KELİMELERİN yükünü omuzlarında taşıyordu.
Kolay değildi. Zira bu ağırlık hayat olaylarının çetinliğinden ileri geliyordu biraz da…
Ama her zaman şükürden yanaydı.
Adın nedir diye sorulsa belki de hiç tereddüt etmeden “Şükreden Şakir” diyeceklerdendi.
Şikâyetsizdi.
Bu sebeple yakındığını gören işiten olmamıştı.
Şiir gibi yaşıyordu.
Sıksan şiir fışkırırdı her yanından.
Naifti.
Hüznün dizelerden oluşan yorganını üstüne çeker kimseyi üzecek bir iş tutmazdı.
Ona ne zaman baksam içindeki suyu sızdırmayan sırlı bir toprak testi gelirdi aklıma.
Geçenlerde ağaçlar altında gördüm onu.
Şiirler saçıyordu ormanın ağaçlarına, dallarına, yapraklarına.
Onlarla dost gibiydi. Belli ki onlarda kendisine böyleydi.
Siz baharsınız hatırlatmasında bulunuyordu bir hitabe sunar gibi elindeki kitabıyla.
Bununla kendi içindeki baharı çoğaltıyor, bereketlendiriyordu.
Dedemden duymuştum; “Hasreti talim etmek istiyorsan ağaçlara bak, hem yakındır birbirlerine hem de uzak.”
Çok düşündüm bunu, ne firkat bitiyor ne de vuslat kollarıyla sarıyor…
Sen kendini hasretin kıskacından kurtulmuş saysan da kurtulamıyordun işte.
Sanırım yaşadığı buydu.
İçindeki uğultuyu, hasretin vızıldamalarını işitmiyordu işitmesi gerekenler.
Yakınlık içindeki uzaklık nasıl da yakıyor insanı.
Yanına yaklaştım ve hafifçe sordum: Nasılsın ağabey?
“Özlem ağırdır can” dedi. “Özlem ağırdır.”
Öyleydi gerçekten!..
Özlem en ağır yüküdür hayatın.
Ama bir o kadar da oldurucudur, kemâle taşıyıcıdır.
…
İNSAN bir şeyleri sevmeli.
Özlemeli.
Hayatı hasretin gergefinde dokumalı.
Anlam katmalı.
Dokunduğu her şey can bulmalı, ayağa kalkmalı.
Yoksa bu dünyaya nasıl katlanılır ki!
Ağır da olsa özlemin olmadığı hayat yaşanılası değil.