SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ

17 Haziran 2020 - 01:00

Yaşadığımız dünyada nüfusuna, toprak büyüklüğüne, ekonomisine, idari yapısına bakılarak tanımlanan birçok devlet mevcuttur. Devletler yönetim biçimleri itibarıyla Monarşi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet sistemine göre yönetilen devletler olarak tasnif edilirler. Ancak bu yönetim biçimlerinin işleyiş şekillerine bakıldığında çok farklı uygulamalarla karşılaşmak mümkündür. Bu uygulamalara o devletin rejimi denir.
 
          Cumhuriyet bir yönetim biçimi, demokrasi ise bir rejimdir. Her Cumhuriyet yönetimi bir demokrasi olmadığı gibi, her demokrasi de bir Cumhuriyet değildir. İngiltere birleşik krallık olmasına rağmen, dünyanın en sağlıklı işleyen demokrasi rejimlerinden birine sahiptir. İran Cumhuriyetle yönetilmesine rağmen bu ülkede islami rejim hüküm sürmektedir.
 
          Türkiye ise dünyada hem Cumhuriyetle yönetilen hem de demokrasi rejimini benimseyen nadir ülkelerden birisidir. Ancak son yıllarda yapılan uygulamalar, demokrasiden biraz uzaklaşıldığını çağrıştırmaktadır.
 

          Ancak demokrasilerde, uygulama şekillerine göre değişiklikler göstermektedir. Bu uygulamalara bakıldığında nerede ise her devletin kendine göre bir demokrasisinin olduğunu söylemek mümkündür. Çok sayıda enstrümanı ve bir o kadar da imkanı olan bu rejimin tam anlamı ile uygulanabilme olanağı bulunmamaktadır. Kısacası ne kadar isterseniz o kadar demokrasi uygulama imkanı bulunduğunu söylemek mümkündür.

 

          Türkiye idari sistemini Laik Demokratik Cumhuriyet olarak seçmiş ve tercihini bu yönde kullanmıştır. Altı yüz yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmiş, ancak taşların yerine oturması çok uzun zaman almıştır. Türkiye, Cumhuriyet döneminde Osmanlı’dan kalan kültür değerleri ile kucaklaşamamanın çok sıkıntılarını yaşamıştır. İmparatorluktan kalan duyunu umumiye borçlarını ödemeyi bir onur meselesi saymış, alnının akıyla bu borçları ödemiş fakat kültür değerleri konusunda neredeyse reddi miras etme yolunu seçmiştir.
 
Evrimle değil, devrimle gelen Cumhuriyet kuruluşundan itibaren 27 yıl boyunca kökleri ile savaşarak değerlerini yerleştirmeye çalışmıştır. Ancak 1950 yılında çok partili demokratik sisteme geçilebilmiştir. Bu demokrasi temsili demokrasi olmasına rağmen, Milletin hür seçimlerle kullanmak durumunda olduğu bu hak zaman zaman müdahalelerle kesintiye uğratılmıştır.
 
Halen yaşadığımız dönemde bile temsili demokrasiyi kurallarına göre işletebildiğimizi söylemek mümkün değildir. Bu demokrasi türünde halk seçimden seçime fonksiyoneldir. Seçimlerde halk temsilcilerini seçer, gelecek seçimlere kadar demokratik haklarını temsilcileri aracılığı ile kullanır. Temsili demokrasilerde halkın zaman zaman etkin olduğu bir katılım söz konusu değildir. Sistem, yasama, yürütme ve yargı olmak üzere kuvvetler ayrılığı prensiplerine göre yapılanmıştır. Yine sistemin işletilmesinde halkın bariz bir etkiliğinden söz etmek mümkün değildir.
 
          Halkın, yasal örgütleri aracılığı ile sistemin işleyişine müdahil olduğu demokratik sistem ise “Katılımcı Demokrasi”dir. İdari sistemleri ister Cumhuriyet olsun, ister başka bir sistem olsun, bütün çağdaş toplumlarda rejim olarak “Katılımcı Demokrasi” tercih edilmiştir. Halkın yasal örgütlerinin diğer bir adı “Sivil Toplum Kuruluşları”dır. Sivil Toplum Kuruluşları; belli bir Kanunu, yönetmeliği ve tüzüğü olan, çalışmalarını ve kuruluşlarını bu mevzuatlar çerçevesinde sürdüren, devlet yapısı içinde resmi olmayan kuruluşlardır. Çağdaş demokrasilerin hakim olduğu ülkelerde bu kuruluşlara, (Non Govermental Organizations) kısaca NGO’lar denilir. Bu kuruluşlar; Dernekler, Meslek Odaları, Üretici Birlikleri, Sendikalar, Vakıflar ve Kulüplerdir.
 
