Necdet Topçuoğlu
Türkiye izlemekte olduğu ekonomi politikalarında sürekli makas değiştirmektedir. Bu durum aynen hızlı akan bir trafikte sürekli karşıdan karşıya geçmeye benzemektedir. Yol kazası bu gün olmazsa mutlaka bir gün olacaktır. Ekonomide istikrarın, mali disiplin ve demokrasi ile sağlanması mümkündür. Merkez bankasına siyasi müdahalenin başlamasıyla birlikte mali disiplin kaybolmuştur. Banka, politika faizi ile döviz kurları arasında sıkışıp kalmıştır. Faize karşı olduğunu söyleyen siyasi anlayışın müdahalesi sebebiyle, politika faizi aşağıya çekildikçe, döviz kurları sürekli yukarıya tırmanmaktadır. Çözüm inat ile değil, akıl ile sağlanabilir. Bir an önce aklı önceleyen politikalara dönülmelidir.
Politika faizi %15’e düşürülmüştür. TÜİK’in açıkladığı yıllık %19 enflasyon dikkate alındığında reel faiz -4’e düşmüştür. Gerçek enflasyon dikkate alındığında ise reel faizin yerlerde süründüğü anlaşılmaktadır. Ancak Hazine %22 ile borçlanmaktadır. Bunun anlamı, bankalar %15 ile Merkez Bankasından TL alarak, Hazineye %22’den satmaktadırlar. Bu uygulama ile hiç yoktan bankalar %7 oranında para kazanmaktadırlar. Politika faizi daha da düşürülürse, TL’ye olan talep artacaktır. Söz konusu bankaların Varlık Fonundaki bankalar olduğu dikkate alınırsa, paranın nereye aktığını anlamak mümkündür. Bunun adı faize karşı olmak değil, Merkez Bankasından para hortumlamaktır. Ben bunu sıradan bir vatandaş olarak böyle anlıyorum. Yanlış anlıyorsam uzmanlar düzeltsinler.
Yap İşlet Devret Modeli ile yapılan araç garantili köprüler, hasta garantili Şehir Hastaneleri, yolcu garantili Hava Alanları ve aklınıza gelen her türlü yatırımlar, dövizle borçlanarak yapılmıştır. Bu model ile yapılan yatırımlar, ekonominin kara deliği haline gelmiştir. İzlenmekte olan düşük faiz, yüksek kur politikası bu model ile iş yapan yüklenicilere TL cinsinden daha fazla para ödenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu yatırımların Türk Ekonomisinin geleceğini ipotek altına aldığı yetmezmiş gibi, artan kurlar sebebiyle ekonominin bu gününü de vampir gibi emmektedir. Tepedeki bir avuç Oligarşi servetlerine servet katarken, halkın büyük bir çoğunluğu fakirleşmektedir.
Türkiye’nin ihracatının çok büyük bir kısmı ithal ara mallarına dayanmaktadır. İthal edilen bu mallar montajı yapıldıktan sonra ihraç edilmektedir. Buradan elde edilen kazanç, ihracat rakamları ile ithalat rakamları arasındaki fark kadardır. İhracat rakamlarının tamamı gelirmiş gibi gösterilmesi yanıltıcısıdır. Türkiye’nin dış ticareti cari açık vermektedir. İzlenmekte olan yüksek kur politikası ile ithalatın azaltılması, ihracatın artırılması ve cari açığın kapatılması amaçlanmaktadır. Merkez Bankası da bu amaç için kullanılmaktadır. Cari açığın kapatılması Merkez bankasının görevi değildir. Esas görevi Türk Parasının değerini korumaktır. Asli görevini mutlaka yerine getirmelidir.
Diğer yandan tarımsal üretimde kullanılmakta olan tohum, mazot, gübre, ilaç ve yem hammaddesi gibi girdiler ithalata dayandığı için, fiyatları aşırı derecede yükselmiştir. Çiftçiler bitkisel üretim ve hayvancılıktan vaz geçmektedirler. Bu durum ileriki dönemlerde gıda krizine neden olacaktır. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Mevcut gıda maddelerinin yükselmesi, düşük ve orta gelir grubu vatandaşların gıda maddelerine ulaşmasını engelleyecektir. Bu durum çok açık bir gıda güvenliği ve beka sorunudur. Gelişmeler sabit gelir grupları açısından incelendiğinde, ücretler merdivenden çıkarken, tüketim maddelerinin fiyatları asansörle çıkmaktadır. Bu sürdürülebilir bir durum değildir.
Buna rağmen Türkiye’nin ekonomik göstergeleri, ülkenin büyüdüğünü göstermektedir. Diğer bir ifadeyle halkın refah seviyesi düşerken, çok azınlıkta kalan bir gelir grubu aşırı derecede zenginleşmektedir. Hükumete bu politikaları uygulatan da bu gruptur. Mevcut politikaların demokratik bir rejim içinde sürdürülmesi mümkün değildir. Bu nedenle izlenmekte olan bu ekonomik modele bağlı olarak, sert ve otoriter bir yönetime doğru gidilmektedir. Hindistanlı iktisatçı Jagdish Bhagwati böyle bir büyümenin net olarak refah düşüşüne yol açabileceğini ortaya koyarak yoksullaştıran büyüme tezini ortaya atmıştır. Yani ülke daha fazla üretip daha fazla ihraç ederken, dış ticaret hadleri bozulduğu için daha az tüketmektedir. Ülke büyürken, refah azalmaktadır. İşte Bhagwati buna ‘’Yoksullaştıran Büyüme Modeli’’ adını vermektedir.
Türkiye’yi yönetenler Çin Modeli uyguluyoruz derken, olmayan bir algıyı yönetmeye çalışmaktadırlar. İhvan kafasıyla Kominist Çin Modeli uygulanamaz. Bu kafa ile Çin Modeli değil ama, Bangladeş Modeli uygulanabilir. Çin bilimsel ve teknolojik alt yapısı olan bir ülkedir. Uyguladığı modeli taklit edebilmek bile bu ülkeye benzemeyi gerektirir. Şangay Üniversitesi kalitesinde üniversitesi olmayan bir ülke, Çin Modeli uygulayamaz. Türkiye daha çok katma değeri yüksek olan sanayi ürünleri üretimine yönelmelidir. Öncelikle üretimde kullanılan girdilerin yerli olmasına özen gösterilmelidir. Gerçekçi bir üretim planlaması yapılarak, marka değeri yüksek ürünlerin imalatı teşvik edilmelidir.
Türkiye 437 Milyar Dolar borcu olan bir ülkedir. İktidar ülkeyi 132 Milyar Dolar borçla devralmış, 20 yılda 305 Milyar Dolar borç yapmıştır. Borcun borçla kapatıldığı bir ortamda döviz kurunun kontrol altında tutulması oldukça zordur. Ekonominin girdiği dar boğazdan kurtulabilmesi için, tutarlı bir programa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu programın demokratik reformlar ile desteklenerek güven sağlanması zorunludur. İsraf ekonomisinden, tasarruf ekonomisine, tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine bir an önce dönülmelidir. İnat ile bilimsel doğruların çatıştırılması, mücadelenin peşinen kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Unutmayalım bu ülke hepimizindir ve hepimizin olmaya devam edecektir.