ŞEFKATİN kadife kundaklarına belendik ilkin.
Sarıldık, sarmalandık.
Korunduk.
Üzerimize titrediler.
Rüzgârdan üşümeyelim diye sırtımıza bezler konuldu.
Güneşin kavurucu oluşu karşısında gölgelere taşındık.
Yanan sobadan, elektrik prizlerinden uzak tutulduk.
Su ile bile oynarken herhangi bir tehlikeye maruz kalmamız ihtimaline karşı çevremiz sürekli tayakkuz hâlindeydi.
Dedim ya, hepimiz belli ölçülerde sevginin ve merhametin görünmez kundaklarına sarıldık.
…
NE mi oldu sonra?
Büyüdük.
Katılaştık.
Sertleştik.
Acımasızlaştık.
Merhameti sadece kendimize özgü saydık ama yaptıklarımız bunu şahsımıza bile çok gördüğümüzün apaçık deliliydi.
Attığımız tokadın başkasının yüzünü acıttığını, savurduğumuz yumruğun diğerlerinin kafasını gözünü dağıttığını sandık.
Fena halde yanıldık.
Bu aldanış bizi daha da katılaştırdı.
Kalbimizi kararttı.
…
YANLIŞ şablonlara hapsettik ruhumuzu.
Çarpık şemalara mahkûm ettik benliğimizi…
Bu ise bizi daha mütecaviz yaptı.
Pervasızlaştık.
Acımasızlığı başarı hânemize yazdık oysa bu bizim yıkılmışlığımızın ispatıydı.
İyilik etmeyi zayıflık, kötülüğü yaygınlaştırmayı kahramanlığa eş tuttuk.
Ne oldu neticesi?
Katılaşan bir kalbin sahibi olduk.
Menfaatimiz için gereken ne varsa yaparak iç enerji rezervlerimizi tükettik.
Harcadık.
Heba ettik.
…
İHTİYACIMIZ olan nedir peki?
Kalbimizin yumuşaklığını yeniden sağlamaktır.
Merhameti hisseden bir kalbe tekrar sahip olmaktır.
İmkânsız mıdır?
Hayır, değildir.
Niyet hayr, âkibet hayr denilmiştir.
Yeter ki bir yerden başlayalım.