GİRİLİR AMA ÇIKILMAZ
UZUNCA yazılmış bir mektuptu. Özeti buydu. Girilir ama çıkılmaz.
Gün boyu elinden bırakmamış, tekrar tekrar okuyup durmuş ama yine de yeterli görmemişti. Gece elindeki mektupla uyuyakaldı. Yastığın yanı başına düşüverdi buruşmuş haliyle. Sabah uyandığında yine okudu.
Sarsılmıştı.
Ne yapmıştı da bu satırları hak etmişti ki… Bunu bulmaya çalıştı ancak nafile. Bulamadı.
Girdiğim doğru diyordu ama çıkmadım. Hiç çıkmadım. Buna niyetim var mı peki, asla.
Sözün doğruluğunu kendisi de tasdik ediyordu. En baştan beri böyle düşünüyordu üstelik. İlk tanıştıklarında, çaylarını o serin söğüt ağacının rüzgârlı serinliğinde içtiklerinde söylemişti vermişti sözünü.
Ne demişti, gün gibi hatırlıyordu, dün gibi değil. Gün gibi.
Gitmeye gelmedim demişti, kalmaya geldim.
Ne çok sevinmişti, sevinmişlerdi. Rüzgârın sesiyle tatlandırdığı o günü hiç unutmadı.
Hiçbir gün unutmadı.
O gün verdiği söz her gün aşkını tazeledi. İkrarını yeniledi.
Yine öyle düşünüyordu. Kavlinden dönmüş değildi. Misafir değildi. Gitmeye değil kalmaya gelmişti.
Ne olmuştu peki?
Bu mektup neyin nesiydi? Nereden çıkmıştı böyle birden bire. Coşkun seller gibi akarken sevdaları yeri miydi?
Muhasebe zamanı diye düşündü. Bir ikaz olarak aldı. Üzerinde kafa yordu. Kendini revize etti.
Hiçbir mektup karşılıksız kalmamalıydı. Hele sevdiğinden gelen bir name ise hiç kalmamalı.
Oturdu bir cevap yazdı gönlünün kalemiyle.
…
Sevdam.
Gitmeye değil kalbinde kalmaya geldiğim.
Gitmediğim.
Hiç gitmeyeceğim sevdiğim.
Bir gülü koklar gibi koklayıp bakışını içime çektiğim.
Hayatın tüm renklerini kendisinde bulduğum solmayan baharımsın sen benim.
Sabahın serinliğinde şebnemimsin.
Gecenin karanlığında aydınlığım, saçını yıldızlara bir kement gibi atıp gönül salıncağında keyfimce sallandığım güzel yüreklim.
Aradığımı bulduğumsun. Ne aradımsa fazlasıyla hem de.
Kendimi bulduğumsun daha mühimi. Ben kendimi sende okudum hece hece, gecende, gündüzünde, her deminde.
Ne yana dönsem döndüğümde bulduğumsun. Her yönümsün sen benim.
Itırımsın.
Hey dediğimde ey diyenimsin. Sesime ses veren tadıma tat katanımsın.
Nazımsın, nazlımsın. Didelerimin yaşısın sıcacık, muhabbetten akan.
Hani çiğdemler toplamaya çıkmıştık küçükken, bir ona bir diğerine koşuyorduk sevinçle. Hatırladın mı? O günden beri bitmeyen sevincimsin.
Girilip çıkılmayan, çıkılmayacak olan yüreğimsin.
…
Arka sayfasını okumaya cesaret edemedi bulduğu mektubun. Bu kadarı yeterliydi.
Demek hâlen böyle sevdalar vardı.
Yaşanıyordu.
Sevdası eksilmeyen dünya yaşamaya değerdi. Her şeye rağmen değerdi.
12.03.2019
YORUMLAR