KINAMAYIN lütfen, anlamadım. Üstelik ilk defa duydum bu kelimeyi.
Sözün akışından mânâsını kavramaya çalıştımsa da buna tam muvaffak olamadım.
Daha sonra peşine düştüm kelimenin ve sonunda öğrendim.
“Önce dürüst olun dedi. Güneş gibi.
Güneş yazın yakar, kışın ısıtır.
Bulutlar gölgelese de kimi zaman o güneştir.
Mahiyetinde, tabiatında bir değişiklik olmaz.
Sizler de öyle olun.
Güneş kışın neden yakamadığını gölgelemeye çalışmaz.
Mevsim belli.
Yazın ise geri durmaz terletmekten. Dolayısıyla fidivan olmaz” dedi.
Mesajları netti.
“Olduğunuz gibi olun.
Ne fazla ne eksik.
Neyseniz öyle davranın.
Bildiğiniz bir konuysa daha fazlasını elde etmeye çalışın, bilmediğiniz bir husus ise biliyormuş gibi yapmayın.
Böyle yaptığınız takdirde sorguladığınızda kendinizi haklı çıkarmak için mazeretlere sığınırsınız.
Mazerete değil hakikate sığının.
Mazerete değil sevdiğinizin gönlüne, onun merhametine, engin şefkatine sığının.
Sadelikten değil sahtelikten sakının.
Sade olan kişi fidivan olmaz.
Siz de olmayın.
Sözünüzde durun.
Kavlinizi unutmayın.
İkrarınızdan dönmeyin.
Bunları yaparsanız daha sonra kendinizi haklı göstermek, göz boyamak için zahmet çekmenize gerek kalmaz.”
Konuyu anladığımda dilimden dökülen kelime şu oldu.
“Ne çok fidivan var.”
Kim bilir belki bizde onlardanız.
Gerçeği örtmek için gösterdiğimiz çabanın yarısını onu kavramak için harcamış olsaydık bambaşka olurduk.
Önce gerçeği saptırıp ardından onu gerçekmiş gibi sunmanın ve savunmanın makul bir tarafı olabilir mi hiç?
Neden böyleyiz peki?
Kişilik yapılanmamızdaki bu yanlışlık nereden kaynaklanıyor?
Neden yanlış yaptığımızda nadim olamıyoruz?
Neden itiraf edemiyoruz?
Ve neden özür dilemeyi seçmiyoruz?
Bu hem daha doğru hem daha kısa bir yol değil mi?
Sadık olmak yerine, göz boyamanın, fidivan olmanın ne gereği var?
Üstelik bu kadar zahmete girerek…