Necdet Topçuoğlu
Yerküre, uçsuz bucaksız evrende yer alan sayısız yıldız ve gezegenler sisteminin küçük bir parçasıdır. Boşlukta mavi bir bilye gibi görünen dünyamız insanoğlunun ortak vatanıdır. Bu ortak vatanda 6 bin ayrı dili konuşan 8,5 milyardan fazla insan yaşamaktadır.
İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için çeşitli ihtiyaçları bulunmaktadır. Bu ihtiyaçları sırası ile analiz edersek; önce doğduğumuzda ciğerlerimize dolan ve ölürken son nefesimizde dışarı verdiğimiz “hava’’ gelmektedir. Dünyada insan nüfusunun az olduğu yıllarda hava ile ilgili bir sorun yaşanacağı hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Ancak dünyamızda belli bir oksijen ve karbon rezervi bulunmaktadır. Bu rezervler, fotosentez ve yanma süreçleri üzerinden kendi kendilerini sürekli yenilediği için dünyanın doğal dengesi korunmaktadır.
Ancak gelişen teknoloji ve artan insan nüfusu zamanla hava kalitesinin bozulmasına sebep olmuştur. Hiç kimse bir gün, 2 milyon adet kimyasal maddenin oluşturduğu okyanusta yaşayacağımızı aklından bile geçirmiyordu. Yine hiç kimse kirlilik sebebiyle normalin üstünde 3-4 santigrat derece ısınan havanın sera etkisi yaparak yaşamı tehdit edeceğini düşünmüyordu.
Kirlenen hava sebebiyle oksijen karbon dengesinin bozulacağını, bu durumun dünyanın çevresini kaplayan atmosferdeki ozon tabakasını deleceğini, bu sebeple enerji kaynağımız olan güneş ışınlarının yaşamı tehdit edeceğini aklımıza getirmiyorduk. Sonunda insanoğlu bunların olabileceğini, hiçbir şeyin tükenmeyecek kadar sonsuz olmadığını acı tecrübelerle görmüş olduk.
İnsanoğlu ile Doğa arasında karşılıklı akit edilmemiş bir mukavele söz konusudur. Doğa diyor ki beni kirletme, beni hor kullanıp sömürme, şayet bunları yaparsan benim bünyemde yaşayabilme imkanın kalmaz. Beni terk etmek istersin ama gidecek başka bir gezegen bulamazsın.
Yaşamın devamı için ikinci önemli madde “su” dur. Dünyamızın %70’i sularla kaplıdır. Ancak bunun %90’ı tuzlu sudur. Geriye kalan %10 oranındaki tatlı suyun ise %1’i ancak insanoğlu tarafından kullanılabilecek durumdadır. İnsanoğlu genellikle suyun bol olduğunu hiç azalmayacağını sanıyordu. Hatta suyun bolluğunu ifade etmek için o kadar çok ki sudan ucuz deniliyordu.
Ne zamanki dünya nüfusu 8,5 milyar sınırına geldi, yaklaşık 2 milyar insan içilebilir temiz su bulabilmekten mahrum kaldı. İnsanoğlu bu konuda da tehlikenin büyüklüğünü acı tecrübelerle öğrenmiş oldu. İnsan denilen canlı ağlayarak doğar, yaşam boyu ağlaması ve feryadı hiç durmaz. Çünkü yaşamın kendisi bir kavgadır. Bu kavgayı kazanmadıkça yaşamın sürdürülmesi mümkün değildir.
Aynı yerküreyi vatan edinmiş insanlar arasında bir gün su savaşları olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yoktur diye düşünüyorum. Akarsuların sanayi ve evsel atıklarla nasıl kirletildiği hepimizin malumudur. Bilinçsizce kullanılan zirai mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler sebebiyle yer altı sularının ne ölçüde kirlenerek kullanılmaz hale geldiği araştırmalarla sabittir.
Kutuplarda avlanan bir balığın eti üzerinde yapılan laboratuvar araştırmasında DDT ortaya çıktığı görülmüştür. Kutuplarda gübreleme yada ilaçlama yapılmadığına göre, denizlerdeki kirliliğin hangi boyutlara ulaştığı acı bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır.
Yaşamın diğer olmazsa olmaz niteliğindeki maddelerinden biriside “toprak” tır. İnsanoğlu için toprak demek ekmek demektir. Biz ekmeğimizi topraktan kazanıyoruz. Dünya nüfusunun az olduğu yıllarda toprağında hiç bozulmaz bir varlık olduğu sanılıyordu. Halbuki toprak bizi besleyen, büyüten öldükten sonrada kara bağrına alan bir ana gibidir.
