Dedem Osmanlı askeri idi. Her Osmanlı askeri gibi o da aynı kaderi paylaşıyordu. Türk 20 yaşına gelince, Osmanlıda askere alınır. 10-12 yıl askerlik yapar. Hastalık,açlık ve kurşundan ölmez ise 30-32 yaşlarında memleketine döner. Askere gitmeyen, azınlıktan birinin yanında iş bulur. Ya da ağanın marabası olarak kalan ömrünü tamamlardı. Dedem de, bu kaderi paylaşan bir Türk idi.
Dedem, 1912 Balkan Savaşı sırasında askere alınır. Askere alınmadan önce, erkenden evlendirilmiştir. Çünkü askere giden geri gelmiyor. Askere giderken, geride bir erkek iki kız çocuk bırakır. 1922 yılında askerlikten terhis edilir. Ulubeye döndüğü zaman, Çatallı Köyündeki evi viran olmuş. Oğlu ölmüş, karısı ölmüş. Evde iki kız çocuk var. Onlar da ot (melocan-hoşkıran) yemekten yüzleri morarmış. Üst-baş perişan bulur.
Dedem önce evin çatısını onarmakla işe başlar. Ulubeyin Ağasının yanında işe girer. Dedemin ağada alacağı birikmiştir. Ağa, borca karşılık ortak koyun işi yapmayı önerir. Dedem kabul eder.
Koyunları, İstanbula getirip satma zamanı gelir. O zamanlar, koyunları karadan sürerek İstanbula getirilmektedir. Ordu-İstanbul arasının 800 km olduğunu hatırlatmak isterim. Dedemin sırtında sadece çoban kepesi vardır. Bir de elinde değnek. Koyunları Ordudan İstanbula getirmek üç ay sürer. Hayvanların bir kısmı yolda telef olur. Kalanını zar-zor satar. 12 lira zarar eder.
Ulubeye döndüğü zaman, Ağaya, satış hasılatını verir. Ağa ''ortak olduğumuza göre zararın yarısını sen ödeyeceksin'' der. Dedemin payına düşen 6 lira zararı ödemesi mümkün değil. Aradan zaman geçer, Ağa ''borca karşılık tarlayı vereceksin'' diyerek dedemi zorlamaya başlar. Dedemin uykusu kaçar. Ne yapacağını bilemez. Borçtur ödemek lazım. Sonunda tarlayı, ağaya vermeye karar verir.
Çarşamba günleri Orduda pazar kuruluyormuş. Köylüler, satacaklarını getirip satıyor. karşılığında tuz-gaz-bez satın alıyormuş. Dedem pazarda dolaşırken, arkadan omuzuna birisi dokunmuş. Dönmüş bakmış. Adamı tanıyamamış.
Adam ''Sen Kara Mustafanın Abduraman mısın'' diye sormuş. Dedem, evet deyince. ''Benimle gel, çorbacı seni bekliyor'' diyerek, dedemi, Orduda ticaret yapan Ermeni bir vatandaşın yanına götürmüş.
O dönemde, Ordu'da ticaret Ermenilerin elindeymiş. Köylü, mısır-fındık gibi tarımsal ürünleri, sabahtan getirip Ermeniye satarmış. Ermeni tacirler, sabahtan millet aç geldiği için çorba kaynatır, ikram edermiş. Bu nedenle, Ermeni tacirlere ÇORBACI deniliyormuş. Dedem, Çorbacıyı görünce ''satacak bi şeyim yok'' diyerek, ayrılmak istemiş. Çorbacı ''Dur Abduraman, sana başka bi işim var, onun için çağırdım'' der.
Çorbacının kızı, İstanbula gelin gidecekmiş. ''Kızımı İstanbula götürüp, dünürüme teslim etmeni istiyorum. Bu iş için sana 10 lira vereceğim'' diye teklif etmiş. Dedem kabul etmiş.
Kızın saçını kesmişler. Erkek elbisesi giydirmişler. Başına fes takmışlar. Genç bir adama dönüştürmüşler. Dedeme katmışlar. Gemi ile 15 gün seyahatten sonra, İstanbula sağ salim varmışlar. Karaköyde gemiyi, gelinin akrabaları karşılamış. Gelin akrabalarını tanımış.Dedem, kızı onlara teslim ettikten sonra, hiç durmadan Orduya geri dönmüş. Yaptığı ilk iş, doğru Ağaya gitmek ve 6 lira borcunu ödemek olmuş.
Çok çalışıp, Ulubey gibi kırsal kesimde dedem varlık sahibi olmuştu. Varlıklı olmasına rağmen, mala mülke değer vermez, ''En büyük servet itibardır'' derdi.
Şinasi Kara
YORUMLAR