Necdet Topçuoğlu
Başarılı ya da potansiyeli yüksek kişileri, kendisine rakip görmek ve etkisiz hale getirmek için yapılan geride tutma, önünü kesme ya da başarılarını değersizleştirme girişimlerine “Uzun Lale Sendromu” adı verilmektedir. Yetenekli insanların özgürce, hakları olan yerlere gelememelerinin sebebi budur. Zaman zaman bu sendromun mağduru olduğumu söyleyebilirim. Ancak hiçbir zaman böyle bir sendromun etkisi altında kalarak, kimsenin önünü kesmeyi aklımdan bile geçirmedim.
Bir zamanlar ülkenin birinde zalim bir kral yaşarmış. Kim farklı bir görüş ortaya koysa, defterini dürermiş. Ancak bunu ulu orta değil, gayet usta bir biçimde yaparmış. Kral, çok güvendiği yardımcısıyla lale bahçesinde dolaşır ve muhtemel tehditler üzerinde konuşurlarmış. Yardımcısı, kimlerin kral aleyhinde konuştuğunu anlatırmış. Kral, adı geçen kişilerden hangisinin yok edilmesini istiyorsa, o kişinin adı geçtiğinde bahçedeki laleler içinde fazla uzayan birini kılıcıyla biçermiş. Böylece yardımcısı kimlerin öldürülmesi ya da bertaraf edilmesi gerektiğini anlarmış.
Tarih boyunca var olan bu sendromun etkilerini eğitim sistemimizde de görmek mümkündür. On binlerce yetenekli öğretmenimiz bulunmaktadır. Ancak bu öğretmenler sistem içinde kaybolmaktadırlar. Biraz farklı olmaya çalışan, biraz üreten öğretmen veya yöneticiler vakit geçirmeden ortalama seviyeye çekilmektedirler. Öğretmen veya yönetici bu duruma itiraz ederse bezdirme, tehdit, alay ve benzeri yıldırma girişimleriyle karşılaşmaktadırlar. Bir süre sonra bu yetenekli idealist eğitimciler de durumu kabullenerek körelmeye başlamaktadırlar. Ortalama seviyede kalan eğitimciler ortalama öğrenciler yetiştirdikleri için toplumda gelişme sağlanamamaktadır.
‘’Uzun Lale Sendromu” nun benzeri olan bir başka sendrom “Yengeç Sepeti Sendromu” dur. “Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisinde yakalanmış yengeçleri görür. Kovanın ağzı açıktır ve kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır, çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Adam balıkçıya sorduğunda “Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, böylece kaçmayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.” cevabını alır. Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşmaktadır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellemektedirler. Sonunda kimse kazanamaz.” İşte ben yapamıyorsam sen de yapma, bende yoksa sende de olmasın algısının temelinde yengeç sendromu yatmaktadır.
Toplumsal yaşam incelendiğinde her iki sendromun yaşanma sayısının oldukça fazla olduğu görülmektedir. Kurumlarda bilgi, beceri, zekâ ve diğer kişilik özellikleriyle temayüz etmeye başlayan kişiler ortaya çıkmaya başladıklarında ilk etapta geride tutulurlar. Toplantılara çağırılmaz, projelere, sunumlara davet edilmez, kurumsal bilgi bu kişilerden saklanır. Sürekli geride tutulan, kendisini ispatlama fırsatı verilmeyen elemanlar, kurumda geri planda kaldığı için kimsenin dikkatini çekemezler. Vasat işleri yapan, tembel, bilgisiz ve kurumsal amaçları benimsememiş, sıradan birileri imajı yaratılır ve bu imajın üzerlerine yapışması sağlanır. Bu imaj bir defa kişilerin üzerine yapıştığında kolay kolay silinmemektedir.
Uzun Lale Sendromunun ikinci aşaması, çalışanın önünü kesme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir elemanın önünü kesmek için etnik, dini, siyasi farklılıklar istismar edilmektedir. Bu çabalar etkili olmadığı takdirde uğraşan ekip, bireyin hasta, ruh sağlığı yerinde değil, sorunlu olduğu temasını işlemeye başlarlar. Üçüncü şahıslara eleman hakkında kötü enformasyon aktararak itibar kaybetmesine neden olurlar. Bu algı operasyonu, çalışanın sadece itibar kaybetmesine değil aynı zamanda hak ettiği pek çok kadroya atanmasını da engellemektedir. Birçoğumuz çalışma yaşamında mutlaka böyle durumlarla karşılaşmıştır.
Uzun Lale Sendromu, bir kurumda yaşanmaya başladığında başarılı olanlar, vasat çalışanlar tarafından budanarak, vasat çalışanlarla aynı düzeye çekilirler. Böyle topluluklarda, kurumsal hafıza ortalamanın altında seyretmeye başlar. Böyle bir yapıda liderler kolay kolay çıkmaz, inovasyon, yaratıcı düşünme ve problem çözme vasatın altında gerçekleşir. Diğer bir ifadeyle kifayetsiz muhterisler için çok güçlü bir yaşam alanı oluşmaya başlar. Dikkat edilirse bu gün ülkemizde yaşanmakta olan durum bire bir aynıdır. Siyasi partilerin yapısını incelediğimizde her iki sendromun örneklerini görmemiz mümkündür.
Gerek Yengeç Sepeti Sendromu gerek se Uzun Lale Sendromu, baskıcı davranışların yoğun yaşandığı kurumsal yapıları işaret etmektedir. Böyle yapılarda kişi ya da kişiler, ekip halinde yetenekli ve başarılı kişiyi ezerek onun kendisini gerçekleştirmesini engellemiş olurlar. Böyle kurumlarda köpekbalığının çenesinin altında, köpekbalığının artıklarıyla yaşamını sürdüren küçük balıklara benzeyen gruplar oluşmaktadır. Bu gruplar “Uzun Lale Sendromu”nun yaşanmasında ve yayılmasında etkili rol oynarlar. Kötü para nasıl iyi parayı piyasadan silerse, kötü çalışanlar da nitelikli çalışanları kurumlardan silip atmaktadırlar. Bu bir tercihtir. Ya liyakatli olanları tercih edeceğiz, ya da kifayetsiz cahilleri göreve getirerek sonuçlarına hep birlikte katlanacağız.