Necdet Topçuoğlu
Robert Thomas Malthus, 1766 – 1834 yılları arasında yaşamış bir İngiliz iktisatçısıdır. Malthus'un nüfus teorisi, ‘’gıda üretimindeki artışın, nüfus artışından daha yavaş olacağını ve buna bağlı olarak yaşam refahının düşeceğini öne süren teoridir’’. Malthus, nüfus teorisin de, nüfus artışı ile besin maddelerinin üretimi arasındaki dengeyi tartışarak, dünyada er ya da geç bir açlık sorununun ortaya çıkacağını öne sürmüştür.
Malthus’a göre dünya nüfusu yirmi beş yılda bir, iki katına çıkarken yani geometrik bir şekilde(2,4,8,16…) artarken; besin maddelerinin üretimi ancak aritmetik bir biçimde (2,3,4,…) artmaktadır. İşte bu artışlar arasındaki fark nedeniyle yüzyıl sonunda besin maddeleri üretimi beş kat artarken, dünya nüfusu tam 16 kat artacaktır öngörüsünde bulunmuştur.
Halbuki aynı dönemde yaşamış olan İngiliz iktisatçı Godwin, nüfus artışının toplumun refah seviyesini ve gücünü arttıracağını ve böylece tek tek insanların faydalarının da artacağını iddia etmiştir. Bu görüşü tamamen reddeden Malthus, bir anlamda bu görüşe bir cevap niteliğinde olan kendi teorisini ortaya koymuştur. Bu gün Malthus’un nüfus teorisi önemini korurken, karşıt görüşlü bilim adamı Godwin’in ismini hatırlayan bile yoktur.
Dünyadaki yaşam için gerekli olan kaynaklar sınırlıdır. Sınırlı kaynakları tüketen canlıların sadece insanlar olduğunu düşünmek doğru değildir. Büyük resme baktığımız zaman her canlı yaşamını sürdürmek için dünya kaynaklarının tüketimine ortak olmaktadır. Avustralya da kuraklık sebebiyle çok su tükettikleri iddia edilen mandaların sayısı azaltılmıştır. Güçlü olan canlılar güçsüzleri yok ederek, kaynaklara ortak olmasını engellemektedirler.
Gıda maddelerinin yeterli olduğu dönemlerde Malthus’un nüfus teorisi kimsenin aklına gelmemektedir. Gıda üretimindeki yetersizlikler sebebiyle fiyatlar aşırı yükseldiğinde bazı gelir gruplarının gıda maddelerine ulaşması imkansızlaşmaktadır. O zaman şu soru sorulmaya başlanmaktadır. Hani Türkiye kendi kendisine yeterli yedi ülkeden birisiydi denilmektedir. O söz söyleneli köprülerin altından çok su geçmiştir. Türkiye’nin birçok gıda maddesi yönünden kendisine yerli olmadığı görülmektedir. Ukrayna-Rusya savaşı ithal edilen birçok bilinmeyeni gün yüzüne çıkarmıştır.
Üreten nüfus dünyanın yükünü çekmektedir. Üretmeyen nüfus ise üretenlere yük olmaktadır. Mevcut üretimden pay alınması ve refahın paylaşılması konusunda tartışmalar çıkmaktadır. Covid-19 salgınının yeni başladığı günlerde dünya nüfusunun çok fazla olduğu, üretmeden tüketenlerin sayılarının azaltılması gerektiği çok tartışılmıştır. Dünya egemenleri nitelikli nüfustan yana tavır almışlardır. Bu nedenle Covid-19 salgını beklentilerimizi karşılamadı demektedirler. Bu da nüfus kontrolüne yönelik yeni planların ortaya sürüleceğini göstermektedir.
Yaşayan insanlar bir yandan sorumsuzca dünya kaynaklarını tüketirken, diğer yandan da nüfusun artması yönünde fikirler ileri sürmektedirler. Halbuki bu dünya bize atalarımızdan miras kalmamıştır. Dünya torunlarımızdan ödünç alınmış olup, geri verilmek zorundadır. Kaynakları sorumsuzca kullanan ekonomik sistemler, artan nüfusu da müşteri olarak görmektedirler. Bunun gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Kaynakları ihtiyacı kadar kullanan, tasarrufu ön planda tutan, israfı engelleyen, çevreyi ve iklimi koruyan sistemler daha mantılı görünmektedir.
İnsanoğlu yenilenebilir enerji kaynakları bulmadıkça, fosil yakıtlara dayalı geleneksel enerji kaynakları bir gün tükenecektir. Üretimin en temel girdisi enerjidir. Enerji olmadığı takdirde bütün üretim araçları savaş meydanında yakıtı tükenmiş tanklar gibi işlevsiz kalacaklardır. İnsanoğlu ya enerji sorununu çözecek, ya da başka gezegenlerde yaşama imkanı arayacaktır. Belki de değişen iklim şartları sebebiyle tamamen yok olacak, yerini değişen iklim koşullarında yaşayacak canlılara terk edecektir. Dünyanın geçmişine bakıldığında bunu anlamak mümkündür.
Ben de bireysel olarak Malthus’un nüfus teorisinden bağımsız olarak, üreten ve nitelikli nüfustan yanayım. Dünya kaynaklarını ihtiyacı kadar tüketen, çevreyi kirletmeyen, iklim değişikliklerine sebep olmayan, birbirleriyle savaşmaktan çok barış içinde yaşamayı tercih eden toplumların olmasını arzu ediyorum. Avlanarak hayatlarını sürdüren et obur hayvanlar, yemek ve karınlarını doyurmak için avlanmaktadırlar. Savaşan insanlara bakalım, öldürdükleri insanları yemedikleri halde neden kan döküp, can almaktadırlar. Bunun çok iyi düşünülmesi ve savaşların sorgulanması zorunludur. Savaşların olmadığı, günahsız çocukların ve masum insanların perişan olup öldürülmediği bir dünya düzeni diliyorum.