Dedem, dindar bir adamdı. Torunlarının adını Abdullah, Abdurrahman, Abdülkadir koyması onun inancını gösteriyor. Dedem benim adımı Muhammed koymuş. Tesadüfen, nüfus memuru Şinasi yazmış.
Dedem bana Kuran öğretirdi. Hatim etmek diye tabir vardır. Kuranı baştan sona bir kere okumak, hatim etmek anlamına geliyor.
Yaşım da küçük. Dördüncü HATİM den sonra, dedeme sordum. Büyük baba, OKUDUKLARIM NE ANLAMA GELİYOR ? ''Allahın emirleridir. Okumaya devam'' diyerek beni terslemişti.
Hatim etmeye devam ediyoruz. Aradan zaman geçti. ''Okuduğumu anlamıyor isem, Allahın Emirlerinin ne olduğunu nasıl bilecem'' diye tekrar sordum.
Beni Hatip Dayıya götürdü.
Hatip Dayı, bizim köyün imamı idi. Hatip dayı anlatıyor ben dinliyordum. Anlamadıklarımı soruyor. Bir şeyler anlamaya çalışıyordum. Fakat, bazı sorularıma Hatip Dayı ''oraları karıştırma'' diyordu.
Aradan yıllar geçti. Marmara Üniversitesi İngilice Ekonomi Fakültesinde ders veriyorum. Anlaşılsın diye, önceden hazırladığım ingilizce ders notlarını, talebelere dağıtıyordum.
Talebelerin yüzde doksanı, verdiğim notları ezberliyor. İmtihan sorularına, ezberledikleri şekilde cevap veriyordu. Soruları, sınıfta tartışmaya açtım. Cevaplar, ezberlediklerinden bir adım öteye geçmiyordu.
Diğer hocalar ile durumu tartışmaya açtım. Ortak fikir şuydu. İngilizce yapılan eğitim sistemi böyle bir sonuç yaratıyor. Talebeler, okuduğunu ezberliyor ve fakat anlamıyordu.
Tıpkı çocukluğumdaki gibi, Arapça Kuran ezberlememe benziyordu. Ezberleniyor, ama anlaşılmıyor. Anlaşılmadığı zaman sorgulanmıyor. Sorgulanmadığı için, ezberci eğitim, mevcudun gelecek kuşaklara intikalinden başka bir işe yaramıyor.
Ezberci eğitimden vaz geçmek şart. Eğitimin mutlaka ana dilde ve sorgulayıcı şekilde yapılması gerekiyor. Aksi taktirde, okuduğunu anlamayan bir nesil ortaya çıkıyor.
YORUMLAR