Dil, milleti oluşturan fertleri birbirine bağlayan güçlü bir bağdır. Çünkü ifade aracı olarak dil, en yaklaştırıcı ve kaynaştırıcı bir temel unsurdur. Dil, millet denilen toplumun en önemli sosyal varlığıdır. Milli kültürün ilk ve temel unsurudur. Tarihte dilsiz yaşamış hiçbir millet yoktur. Milletler duygularını, düşüncelerini, evrendeki bütün varlıkları kendilerine göre seslendirirler. İşte bu nedenle dil bir milletin ses dünyasıdır.
İnsan düşündüklerini dile yansıttığına göre, dil onu kullanan milletin nasıl düşündüğünü, zihninin nasıl çalıştığını ortaya koymaktadır. Millî düşünce biçimini bu şekilde ortaya çıkar. Milletlerin hayat görüşleri, düşünce tarzları, zekâ keskinliği, ruh derinliği ve duygu inceliği o milletin dilinde saklıdır. Atasözleri, özdeyişler bunun en güzel delilleridir. Yani özetle, “Dil düşüncenin aynasıdır.”
Bir insan için orijinalliğin ilk şartı nasıl benlikse, toplumda da bu benliğin ölçüsü dildir. Milletimizin bağlandığı maddi ve manevi değerler, bütün buluş ve keşifler kendimizin eseriyse bunların karşılıkları Türkçedir. Değilse başka dillerden alınmışlardır. Üretmeyen, keşfetmeyen toplumların dillerinin de gelişmesi mümkün değildir. Kültür değerlerinin çoğu dille ifade edilir. Kendi dilimiz olmadan, kendimize özgü edebiyatımızın, müziğimizin olması mümkün değildir.
Türkçe ilk defa Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından yayınlanan fermanla resmi devlet dili olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyetimizin banisi Aziz Atatürk: “Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Milletimiz, tarihini, kültürünü, ahlakını, kısaca kedisini Millet yapan bütün değerlerini Türk Dili sayesinde korumuştur. Türk dili, Türk Milleti’nin kalbidir, zihnidir.” Demiştir.
Eğitim öğretimin ulusal dilde yapılmasının zorunlu olduğunu belirten Atatürk, tapınmada da halkın anlayacağı yalın bir Türkçenin kullanılmasını önemli görmüştür. 1 Mart 1922’de TBMM’nin yeni toplanma yılını açış konuşmasında, “Camilerin kutsal minberleri halkın din ve ahlak yönünden beslenmesine en yüce, en verimli kaynaklardır. Bundan dolayı camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve uyaracak kıymetli hutbelerin manalarının halkça anlaşılmasını sağlamak, Şeriye Bakanlığının önemli bir görevidir. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne seslenmekle Müslüman kişinin bedeni canlanır, beyni arılaşır, imanı kuvvetlenir” diyerek ibadet yerlerinde Türkçe kullanılması gerektiğinin ilk işaretini vermişti.
UNESCO’nun açıkladığı Dünya Dil Atlası’na göre yer kürede 6000 adet dil bulunmaktadır. Bu dillerin %96’sı dünya nüfusunun % 4’ü, %3’ü ise nüfusun % 96’sı tarafından kullanılmaktadır. Buna göre ilk üç sırayı İngilizce, Fransızca ve İspanyolca almaktır. Bunu Rusça, Arapça, Çince, Almanca, Japonca, Portekizce ve Hintçe izlemektedir. UNESCO’nun Dil Atlası’na göre önümüzdeki yıllarda dünya dillerinin %50’si yok olacaktır.
Bu olumsuz gelişmelerin sürmesi halinde yüzyılın sonunda konuşulan dillerin %95’inin yok olması beklenmektedir. Bir başka ifadeyle her yıl 10 dil ölmektedir. Dillerin ölüm oranı dil çeşitliliği olan bölgelerde daha yüksektir. Ölen dillerle birlikte kültürel zenginlikler de yok olmaktadır. Uzmanlar “Dillerin ölmesiyle birlikte çok sayıda kültür mirası, özlü ve değerli sözler, deyimler, ifadeler, şiirler, hikâyeler, atasözleri, eğlenceler de kaybolmaktadır. Dillerin ölümüyle birlikte insanlar arasındaki çeşitlilik, dünya ve doğa hakkındaki bilgiler de yok olmaktadır.” diyerek konun önemine dikkat çekmektedirler.
Dilbilimciler yüz milyon kişinin konuştuğu diller için bir tehlikenin söz konusu olmayacağını tahmin etmektedirler. Oysa dünyadaki altı bin dilin yarısını konuşan insan sayısı 10.000 ‘den azdır. 15 dili konuşanların sayısı ise yüz milyonu geçmektedir. Bunlar Çince, İngilizce, Hintçe, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Arapça, Portekizce, Almanca, Japonca, İtalyanca gibi dillerdir. Farklı lehçelerde de olsa, dünyada Türk Dilini konuşan insan sayısı 200 milyonun üstündedir.
UNESCO Dil Atlası’nın yöneticisi Christopher Moseley, “İngilizce, Fransızca ve İspanyolca gibi diller, diğer dillerin ölümünün sorumlusudur.” demektedir. Dillerin ölümü yeni bir olay değildir. Dünyamızda bu güne kadar 30. 000 kadar dil doğmuş ve bunların çoğu hiç iz bırakmadan kaybolmuştur. Eskiden dillerin çok olması hızlı ve kolay iletişim, bilimsel ilerlemeleri paylaşma, sanayileşmeyi geliştirme açısından sorun olarak görülmüştür.
Dünyada dillerin çeşitliliği bilgilerin yayılması ve fırsat eşitliği bakımından engel olarak düşünülmüş, tek dil ideal olarak görülmüştü. Hatta 19. Yüz yılın sonunda evrensel dil fikri doğmuştu. Zaten son yıllarda internet kullanımı nedeniyle küçük diller hızla yok olmaktadır. Dünyamızdaki uluslararası finans pazarları ile bilgilerin elektronik araçlarla yayılması gibi durumlar, küçük diller için tehlike oluşturmaktadır. Çünkü dünyamızdaki dillerin %90’ı internette yer almamaktadır. İnternet üzerinde kullanılmayan bir dil artık modern dünyada yok sayılmaktadır.
Diğer taraftan internet nedeniyle dil çeşitliliği giderek azalmakta ve hatta tek dile doğru gidilmektedir. Bu durumun gelecekte çok ağır sonuçlarının olacağı düşünülmektedir. Eğer dünyamızda tek dile doğru gidilirse, bundan önce zihinlerimiz etkilenecektir. Yani tek tip düşünen, anlayan, sorgulayan, düşünceleri ve bakış açıları tek tip hale gelmiş insan toplulukları ortaya çıkacaktır.
Doğuştan gelen dil farklılıklarımızla düşünüş ve yaratıcılığımızın önemli bir bölümü kaybolacaktır. Buna karşılık dillerin ölümü ile insanlık tarihinin önemli bir bölümü de yok olacaktır. Diller insanlar arasında sadece iletişim aracı değildir. Diller, aynı zamanda konuşanların dünya görüşünü, düşüncelerini, bilgiyi kullanma biçimlerini de kapsamaktadır. Bu nedenle farklı diller farklı kültürlerin bir yansımasıdır. Dilin ölmesi kültürün de ölmesidir. Dünyayı tek bir dili, kültürü ve yaşam biçimini kabul etmeye zorlamak, diğer düşünceleri reddetmek demektir. Covid-19 salgınını kabus gibi gösteren egemenler, dünyayı bu istikamete doğru götürerek insanlığı esir almak istemektedirler.