Türkiye’nin birçok yerinde arama ruhsatı verilen yabancı veya, yabancı ortaklı şirketler tarafından altın elde edilmektedir. Altın madenlerinin işletilmesi konusunda ölçü öylesine kaçırılmıştır ki, neredeyse toprak ve çevre katliamına dönüşmüştür. Bu konuda bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını okuduktan sonra. konuyu hepimizin anlayacağı bir sadelikle anlatmaya çalışacağım.
Siyanür aslında bir bileşiktir. C ve N elementlerinden oluşmaktadır. Uzaktan bakıldığında karbonata benzemektedir. Laboratuvar deneyleri için genellikle toz şeklinde kullanılmaktadır. Cam kap içinde saklandığı sürece kimseye bir zararının dokunması söz konusu değildir. Ancak temas edildiğinde milyon da bir seviyesindeki miktarı bile yaşamı tehdit etmeye başlamaktadır. Zehirleme etkisi çok hızlıdır. Tedavileri ancak tam teşekküllü eğitim ve araştırma hastanelerinde yapılabilmektedir.
Siyanürün solunum yolu ile alınması halinde, alan kişinin pek kurtulma şansı bulunmamaktadır. Solunum yolu ile zehirlenmede acı badem kokusu algılanmışsa zehirlenme başlamış demektir. Bu aşamada hastanın hastaneye ulaşması için sadece on dakika zamanı olduğunu söylemek mümkündür. Siyanürün en tehlikeli özelliği, merkezi sinir sistemini etkilemesidir. İşte bu nedenle zehirlenmeler yüksek oranda ölümle sonuçlanmaktadır.
Bu arada altın altın ile siyanürün ilişkisinden bahsetmek gerekir. Altın doğa da bileşik yapmadan saf hale yakın bir şekilde bulunmaktadır. Eski Amerikan filmlerini hatırlayacak olursak, dere yataklarında ellerinde elekle altın arayanlar aklımıza gelmektedir. İşte o insanlar altının saf olarak dere yataklarında, toprağın içindeki elle tutulabilen, gözle görülebilen boyutlardaki halini aramaktadırlar. Altının büyük parçalı olmayan, tanecikli hali ise, altın yataklarının içerisinde milyonlarca parça halinde geniş araziye yayılmış olarak bulunmaktadır.
Tonlarca toprağın içerisinde altın cevherini tek tek elle bulma imkanı yoktur. Bu noktada siyanür devreye girmektedir. İçinde altın olan toprak siyanürlü su ile yıkandığında altın katı halden sıvı hale dönüşmektedir. Meydana gelen çözeltinin içinde yüksek oranda altın bulunmaktadır. Bu çözeltiye klor gazı verilince altın çözeltinin içinde katı halde çökmektedir. Sonra kurutularak külçe haline getirilir. Aslında bu aşamaya kadar bir sorun yok gibi görünmektedir. Esas sorun bundan sonra başlamaktadır.
Her şeyden önce, binlerce ton toprağı yıkayacak kadar siyanürlü suyun olması zorunludur. Bunun için çok geniş ve oldukça derin bir siyanür havuzunun olması gerekmektedir. O nedenle altın madenine yakın bir yerde tıpkı şu an Çanakkale ve Fatsa da olduğu gibi devasa havuzların yapıldığı görülmektedir. Bunun anlamı, benden sorası tufan olsun zihniyetiyle doğayı katletmektir. Maden ocağının büyüklüğüne göre değişmekle birlikte bu havuzların çapı 200-250 metre, derinlikleri ise 60-70 metre civarında olmaktadır. Olayın büyüklüğünü kavramak için, bir stadyumun, boğaz köprüsünün denizden yüksekliği kadar derinlikte kazıldığını düşünmek gerekmektedir.
Söz konusu siyanürlü havuzun mutlaka açık hava da olması zorunludur. Siyanürlü çözeltinin zehir etkisi yine doğa tarafından bertaraf edilmektedir. Çözelti güneş ışınları ile temasa bırakıldığında Ultra Viyole Işınları, Karbon ve Azotu parçalayarak zehir etkisini azaltmaktadır. Genellikle havuzun iç çeperleri su geçirmez branda ile kaplanmaktadır. Ancak sızma tehlikesi mevcuttur. Havuzun deprem bölgesi veya bir fay hattı üzerinde olması tarifi mümkün olmayan çevre felaketi ile sonuçlanabilir. Bunların dışında aşırı yağışlar veya sel felaketinin meydana gelmesi ile havuzun taşması tehlikesi de bulunmaktadır.
Havuzda meydana gelebilecek sızıntı ve su kaçaklarının en büyük tehlikesi yer altı sularına karışmasıdır. Böylece bitkilerde ve hayvanlarda zehirlenmelere bağlı teşhisi konulamayan hastalıklar meydana gelebilmektedir. Hastalıkların nedeni daha sonra yapılacak otopsiler sonucu aydınlığa kavuşmaktadır. Siyanür havuzlarının olduğu çevrede öncesine göre ölüm artışları meydana geliyorsa, sebebini bu havuzların yarattığı çevresel etkilerde aramak gerekmektedir.
Bütün tehlikelerine rağmen, siyanürle altın elde etmekten maliyet avantajı sağladığı için vazgeçilmemektedir. Halbuki altın elde etmek için başka yöntemlerde de vardır. Ancak uzun zaman aldığı ve maliyetleri yüksek olduğu için tercih edilmemektedir. Romanya’da siyanür havuzunun selden zarar görmesi sebebiyle 50 kilometre çapında bir alanda biyolojik yaşam sona ermiştir. Bu çevre felaketi Çernobil faciasından sonra en büyük ekolojik felaket olarak değerlendirilmektedir.
Altın çok değerli bir metaldir. Uğrunda tarih boyunca çok savaşlar ve mücadeleler verilmiştir. Ancak hiçbir mal, insan ve canlıların yaşamı kadar değerli değildir. Tekrar söylüyorum, Türkiye’de yabancı şirket ortaklıklarına verilen altın arama ruhsatlarında ölçü kaçmıştır. Bu durum adeta talana dönüşmüştür. Ayrıca elde edilen altının sadece %5’i Türkiye’de kalmaktadır. Bu durum adeta kaynakların sömürülmesine seyirci kalmaktır. Ülkeyi yönetenlerin halkın çevreye karşı olan duyarlılığını dikkate almaları beklenmektedir.