Necdet Topçuoğlu
Annesi Zübeyde Hanım’dan 1919 yılında, Samsun’a çıkmak üzere ayrılan Mustafa Kemal, annesine tekrar 14 Haziran 1922 tarihinde Adapazarı'nda kavuşabilmiştir. Daha sonra Zübeyde Hanım, Ankara da oğlunun yanına yerleşmiştir. Ancak, Ankara’nın sert iklimi sağlığını olumsuz etkilediği için, tedavi amacıyla 18 Aralık 1922'de İzmir'e gitmiştir. Son günlerini Latife Hanım Köşkünde geçiren Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 tarihinde 66 yaşında vefat emiştir. Halen İzmir'in Karşıyaka İlçesinde 1940 yılında yaptırılan anıt mezarda yatmaktadır. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Atatürk işlerini tamamladıktan sonra İzmir’e gidip, annesini ziyaret etmeyi planlamaktadır. Ancak Eskişehir’de kompartımanında yatarken, rüyasında annesini görür. Fırlayarak yatağına oturur. Ali çavuş diye seslenir. Vefat haberini alan Ali çavuş ise kompartımanın kapısının önünde beklemektedir. Acı haberi Atatürk’e nasıl vereceğini düşünmektedir. Atatürk, Neden kapının önünde bekliyorsun Ali Çavuş diye sorar. Ali Çavuş, uyku tutmadı paşam diye cevap verir. Annemden haber var mı diye sorar. Ali Çavuş durumu idare etmeye çalışmaktadır. Az önce telgraf gelmiş dediler paşam, şifreyi çözünce arz edecekler diye cevap verir. Boşuna kıvırma Ali, benden saklamaya çalışma. Ben haberi aldım der.
Hayırdır paşam, gelen giden olmadı ki ne haberi aldınız der. Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Bana bir şeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı, sel bastırdı, anamı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım Ali Çavuş, hiçbir şey yapamadım diye iç geçirir. Atatürk hemen telgrafı getirin diye emir verir. Biraz sonra Ali Çavuş elindeki telgrafı Atatürk’e uzatır ve siz sağ olun paşam der. Atatürk telgrafı okur ve gözünden birkaç damla yaş akar. ‘’Millet sağ olsun’’ der. Ali Çavuş çok üzülür ve ağlama paşam diye yalvarır. Neden, ben insan değilmiyim, Anam ölmüş ben buna ağlarım diye cevap verir. Anam öldü derinden üzüldüm, vatanımız kurtuldu bununla da teselli buluyorum der.
Atatürk annesinin vefatından kısa bir süre sonra İzmir’e giderek onun Ferik Osman Camisinin bahçesinde bulunan mezarını ziyaret eder. Yanında Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir de bulunmaktadır. Hep birlikte Fatiha okuduktan sonra, Atatürk, mavi gözlerine çöken karanlığın içinde bir süre susar ve sonra annesine ait anıları anlatmaya başlar.
“Zavallı annem, şimdi vücudu, bir zamanlar Türk Milletinin ideali haline gelmiş kutsal İzmir'in topraklarında yatıyor. Ölüm, gerçeklerin en büyüğüdür. Doğanın insana kıyarak yasasını yürütmesidir. Bunu hepimiz biliriz de, üzüntüsünden yine de kurtulamayız. Burada yatan annem, zulmün, zor kullanmanın ve bütün bir milleti keyfince yönetenlerin kurbanı olmuştur. Bu düşüncemi açıklayabilmem için, izin verirseniz, ızdırapla yüklü hayatından birkaç bölümünü gözlerinizin önüne sermek isterim.’’ der.
“Abdülhamit dönemiydi, 1904 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirmiştim. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım, hayata değil zindana rastladı. Beni aldılar ve keyfi yönetimin zindanına attılar. Annem, ancak zindandan kurtulduktan sonra başıma geleni haber alabildi. Hemen beni görmeye koştu ve İstanbul'a geldi. Fakat, İstanbul'da kendisiyle ancak dört beş gün görüşebildik.
Çünkü istibdat yönetiminin cellatları, casusları, hafiyeleri evimizi sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem peşimden koşuyordu.
Görüşmemiz yasaklanmıştı. Beni sürgüne götürecek vapura bindirilmiştim. Anacığım, gözyaşlarıyla Sirkeci Rıhtımında taşların üstünde dövünüyor, kahroluyordu. Sürgünde geçirdiğim yılları anam ızdırap ve gözyaşları içinde tüketmiştir.”
“Şimdi başka bir noktayı anlatacağım. Mütareke yıllarında, kurtuluş kavgamıza başlamak için Anadolu'ya geçmiştim. Annemi beraberimde götüremezdim. O, İstanbul'da kalmıştı. Yanında sürekli olarak kalan bir adamım vardı. Onu da Anadolu'ya götürmüştüm. Erzurum'dan, bu adamı anneme gönderdiğim zaman, zavallı annem, padişahın benim için çıkardığı idam fermanını bildiğinden, adamın yalnız olduğunu anlar anlamaz, idam edildiğime hükmetmiş ve bu üzüntüsü bir felçle sonuçlanmıştı.”
“Benim yıllarım mücadele ile, onun yılları keder ve üzüntü ile geçti.
Padişah ve hükümeti ile birlikte bütün düşmanların sürekli baskı ve işkencesi altında yaşadı. Oturduğu ev, bin bir çeşit nedenlerle basılır, aranır kendisi sürekli olarak benim için tedirgin edilirdi. Annem İstanbul'da geçirdiği son üç buçuk yılın bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. İşte bu sürekli gözyaşları, ona gözlerini kaybettirmişti. Çok kısa bir süre önce onu İstanbul'dan yanıma aldırabildim. Ana oğul kavuşmuştuk. Ama madde olarak ölüydü, sadece mana olarak yaşıyordu.”
“Annemi kaybettiğim için, kuşkusuz çok üzgünüm. Ancak büyük bir tesellim var. En büyük anamız vatanı batıran ve yokluğa sürükleyen yönetim, bir daha hortlamamak üzere, yokluk çukuruna gömülmüştür. Annem, sonsuza kadar bu toprağın altında yatacak, Ulusal Egemenlik de sonsuza kadar bu toprağın üstünde bayrak olup dalgalanacaktır. İşte beni teselli eden en büyük güç budur.
Evet, Ulusal Egemenlik, bu toprakların üstünde sonsuza kadar sürecektir. Annemin mezarı üzerinde ve Allah'ın huzurunda yemin ediyorum ki, bu kadar kan dökerek Milletin kazandığı Ulusal Egemenliği korumak ve savunmak için gerekirse anamın yanına uzanmaktan asla göz kırpmayacağım. Ulusal Egemenlik için canımı vermek, benim vicdan ve namus borcum olsun.’’
Aziz Atatürk konuşmasını bitirdiğinde, yanında bulunanlar gözyaşlarına boğulmuşlardı. O yüce insan da yanaklarından sızan yaşları saklamamıştı. Sonuçta çok acılar gören o büyük insanında bir yüreği vardı ve ana acısına dayanamamıştı. Bu gün 14 Ocak, o çileli ananın 101. Ölüm yıl dönümü. Atatürk ile ilgili yaşımdan fazla doküman okumuş bir yurttaş olarak, ne zaman o mezar başındaki yaptığı konuşmayı okusam, gözyaşlarımı tutamam. Başta Zübeyde Hanım olmak üzere, ebediyete irtihal eden tüm analara Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun. Hayatta olan bütün analara da sağlıklı ömürler diliyor, en derin saygılarımı sunuyorum.
(14, Ocak, 2024-Ordu)
YORUMLAR