabiata saygı duymalı ve kuralları ihlal etmemeliymişiz. Ülkemizde dün yaşanan çığ faciası yıllar önce yaptığımız bu hatırımı tekrar aktif etti.
Mesele ciddi, kayıplarımız var, hanelere ateş düştü. Bu sebeple anlatacaklarım iç içe geçmiş olabilir. Bağışlansın.
Arkadaşımın beni ses banyosuna götürmesini anlatıyordum, devam edelim. Bana öğütler vererek epeyce dolaştırdı. Şaşırmadım desem bu doğru olmaz. Gençlik yıllarımdan beri arkadaşlık ederiz bu yönünü ve bu bilgilerle mücehhez olduğunu bilmiyordum. Ayıpladım kendimi.
Uzunca bir dolaşmadan sonra oturduk. Gözlerimizi yumduk. Kendimizi etrafımızdan gelen tabiatın sesine bıraktık. Bu kadar farklı sesi bu dikkatle daha önce dinleme deneyimim olmamıştı. Hep bağıra çağıra veya türküler söyleyerek gezmiştim. Sonucu ne oldu derseniz iyi bir tecrübe oldu. Farklı hisler yaşadım. Ve günün sonunda gerçekten de buna ihtiyacım varmış dedim.
İyi ki, gelmişim. Çıkardığım dersler oldu.
Zihnim yine dedeme gitti. Yukarıda paylaşmadığım bir cümlesi bomba gidi düştü yüreğime.
“Başka yerde bulduğun baş senin başın olur mu evlat?” demişti. Şimdi kanaat getirdim ki, anlattığı bilinçti.
Aydınlanmış insan olmak, bilincin farkına varmak ve onu sürekli yükseltmek demekti.
Denetim dışı kuralsız davranışlar ancak aklın muhakemeyi kaybetmesi ile ortaya çıkarmış.
Tabiatın haşmetinin farkına varmayanlar kendisini haşmetli sanır.
Eğer bilgeliği öğrenmek istiyorsan bunu dedenin dedesinin dedesinin altında oturup su içtiği gökleri sarmış o yüce ağaçlardan öğrenebilirsin.
Kişisel farkındalığını geliştirmeden evrensel farkındalığa ulaşamazsın.
Bunlarda bu ses banyosu gezisinden öğrendiklerim.
06.02.2020