2002 yılında yeni bir söylem, yeni bir parti ve yeni bir lider ile iktidara gelenler Türk halkı tarafından yeni bir kurtarıcı ve umut olarak görülmüştüler. Merhum Necmettin Erbakan‘la birlikte yürüyenler Milli Görüş gömleğini üzerlerinden çıkardıklarını beyan ederek ondan ayrılmıştılar. Milli Görüşün ağır topları Bülent Arınç, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener ile birlikte yola çıkanlar “ya Allah bismillah” deyip kolları sıvamıştılar.
Yoksulluğu ve yolsuzluğu yeneceklerini iddia ve vaad ederek başlamıştılar işe. Ama bunlardan başka bir de “yasakları kaldırma”iddiaları vardı ya o çok daha önemli bir konuydu. O yasak ne yasağıydı bir türlü anlaşılamadı. Sonradan anlaşıldıki kendilerine konulan siyasi ve dini yasakları kaldırıp, başkalarına siyasi ve haber özgürlüğü kısıtlaması yasakları koymak düşüncesi vardı.. İktidara gelince bunu uygulamaya koydular. “Yolsuzluğun sebebi” olarak görülen kartel medyasının vanaları kısılarak Türk halkının hakkını yiyenler cezalandırıldı, onların yerine vanalar yandaş medyaya açıldı. Türkiye’deki yoksulluğu milli serveti dağıtarak, Cumhuriyet döneminde yapılan işletme ve fabrikaları satarak başarıyla çözdüler…
Sadece Türk halkı değil Avrupa ve Atlantik ötesi de bu iktidara güvenmiş ve bazı yasaların çıkması için aracı olmuşlardı. Hatta Avrupa birliğine girebilmek için gerekli düzenlemeler bile başlatılmıştı. Herkes memnundu.. Avrupa birliğine girme gösterileri başkent Ankara’da coşkuyla kutlanmıştı.. Ama ne hikmetse Avrupa birliğine girmemiz mümkün olmadı.. Aslında Avrupa birliğine bizi almayacaklarını onlar da biliyordu. Hatta Avrupa birliğine gönülden girme isteklerinin olduğuna da inanmıyordum.
Siyasetin gereği buydu; onun getirisinden yararlanmak istiyordular.. Mutlaka oya tahvil edilmeli ve din eksenli düşünmeyenlerin de oylarının alınması gerekiyordu..
İktidardan önce Yahudi-Siyonist olarak aşağılanan toplum ve diğer azınlıklar ile de iyi ilişkiler kurulmalıydı, o nedenle gerekli görüşmeler ve temaslar sağlanmıştı. Böylece azınlıkların oyu da tamamdı. Komşularla sıfır sorun siyaset anlayışına en çok Yunanistan sevinmişti. Rahatlıkla adalara yığınak yapmaya başlamış ve askerle doldurmuştu bile.
FETÖ’nün ayak oyunları ve 17-25 aralık sonrası gidişat ve siyasetin şekli değişmişti.. Fetö terör örgütü tetigi çekmiş ama iddiaların içi doğru mu değil mi diye araştırılmamıştı.. Tabanı bir arada tutmak ve gücü kaybetmemek için ötekileştiren ve ayrıştıran politikalara başlanmıştı ve bunda da başarılı olunmuştu.
Artık Atatürkçü veya sol görüşlü kişilerden oy alamayacağını en azından alacağı oyların azaldığını düşünen iktidar din eksenli siyaset yapmaya karar vermişti. Gerçek Müslüman veya Sözde Müslüman dinci kesimin oyunu sağlama almak istiyordu. Bu nedenle Ayasofya’nın açılması, Atatürk düşmanı feslinin ziyaretleri, Diyanetin, Tarikat ve cemaatlerin kullanılması gündeme gelmişti.
Ülkeyi yönetenlerin din eksenli ve din ağırlıklı eğitimle ülkede bilim adamı yetişmeyeceğini, yeni buluşların yapılamayacağını bilmelerine rağmen seçimi kazanarak koltuktan inmemek için her şeyin mübah olduğunu düşündüler. İmam hatip ve ilahiyat fakültelerinin sayısı aşırı bir şekilde artırıldı. Böylece arka bahçe kuvvetlendirirmiş oldu..
Siyasetçilerin-politikacıların işi; yönetime talip olmak ve seçimi kazanmaktır. Kazanılan seçimden sonra da tepe noktasından inmemek için güzel İcraatlar yapmak; eğer iyi icraat yapamıyorsa iyi politikalar üreterek!!!! halkı kendi yanına çekmek ve seçimi kazanmaktır.
Ailede huzurunun bozulmaması için, casusluk olaylarında, ve savaşta esir alınan kişilerin yalan konuşmaları mübahtır. Galiba bunlara siyaset ve politikada da yalan konuşmanın mübah olduğunu eklemek gerekecektir.!!!
YORUMLAR