MÜTEMMİM CÜZ MÜSÜNÜZ?
Kimseye
durduk yere yüz çevirmedim,
arkamı dönmedim, yolda bırakmadım;
darılmadım, kırılmadım, küsmedim de…
durduk yere yüz çevirmedim,
arkamı dönmedim, yolda bırakmadım;
darılmadım, kırılmadım, küsmedim de…
Kimseye durduk yere yüz çevirmedim, arkamı dönmedim, yolda bırakmadım; darılmadım, kırılmadım, küsmedim de… Ait olmadığım bir yerde olduğumu anladığım andan itibaren oradan ayrıldım. Ve o günden sonra hayatımda bırakma dönemi başladı: Bırak yargılasınlar, yanlış anlasınlar, arkamdan konuşsunlar; bırak kaybetsinler, daha iyisini bulsunlar… Üzerime yapıştırılan etiketleri de bıraktım, inandığım şeylerin kimliğine büründüm artık. İçine doğan şey, içine doğduğu gibiymiş; iyiyse iyi, kötüyse kötüymüş. Sezgiler doğruyu söylermiş. Sezgilerime güvenmeye başladım.
Benim için ‘mütemmim cüz (ayrılmaz parça)’ değilse ne olacaksa olsun bundan sonra. Lügatinde, “nasılsınız, lütfen, teşekkür ederim, özür dilerim lakin hatamı nasıl telafi edebilirim…” olmayanları hayatımdan çıkardım. Ve böylece sağlıklı bir yaşama adım attım. Ağzımdan laf almaya çalışanları kenara bıraktım; gönlümden dert alanları yanıma aldım, en yakınıma koydum. Asıl yalnızlığım içimdeki kendimeymiş meğer, asıl özüme ulaşamadığımdanmış. Kurtarıcım benden başkası da değilmiş, onu da yeni anladım.
Olaylar strese sebep olmaz; strese sebep olan şey olaylara bakış açınızdır. Bakış açınızı değiştirdikçe sorunlar kökünden çözülmeye, yeni kapılar açılmaya, yeni köprüler kurulmaya başlar. Olaylara bakış açım değiştikçe inancım değişti, düşüncelerim değişti, duygularım değişti; kelam saflaştı, anlam güzelleşti, mana derinleşti. Çok bedel ödedim bunun için lakin çok daha büyük değerler kazandım. Birileri memnun olacak diye ne kadar bedel ödemeye hazırsın diye soruyorlar ya. Cevabım artık hiç! Onlar ya soruyu yanlış soruyorlar yahut cevabı yanlış yerde arıyorlar. Oysa hem en doğru soruyu sorma hem de en doğru cevabı en doğru yerde arama zamanı şimdi. Cevabından incineceğim sorularla doluyum ve cevabıyla inciteceğim sorularla doluyum.
Kıyametin arifesindeyiz sanki. Her mahrum kalışın, her mahzun bakışın bir bayramı varmış. Buna inancım tam. Lakin en baştan başlayabilir miyim anne, kundaklayabilir misin beni yine? Cehaletin bedeli eğitimden çok daha ağır bir zamandayız çünkü. Cehaletin sırrı da çözülmüş. Ne kadar az şey bilirse beyin, o kadar çok şey bildiğini ve kendini yeterli olduğunu düşünüyormuş meğer.
Ve günün sonunda en büyük ahlaksızlığı dayatıyorlar bize, sorgusuz itaat edeceksiniz diyorlar. Cebinde Mushaf’ı gösterenlerin görünüşünde hiç ayet göremediğimiz bir zamandayız. Onurumuzun hiç kıymeti kalmadı ahir zamanda? Hani yaptıklarımızla koruyacağımız şu insana dair onur! Dayanmak için yaratılan ayaklarını kaçmak için mi kullanıyor cesurlar yoksa? Heyhat! Çok zor zamandayız. Sevdiğimizle ve hakikati konuşabildiğimizle yan yana gelme zamanı şu an.
Ah şu zifiri gecede, rüzgârın yapraklarla vuslatını seyretme zamanı bir gelse! ‘Ben, biz olduğumuz için benim’ diyeceğimiz anlarda da gelir mi o geceye. Var olmak bulunmaktır, var olmak bulmaktır o gecede. Kendimizi, özümüzle bulur muyuz o gece. Dünyanın en zor şeyi hakiki bir dost, hakiki bir inanç, hakikate dair fikir, hakikati hissedecek bir yürek bulmakmış meğer. Fakat herkesin aklı dümende, dümen çevirme peşinde. Çünkü kürek çekmek fazla gayret istiyor, fazladan ter dökmek istiyor. Gerçekleşme ihtimali olunca çaba sarf ediyormuş insan. Şu atan kalbimizin ritmi değişir mi o gece? Ne geleceğe aitsin ne geçmişe, geliyor gelmekte olan ve geçiyor her şey keyfince, keyfiyetince. Her şeyin gelip geçtiği hakikati bilmek ve mutlaka öleceğini her an hatırda tutmak, insanı kaybedecek bir şeyimiz olduğu yanılgısına düşmekten çekip çıkartıyormuş böyle işte.
Nihayet gün gelir bağırmak yerine sükût etmenin, yakınlaşmak yerine uzaklaşmanın, umut etmek yerine vaz geçmenin daha az inciteceğini öğrenebilir miyim anne. İyi olanların dünyası değilmiş, iyi oynayanların dünyasıymış bu dünya. Öyle diyorlar artık. Şu kırıldığımız yerden çok daha güçlenip kırıldığımız o yerden büyük bir zafer kazanabilir miyiz? Ve o zaman bizim dilimizi konuşan ve bu yüzden gönül dilimizi tercüme etmek, tefsir etmek için bir ömür harcamayız belki anne!
Bir söz, bir an da değiştirir insanı. Hayat bu, kim bilir her şey bir anda son bulur, kim bilir her şey yeniden can bulur. Şöyle olsaydı, böyle olsaydı demiyorum artık. Çaldığımda açılan kapılardan ve kurulan köprülerden zamanın ruhuna uygun en iyi yolu tercih eden sorumlu bir insan olarak feleğin çemberinden geçiren bir akılla yürüyorum. Her şeyi yapabileceğimi de biliyorum fakat hepsini aynı zamanda yapamayacağımı da. Büyük balığın, küçük balığı daima yuttuğunu da. Ancak sular çekildiğinde küçük-büyük bütün balıkları karıncaların yiyip yuttuğunu da.
Esasında asıl sorun stratejidedir; sistem stratejinin, taktik ve teknikse sistemin ürünüymüş. Oysa herkes taktik ve tekniğe kusur bulurmuş. Siz herkes gibi olmayın, kendi başınıza da kalsanız oradan ayrılın. Ve esas soruna namaz kılar gibi odaklanın. Sadece sorunu çözmeyin, sorunu kökünden çözün diyorlar. Ben bu niyetle, bu samimiyetle, bu hassasiyetle, bu ciddiyetle ve bu teslimiyetle yol alarak asıla, hakikate ve marifete doğru yol alıyorum. Bazı kişileri unutuyorum, bazı yüzleri solduruyorum, bazı ilişkileri bitiriyorum, bazı kişilikleri yok sayıyorum. Ve sözün samimiyetinin yüreğin edebinden, düşüncenin ciddiyetinin aklın edebinden olduğuna samimiyetimle inanıyorum anne!
09.11.2024
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları sadece YAZAR’a aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.