Türkiye gerçekten çok ilginç bir ülke. Bu ülkenin önemli insanları yaşamları boyunca hep rahatsız edilmişlerdir. Sağlıklarında haklarında söylenmedik söz kalmayan muhterem insanlar öldükten sonra da baş tacı olmuşlardır. Bir başka ifade ile ‘’kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur.’’ Bu ülkeye hizmet eden önemli insanlara yaşarken hak ettikleri değerin verileceği günleri merakla bekliyorum. Bu günlerin gelmesi tamamen toplumsal değişime bağlıdır.
Benim çocukluk yıllarımda Osman Bölükbaşı adında ünlü bir politikacı vardı. Millet Partisi Genel Başkanı idi. Çok güçlü bir hatip, iyi bir politikacıydı. Adeta tek başına bir parti gibiydi. Her iktidar döneminde kendisine çok zulümler reva görülmüştür. Yetmemiş doğduğu il olan Kırşehir ilçe yapılmıştır. Sayın Osman Bölükbaşı vefat ettikten sonra, söylemler tersine dönmüştür. Çok ünlü bir hatip, dürüst bir vatansever idi denilmeye başlanmıştır.
Rahmetli Necmettin Erbakan Hocanın kaç siyasi parti kurduğunu ben sayamıyorum. Siyasi hayatı boyunca önü kesilmeye çalışılmış, askeri vesayet rejiminin baskılarına muhatap olmuştur. Başbakan olduğunda 28 Şubat Muhtırası ile istifa etmek zorunda bırakılmıştır. O da vefatından sonra değeri bilinenlerdendir. Hatta kendimi bile Erbakan Hocayı geç anlayanlar arasında görmekten hiçbir kompleks duymuyorum.
Başbuğ Alpaslan Türkeş’e faşist, Bülent Ecevit’e kominist, Süleyman Demirel’e mason denilerek onlara haksızlık yapıldığını hepimiz hatırlarız. Aslında böyle olmadıklarını bütün toplum biliyordu. Ancak siyasette sağduyu yoktur. İnsani değerler ile siyasi fikirleri birbirinden ayıracak toplumsal olgunluğa ulaşılmadığı sürece bu tür dayanaksız ifadelerin kullanılması kaçınılmazdır. Bu haksız isnatlar bugün de kullanılmaktadır, gelecek yıllarda da kullanılmaya devam edecektir.
Bir paragraf da Alperenler Kültürünün temsilcisi Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na açmak isterim. Hayatında Türk Milliyetçiliğinden ve memleket sevdasından başka derdi olmamış bir kardeşimizdi. 12 Eylül zindanlarında yıllarca hücre mahkumu olarak yatmak zorunda kalmıştır. Özgürlüğüne kavuştuğunda, yıllarca işkence gördüm, hücrede yattım, ‘’ne kaderime küstüm, ne de devletime küstüm’’ diyerek yoluna devam etmiştir. Sağlığında çile çeken Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu vefatından sonra değeri bilinenler listesinde yerini almıştır.
Bu örneklerin sayısını istediğimiz kadar artırmak mümkündür. Çünkü malzeme bol, mağdur edilenlerin sayısı çoktur. İşte biz böyle bir Milletiz. Başbakanı ve Bakanları idam edip, ardından destanlar yazıyoruz. Vatan şairi Nazım Hikmet Ran’ı vatandaşlıktan çıkararak sürgün edip, ölümünden on yıllar sonra iade-i itibar ediyoruz. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asıp, yıllar sonra iyi çocuklardı, Bağımsız Türkiye sloganı atıyor, emperyalizme karşı mücadele veriyorlardı diyoruz. Neden bizim Millet olarak davranışlarımızda doğrultu tutarlılığı yoktur, bunu anlamakta zorlanıyorum.
Sevgimizi de kinimizi de abartmakta üstümüze yok. Bu durum atasözlerimize bile yansımıştır. Ne diyor atasözü “Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur.” Bırakın sağlığında kele kel, köre kör diyebilelim. Dürüstlük bunu gerektirmektedir. Hizmet eden seçkin insanlara hak ettikleri değer daha onlar hayatta olduklarında verilmelidir. Onlar da hizmetlerinin karşılığını hiç olmazsa sevgi ve saygı olarak sağlıklarında görebilmelidir.
Ayrıca bunun tersini de yapılmamalıdır. Sağlığında gerek korkudan, gerekse çıkarlar gereği haklarında methiyeler ve iltifatlar düzenlenen insanların, vefatlarından sonra aleyhlerinde kötü söz söylenmemelidir. Rahmetli Atatürk bu konuda en çok haksızlık yapılanlardan birincisidir. Yani; “sırma saçlı öldüğünde kel, badem gözlü öldüğünde kör olmasın.”