Necdet Topçuoğlu
Araplaşmanın ne anlama geldiği izah edilirse konu açıklığa kavuşacaktır. Araplaşma; bir kimsenin Arap soyundan, yahut Arap kültür dairesinden olmadığı halde, çeşitli etkilerle Arap kültürünü benimsemesi ve kendini Arap hissetmesi olarak tanımlanmaktadır. Türklerde Araplaşma eğilimi İslam’ın kabul edilmesiyle başlamıştır. Yaklaşık bin yıllık bir süreçte Türkler, hem Arap kültüründen yoğun şekilde etkilenmiş, hem de çok sayıda Türk topluluğu Arap asimilasyonuyla erimiştir. Halen Türk kimliğini devam ettiren topluluklar üzerinde de Araplaştırma baskısı devam etmektedir.
Türklerin yaklaşık bin yıl önce başlayan Araplaşma serüveni halen devam etmektedir. Zaman zaman hız kazanan bu süreç, bazen de kesintiye uğramıştır. Araplaşmaya karşı İslam’ın kabulü sonrasındaki süreçte bazı tepkilerin yükseldiği bilinmektedir. Bu tepkiler daha ziyade Türk dilini savunma merkezli olarak gelişmiştir. Bu durumu tabi karşılamak gerekir. Bütün milli kimliklerin temelinde özgün bir dile sahip olma olgusu bulunmaktadır. Türklerin her şeyden önce dilleri sayesinde Türk oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum her millet için böyledir.
Tarihte Araplaşmaya karşı Türk Dilini korumaya çalışanların başında, Kaşgarlı Mahmut ve Karamanoğlu Mehmet Bey gelmektedir. Bilindiği gibi Kaşgarlı Mahmut, Araplara Türkçe öğretmek için “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eserini yazmış, Karamanoğlu Mehmet Bey de, her ne kadar başka bir takım nedenler öne sürülse de özünde Araplaşma ve Farslaşmaya karşı Türkçeyi resmi dil olarak ilan etmiştir. Önemli olan Türkçenin bilim ve ticaret dili haline getirilmesidir. Bu başarılmadan Türkçenin, zengin dünya dilleri ile rekabet edebilmesi zor görünmektedir.
Türklerde Araplaşma eğiliminin temel nedeni Arapçaya karşı duyulan özentiden kaynaklanmaktadır. Arapça özentisi, bu dilin melodik bir dil olması veya ifade gücünün etkinliği değildir. Kuşkusuz Türkçe de dâhil her dilin kendine has bir melodisi ve konuşulan coğrafya dikkate alındığında yüksek bir ifade gücü söz konusudur. Bunların dışında Arapçaya karşı duyulan özentinin dini temele dayanması kalmaktadır. Bu dinsel temel, Arap dilinin kutsal olduğu algısına neden olmaktadır. İnsanlar hakaret içerikli Arapça yazıları gördüklerinde anlamadıkları halde, hemen dua etmeye başlamaktadırlar. Bu cehaletin eğitimle ortadan kaldırılması zorunludur.
Türklerde ve diğer Arap olmayan Müslüman Toplumlarda Arapçanın kutsal bir dil olduğu düşüncesi, dindar Araplardan daha güçlüdür. Dindar Türklerin önemli bir kısmı Arapçanın gerçekten kutsal bir dil olduğunu sanmaktadır. Bu algı bir takım sözde dinsel gerekçelerle beslenerek, inançlı yüreklere yerleştirilmektedir. Söz konusu algı, özellikle Arap olmayan toplumlarda, bir takım psikolojik sorunlar da ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunların başında kendi kimliğine karşı yabancılaşma ve Arapça konuşanlar karşısında aşağılık duygusuna kapılma gelmektedir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan Türkçülük, Sekülerizm ve Batıcılık akımları, Araplaşma karşıtı güçlü bir zemin oluşturmaya çalışmıştır. Cumhuriyetle birlikte bu durum son derece güçlü bir aşamaya ulaşmıştır. Cumhuriyetin Araplaşma karşısındaki zirve uygulaması hiç kuşku yok ki, yazı devrimi, dilde sadeleşme ve ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarıdır, Hatta bir dönem Arapça ezan yerine Türkçe ezan bile okutulmuştur. Bunun, Arapçayı kutsal sananlar açısından nasıl bir tepkiye yol açtığını tahmin etmek zor değildir. Bu tepki, 1950 Genel Seçimlerinde Demokrat Partinin ezici bir çoğunlukla Meclise girmesi olarak kendisini göstermiştir.
