PİSLİK
Okuduğum bir yazı da şöyle bir cümle geçiyordu. ‘İnsanın bir yarası varsa rüzgâr esse incinir.’ Okurken kendimi tefekkür ufkuna dalıp gittiğimi gördüm. Kendimi yara almış insanların içinde buldum. Sağıma baktım, soluma baktım, önüm ve arkam hepsi yaralı. Kimisi feryadı figan ederken kimisi kendi sessizliğine bürünmüş, çenin pozisyonunda oturmuş, düşüncelerini derya denizinde yüzdürüyordu. Sıcaklığı hissetmiş olsalar da rüzgarın esintisine karşı hassas ve bir o kadarda incinmişlerdir. Aralarında gezinirken hepsinin ağzında ortak çıkan bir kelime vardı. “PiSLİK”
Cümleler uçuşuyordu. Sen pisliğin tekisin!
Bu pislik hayatıma nasıl geldi? Anlayamadım!
Pislik, çık hayatımdan!
Cümlelerin etkisiyle zihnimde sorular oluştu.
Kimdir bu pislik? Bu kadar insanı yaralamış?
Pisliğin kim olduğunu ararken, kendimi pislikler diyarında buldum. Etrafımda dolu pislik ve onları izliyordum. Hepsinin karşısında kendi çocuklukları ve onlara bakıyorlardı. Çocukluklarına bakarken, içlerinde biriktirdikleri acının tortusunu görüyor, buz tutmuş duyguların soğukluğundan üşüyorlardı. Nasıl bu hale gelmişlerdi? İntikam duygusuyla, çocukken yaşadıklarının öcünü almayı planlıyorlardı. Ruhları kelepçelenmiş, buz kesilmiş bedenlerini sağa sola vuruyorlardı. Vicdan mekanizması durmuş onun yerine parçalanmış benlikleri vardı.
İzlerken onları içim ürperdi ve gönlümden gözüme gözyaşı aktı gitti. Kalbimin sıcaklığını artırıp, donmuş kalplere doğru ısıyı vermek istedim. Umut ışığını onlara tutarak, gölge taraflarını görmelerini istedim. Kendi keşif yolculuklarına çıkmaları için bir köprü dikmek istedim. Pislik postlarını bırakıp, köprüyü geçmelerini istedim. Çocuklukları yanı başında olarak, ellerinden tutmak istedim.
Yaraladıkları her canlıya can suyu vermelerini istedim. Can suyunu sunarken, onların gözlerinde onları ne kadar yaraladıklarını izlemelerini istedim. Feryad-ı figanların yerini gönüllerde çiçek açan sözler duymak istedim.
Yanıbaşımda duran pisliğe elimi uzattım. Elini bana verir misin? Öfke dolu bakışlarla bana bakarken, sanki gaflet uykusundan uyanmaya korkuyordu. Elim aylarca havada kaldı. Elimin havada kalması onu daha da çok korkutuyordu. Korktuğu elim miydi yoksa kendi içindeki parçalanmış benliğini toplamak mı?
Neden korkuyorsun? sorunca bir bütün benliği ortaya çıkarmaktan korktuğunu fısıldadı. Ona daha çok yaklaşarak gökyüzüne bakmasını söyledim. Gökyüzünde ne görüyorsun? diye sorunca. Bulutlara baktı. Bulutların şekil aldığı bir yazıyı gördü ve okumaya başladı. “Benlik, eylem hakkında düşünürken değil, eylemin kendisinde ortaya çıkar. Yaparken olursun.” Belli ki anlamaya çalışıyordu yazılanları. Ne anlama geliyordu? Düşünürken kendisine soru ilettim. Bu cümle sana ne hissettirdi? donmuş bakışlarla bakarak içinde derinlere gömmüş duygusunu aradı.
Yıllar geçti pislik hala o duyguyu bulamadı. Elimin havada kalışı günler ayları kovaladı, aylar yılları. Henüz elimi tutup pislik kabuğundan çıkanı görmedim.
Meleyke Mursaguliyeva