TİCARİ HAYATIM
İlk 13 yaşımda Trabzon Çömlekçi Pazarı’nda bulaşık teli sattım bir arkadaşımla. Sinema ve dondurma parası kazandık. Çok hoşuma gitmişti. Sonra Trabzon Meydanı’nda çekiliş yaptım. Tezgahımda çikolata çeşitleri, oyuncak arabalar, ıvır zıvır vardı. “Şansına sına, on kuruşuna” diye bağırıyor, müşteri çekiyordum. Çekiliş kağıtlarının yüzde doksanı boştu ya da yüzde onu doluydu. Bir abi geldi, çekiliş kağıtlarında araba var mı, diye sordu. Var, dedim. İnanmıyorum, dedi. Boyu benden iki kat uzundu. Yazalım bir kâğıta arasına karıştıralım, öyle çekeyim, dedi. Tamam, dedim, nasılsa bulamaz, diye. Öyle yaptık ve ilk çekişte kâğıdı buldu, arabayı aldı, gitti. Ne üçkağıt yaptı anlamadım. Normalde kalkıp bi kafa atmam lazımdı, ama dayak yeme ihtimalim fazla olduğu için sesimi çıkaramadım. Moralim bozuldu, çünkü o arabaya geliyordu “sazanlar”. Tezgâhı kapatıp eve gittim. Ticari hayatımı sona erdirdim.
Lise sıralarında rahmetli dayımın nalbur dükkanına takılıyordum. Çivi tartmak, satmak hoşuma gidiyordu. Ama kamyon gelince tuğla indirmek, koli taşımak da vardı. Amelelik de yaptım.
Liseyi bitirince ilk bir Halk-Koop’ta çalıştım. Doğrudan perakende satış. Dükkânı bana bırakmıştı yöneticiler. Oradan Köy-Koop’a geçtim. Muhasebeciliği öğrendim. Halk Pazarı adı altında perakende satış mağazası kurdum önceki deneyimimden yararlanarak. Bir gün Keşan kaymakamı makam arabasını dükkanın önünde durdurup, beni çağırttı; ne lan bu “Halk Pazarı”, dedi, çabuk tabelayı değiştir, diye bağırdı. Gücünü darbecilerden alıyordu. İndirmedim tabelayı, memurlarına gönderin adamlarınız indirsin, dedim. İndirmediler.
Haftada bir Keşan pazarında tezgâh açtım, doğrudan üreticiden halka satış yani. Köy-Koop’un çeltik fabrikası vardı, ancak 12 Eylül Darbesi sonrası tüm yöneticilerimiz ayrılmıştı. Fabrikayı çalıştırmak bana düştü. Bir çeltiğin yüzde kaç randımanlı olacağını fabrikanın ustası öğretti bana, ona göre fiyat verecektim. Yani eksper oldum. Köylere gidip çeltik toplamaya başladım. Köylüler bize güveniyordu. Satıp, parasını ödeyecektim. Zaten kimse peşin para ödemiyordu. İlk parti çeltikleri fabrikada işleyip doğru İzmir Hali’ne gittim kamyonumuzla. Pirinçleri peşin satıp, geri döndüm, ama kar edemedik. Köylülerin parasını ödedim. Hemen 2 Bin çuval aldım yeni çeltik alımları için. Tam kapasite çalıştıracaktım fabrikayı. Olmadı, bir operasyonla hepimizi aldılar ve fabrika kapandı.
İstanbul’a döndüm ve bir beyaz eşya şirketinde muhasebeciliğe başladım. Altı ay sonra kendi mağazamı açtım. Beko bayisiydim, ama sermayesizdim. Fena iş yapmadım, ama 1987 yılında bir kar yağdı, ebem ağladı, senetlerimi ödeyemedim. Kapattım. Başka işler denedim ama tüm ekonomik krizler (80, 87, 94, 2001, 2008, 2018 ) bana denk geldi.
Bir daha ticaret yapmam, derken bir arkadaşımın davetiyle reklam şirketinde işe başladım. Şahane satışlar yapmaya başladım ve 1,5 yıl sonra kendi şirketimi kurdum. Sonra yayınevi ile yoluma devam ettim. Şu anda 15. Yılımdayım ve bu ülkede namusuyla ticaret yapmanın ne kadar zor olduğunu gördüm. Hala direniyorum, çünkü çoluk, çocuk ve çalışanlarım var. Bir ay sonra ne olacağını kimse öngöremiyor. Böyle sürekli bir kaos ortamında ticaret olmaz. Olmazsa devletin ciddiyeti tartışılır. Hem ekonomik hem demokratik köklü reformlar gerekiyor. 80 Milyon insanı hayal kırıklığına uğratmak hiç kimsenin işine yaramaz.
İstikrar için önce acil demokrasi!
YORUMLAR