          Sivil toplum kuruluşları, aynı amaç ve ortak menfaatlerin yasal çerçevede savunulması, hakların korunması, üyeler arasında her konuda dayanışma sağlanması hususlarında faaliyet gösterirler. Katılımcı Demokrasinin, toplumların yasal çerçevede örgütlü olduğu ülkelerde uygulanması mümkündür. Toplumların örgütlenmesi ise sivil toplum kuruluşları etkinliğine bağlıdır. Bu kuruluşların mutlaka yasal çerçevede örgütlenme zorunlulukları olmalıdır. Aksi takdirde yasal dayanağı olmayan kuruluşların faaliyetleri, illegal faaliyetler kapsamında değerlendirilir.
 
          Katılımcı demokrasilerin, temsili demokrasilerden farkı, bu sistemde halk egemenlik haklarını sadece seçtiği temsilciler eliyle kullanmaya razı olmaz. Kurduğu yasal örgütler vasıtası ile zaman zaman sistemin işletilmesinde devreye girerek etkili olabilir. Demokrasi kültürü gelişmiş olan ülkelerde toplumların örgütlü olması, yönetimde kolaylık sağlanması hak ve menfaatlerin sağlıklı bir şekilde korunabilmesi için desteklenmektedir.
          Halbuki demokrasi kültürünün yeterince gelişmediği ülkelerde ise yönetimler, toplumun örgütlenmesinden endişe duydukları için bu tür faaliyetlere yasal zorluklar çıkartarak engel olmaya çalışırlar.
 
          Dünyanın hiçbir ülkesinde, rejim ne kadar demokratik olursa olsun bireysel olarak hak elde etmek, elde edilmiş hakları koruyabilmek mümkün değildir. Hakların elde edilmesi ve elde edilen hakların korunabilmesi için, hak sahiplerinin aynı amaç doğrultusunda güçlerini birleştirmeleri zorunlu görülmektedir.
 
          Bunun örneklerini sadece toplumsal yaşamda değil, doğal yaşamda bile görebilmek mümkündür. Doğada; kuşlar hep toplu halde uçarlar, karıncalar, arılar aynı amaç doğrultusunda toplu halde çalışırlar. Denizlerde aynı tür balıklar hep birlikte hareket ederler. Hayvanlar aleminde sosyal gruplar arasında inanılmaz bir dayanışma mevcuttur. Bu doğal dayanışma, toplumların örgütlenmesinde örnek alınacak sağlıklı bir model olarak değerlendirilmelidir.
 
          Birey olarak her insan, derede akan su gibidir. Su rasgele akarken olağanüstü bir gücü yoktur. Ancak bu derenin önüne bir bent kurulursa, bent arkasında toplanan su inanılmaz bir güç oluşturur. Tek başına birer güç olmayan insanlar, bir bendin arkasında toplanan su gibi, bir liderin arkasında toplanarak çok büyük bir güç oluşturabilirler. Sivil toplum kuruluşlarının, kuruluş ve işlevini bu mantık çerçevesinde düşündüğümüz zaman ne kadar önemli ve güçlü kuruluşlar olduklarını anlamak hiç de zor değildir.
 
          Türkiye’de halen yürütülmekte olan temsili demokrasi uygulamasında başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Hatta yeni sistemde Meclisin etkinliği oldukça azalmış görünmektedir. Diğer taraftan, örgütlenme ve toplu hareket etme kültüründe de önemli eksiklerimizin bulunduğunu kabul etmek durumundayız. Örgütlü toplumu oluşturmadan, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçebilme şansımız bulunmamaktadır.
 
Bu sebeple, sivil toplum kuruluşlarını kurma, yaşatma ve çoğaltma kültürünü geliştirmek zorunda olduğumuz unutulmamalıdır. Türk Milleti, tarihin derinliklerinden gelen kültür değerleri ile Cumhuriyet değerlerini kucaklaştırmayı başardığı takdirde önce temsili demokraside, sonra da katılımcı demokraside arzu ettiği standardı yakalayacaktır. Bu noktada yeni nesillere çok önemli görevler düşmektedir.
 
          Türkiye’nin idari sistem olarak tercih ettiği Laik Demokratik Cumhuriyet sisteminin yol haritasında, hafızalarda acı tatlı izler bırakan kilometre taşları bulunmaktadır. Bundan sonraki dönemde sistemin en aktif aktörlerinin sivil toplum kuruluşları olması demokrasinin yeniden güçlendirilmesi bakımından gerekli görülmektedir.
 
          Bu sebeple, sivil toplum örgütlerinde yer almak, bu çatılar altında örgütlenmek, siyasi partilerde görev almak kadar önemlidir. Okuyucularımızın, sivil toplum kuruluşlarını desteklemeleri, hatta mümkünse bu kuruluşlarda görev almaları demokrasimizin gelişmesi bakımından faydalı görülmektedir.
         
 
 

Bu yazı 1160 defa okunmuştur .