Biz yanlış gübreleme, sulama ve ilaçlama ile toprağı da öldürmeyi başarabildik. Kimyasal gübreler, her on yılda bir toprağın 2,5 santimetrelik kısmını çoraklaştırarak yok etmektedir. Demek oluyor ki 100 yılda 25 santimetre kalınlığındaki toprak katmanı yanlış gübreleme sebebiyle çoraklaşarak elden çıkmaktadır. Zaten tarımsal üretim bu kalınlıktaki bir toprak katmanı üzerinde yapılmaktadır.
İnsanoğlu doğanın dengesini bozmakla bitkisel hayatın yok olmasına neden olmaktadır. Bu sebeple yağış rejimi bozulmakta, yağmurlar sel şeklinde yağdığından toprağın en değerli kısımları yıkanarak denizlere sürüklenmektedir. Bozulan ekolojik denge sebebiyle rüzgarlar farklı esmektedir. Her yıl sel ve rüzgar erozyonu sebebiyle milyonlarca ton toprak altımızdan kayıp gitmektedir.
Tarım tekniğinin yanlış uygulanması ve bilinçsiz sulama sebebiyle milyonlarca dönüm toprak ya elden çıkmakta ya da çoraklaşmaktadır. Son yıllarda en değerli tarım toprakları inşaat alanlarının işgaline uğramıştır. Bu konuda da toprakların değerinin bilinmediğini söylemek mümkündür.
Yaşamın çok önemli ihtiyaçlarından bir diğeri de “enerji” dir. İnsanoğlu enerji ile ateşin bulunmasından sonra tanışmıştır. Dünya enerji kaynakları yönünden alarm vermeye başlamıştır. Sonuçta kömür rezervleri ve petrol kaynakları sınırsız değildir. Gelişen teknolojiler ve artan insan nüfusu sürekli enerji kaynaklarını tüketmektedir. Fosil yakıtlar bir gün gelecek mutlaka tükenecektir. Tanrının insanoğluna bağışladığı en önemli nimet olan akıl, yenilenebilir enerji kaynakları konusunda yeni buluşlar elde edemez ise, geleceğe umutla bakabilmenin imkanı yoktur.
Netice itibarıyla insanoğlu yukarıda saydığımız tehlikeleri görerek, 1972 yılında Stokolm’de ilk defa bir araya gelerek çevre sorunlarını tartışmaya karar vermiştir. Geçte olsa tehlikenin büyüklüğü fark edilmiş, ancak tedbir alınma yolunda önemli adımların atılması sağlanamamıştır.
Dünya nüfusu hızla artıp, enerji kaynakları gittikçe azalırken, doğal denge bozulmaktadır. İklim ve ekolojik denge önlenemez bir şekilde bozulurken, insanlığın geleceğine umutla bakmak mümkün değildir. Son günlerde bütün dünyayı korkutan orman yangınları ve seller bozulan ekolojik dengenin sonucunda ortaya çıkan tehditlerdir. Bu tehditler ne ilk nede son olacaktır.
Doğa bozulan dengesini mutlaka yeniden sağlayacaktır. Ancak, kendisini kirleten insanoğlunu cezasız bırakmayacaktır. Bunu gelecek nesiller mutlaka göreceklerdir. Bu durumda bir Kızılderili şefinin söylediği şu sözü hatırlatmakta fayda görülmektedir. Şef, “Beyaz adam yarattığın çöplükte boğulacaksın” demiştir.
İnsanoğlunun hem dönemini yaşamak, hem de neslinin devamını sağlamak gibi önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır. Temiz aldığımız dünyayı gelecek nesillere kirletilmiş olarak bırakmak, kaynakları yönüyle zengin aldığımız dünyayı sömürerek terk etmek bizim gelecekte beddualarla anılmamıza neden olacaktır.
Sonuç olarak aileden başlamak üzere, yaşadığımız dünyayı geçmişimizden ödünç aldığımızı, gelecek kuşaklara borçlu olduğumuzu, toplumun tüm katmanlarına anlatmalıyız. Bu borcu aldığımız gibi ödemek tüm insanların boynunun borcudur.
(11, Ağustos, 2021-Ankara)
YORUMLAR