Cumhuriyetin bin yıllık Araplaşmaya karşı başlattığı karşı devrim, maalesef yine cumhuriyet kadrolarının verdiği yanlış kararlar nedeniyle ağır yaralar almıştır. Bu yanlış kararların yarattığı tahribat her geçen gün artmaya devam etmektedir. Araplaşma karşıtı çalışmalar konusunda verilen en önemli taviz, İmam Hatip Okulları olmuştur. Zira bu okullar, süreci tersine çevirme konusunda koçbaşı görevi görmüştür. İmam Hatip okullarının müfredatında yer alan dersler, Araplaşmanın duygusal ve ideolojik alt yapısını oluşturmaktadır.
İmam Hatip Liseleri’nin tarihindeki en önemli gelişme 1976 yılında yaşanmıştır. O güne kadar yalnızca erkek öğrencilerin kayıt yaptırabildiği bu okullara bir velinin gerçekleştirdiği hukuksal mücadele sonucu Danıştay kararı ile kız öğrenciler de alınmaya başlamıştır. Halbuki İslam’da kadınların imam olma geleneği bulunmamaktadır. Buna rağmen imam yetiştirmek üzere kurulan okullara kız öğrencilerin alınması şaşırtıcıdır. İmam Hatip Liseleri’ne kız öğrencilerin alınması aslında Türkiye’de yeni bir toplumsal olayın başlamasına neden olmuştur. Türkiye uzun yıllar başörtülü öğrenciler konusunu tartışmak zorunda kalmıştır.
Özellikle Kur’an, Arapça, Siyer, Tefsir, Fıkıh ve Hadis derslerinde yoğun bir Arapçılık egemendir. Bu derslerin içeriği yüzlerce Arapça tabirle doludur. Bu tabirlerin neredeyse hiçbirisinin Türkçe karşılığı kitaplarda yer almamaktadır. Bu durum, öğrencilerin zihninde Arap dilinin ve Arap kültürünün Türk dili ve kültürü karşısında çok güçlü olduğu duygu ve düşüncesinin oluşmasına sebep olmaktadır. Zira kitaplarda Türk dili ve kültürünün önemine ilişkin hiçbir ifade ve cümle yer almamaktadır. Üstelik kitaplara egemen olan dil de, Arap dili ve kültürü karşısında ağır bir eziklik içermektedir.
Siyasal İslam’ı savunanlara göre, Arap milliyetçiliği dışındaki bütün milliyetçilikler İslam’a aykırıdır. Fakat Arap milliyetçiliği, ümmet birliği için kaçınılmazdır. Türkiye’deki İslamcıların milletler üstü dinsel birlik anlamında kullandığı ümmet sözü, Arapçada ulus / millet anlamına gelmektedir. Araplar kendilerine “Arap Ümmeti” demektedirler. Bu da ümmetçiliğin aslında Arap milliyetçiliği olduğu gerçeğini bir başka açıdan ortaya koyan bir dil aldatmacasıdır.
Son yıllarda Türkçenin Arapça tabirleri karşılama oranının gittikçe azalmakta olduğu gözlenmektedir. Bu aslında Türkçenin yetersizliğinden değil, Araplaşma çabalarının artmasından kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki insanlar, Arap kültürünü din zannetme yanlışlığına düşmüşlerdir. Bu karanlıktan kurtulmanın tek yolu, Kur’an esasına dayanan gerçek İslam Dini’nin öğretilmesidir. Bu sorun çözülmeden ne Araplaşma, ne de din ticaretinin önlenmesi mümkün değildir.