KRİZ DAHA GELMEDİ
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

KRİZ DAHA GELMEDİ

27 Kasım 2021 - 00:04


Necdet Topçuoğlu

Ekonomik krizler kapitalist sistemin zaman zaman içine düştüğü kronik bir hastalıktır. Dünyayı temelinden sarsan, savaşların ve çok büyük olayların sebebi olan ekonomik krizler geçmişte oldu, bugünde olur ve gelecekte de olacaktır. Son yıllarda dünya ekonomisi Covid-19’dan kaynaklanan bir darboğaza girmiştir. Globalleşen dünyada devletlerin ekonomileri herhangi bir şekilde birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili hale gelmiştir. Bu sebeple, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ekonomik kriz diğer devletleri de bir şekilde etkilemektedir. Daha önce Brezilya başta olmak üzere küçük ve orta ölçekli ekonomilerde meydana gelen krizler, Global Sistemde sorunlara yol açmış, ancak bu sorunlar sistemin dinamikleri içinde çözüme kavuşturulmuştur.
Halen Global Sistemin en büyük aktörleri olan ABD ve ÇİN’de, sistemi derinden sarsacak bir kriz belirtisi görünmemektedir. Globalleşme ile ÇİN dışında bütün devletlerin merkez bankaları ABD Merkez Bankasına göbeğinden bağlı hale gelmiştir. Bu sebeple ABD’de bir finansal kriz meydana gelmedikçe, diğer devletlerin merkez bankalarında yaşanan sorunlar, küresel kriz üretemez. Global Sistemde devletler ve çok uluslu şirketler birbirinin müşterisi durumundadırlar. Bu sistemde alıcılar ve satıcılar ister istemez birbirinden oldukça kolay etkilenmektedirler. Dolayısı ile sistem kendisini darboğaza sokacak lokal krizlerin çıkmasına izin vermez. Lokal ekonomik sıkıntıları ise terbiyevi mahiyette olaylar olarak değerlendirir.
Finansal krizlerde, halkın elinden çıkan paralar büyük sermaye kuruluşlarında toplanmaktadır. Sistem bu paraları tekrar halka döndüremezse halk da bir talep daralması meydana gelmektedir. Talebin daralması üretimin azalmasına, üretimin azalması da istihdamın ve büyümenin küçülmesine neden olmaktadır. Kısaca finansal krizler belli bir aşamadan sonra yapısal krize dönüşmektedir. Bu aşamalar tamamlanmadan krizin derinliği hakkında fikir beyan etmek mümkün değildir. Ancak benim izlediğim kadarıyla küçük bir kesimin elinde inanılmaz miktarda para bulunmaktadır. İzlenmekte olan düşük faiz, yüksek kur politikası bu kesimin varlıklarını katlamasına neden olmaktadır.
Krizden her ekonomi aynı oranda etkilenmez. Bir zincir doğal olarak en zayıf halkasından kopmaktadır. Ekonomileri sorunlu olan ülkelerin krizden daha fazla etkilenmeleri doğaldır. Türkiye ekonomisi, sahip olduğu iç ve dış borç miktarı ve cari açık sebebiyle kırılganlığı yüksek olan ekonomiler arasındadır. Bu sebeple, küresel bir kriz meydana gelirse, Türk ekonomisinin fazla etkilenmesi, ve bu etkinin uzun sürmesi kaçınılmazdır. Bunu gören ekonomi yönetiminin gerekli tedbirleri alması zorunludur. Uygulanmakta olan düşük faiz, yüksek kur politikası ithalatı kısma, ihracatı artırma ve cari açığı kapatma amacı taşımaktadır. Bu bir siyasi tercihtir. Ancak bu politika amacına ulaşırken, zengin daha zengin, fakir daha çok fakirleşmektedir. Zenginleşenler keyif alıp sessiz kalırken, fakirleşenler bağırıp çağırmaktadır. Kıyametin koparılması bundandır.
Türkiye de yaşanmakta olan, ekonomistlerin dolarizasyon diye adlandırdıkları bir durumdur. Döviz kurlarının kontrol edilemez bir şekilde yükselmesinin, kur krizine sebep olduğunu söylemek mümkündür. Kriz sona erinceye kadar menkul değer satışlarının sınırlandırılması, gayrimenkul satışlarının ise durdurulması faydalı görülmektedir. Aksi takdirde fiyatların aşırı derecede ucuzlaması, varlıkların kelepir fiyatına elden çıkmasına neden olacaktır. Ekonomiyi yönetenler döviz kurlarını kontrol altına almayı istemiş olsalar, Merkez Bankası politika faizini 800 baz puan yükselterek dövizin ateşini düşürebilirler. Bu durumda ekonomi kaldığı yerden normal seyrinde yürüyebilir. Ancak bu bilinçli olarak istenmemektedir. Söylendiği gibi bir dış müdahale yoksa, döviz kurları bir süre sonra normal seyrine dönecektir.
Türk halkı AK Partinin ilk on yıllık döneminde hakkı olmayan refahı borçlanarak yaşamıştır. ‘’El atına binen yarı yolda iner, tatlı tatlı yemenin acı acı çıkarması olur’’ diye bir söz vardır. Bir milletin refah içinde yaşama hakkı kendi üretimi ile sınırlıdır. Borçlanarak, başka milletlerin ürettikleri ile refah içinde yaşamayı sürdürmek mümkün değildir. Popülist politikalar sona ermiş, borcu borçla ödeme dönemine gelinmiş, kimse refahından vaz geçmek istememektedir. Bu bedeli millet ödeyecektir. Ancak iktidar yanlıları bu dönemde de kazanmışlardır. Ben bunları yazdığım zaman hocam sen fikir mi değiştirdin diye soranlar olmaktadır. Benim fikri saplantılarım yoktur. Olayları aslına uygun bir şekilde yazmak gibi bir borcum vardır.
Devletlerin büyüklüğü, ekonomilerinin veya topraklarının büyüklüğü ile ilgili değildir. Devletlerin büyüklüğü vizyon sahibi Devlet Adamlarının büyüklüğü ile ilgilidir. İşte bu sebeple Atatürk dönemindeki fakir Türkiye, şimdiki zengin Türkiye’den daha büyüktü. Yaklaşık 465 milyar dolar iç-dış borç, ve çok büyük faiz yükü altında bulunan Türk ekonomisinin bağımsız olduğunu söylemek mümkün değildir. Siyasi bağımsızlıkların temeli ekonomik bağımsızlıklar olduğuna göre, bu kritik coğrafyada bağımsız siyasi kararlar almamız beklenmemelidir. Diğer taraftan dünya genelinde ekonomik darboğazların tarihine bakıldığında, hepsi birer savaş ve siyasi çalkantı sebebi olmuşlardır. Dilerim Dünyada ve Türkiye’de bu tür tehlikeli sonuçlar ile karşılaşmayız.

Bu yazı 473 defa okunmuştur .