Necdet Topçuoğlu
Benim kuşağımın Üniversite öğrencileri kalemini satmayan gazetecileri okuyarak yetişmişlerdir. Basının kalbinin attığı yer İstanbul Babıali Yokuşu olarak bilinse de, Ankara’da da çok önemli gazeteciler bulunuyordu. Bunların başında Uğur Mumcu, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı geliyordu. Daha bir çok gazeteci vardı ama, ben bu üç değerli gazetecinin birçok konferansını izleme imkanı bulmuştum. 1970’li yıllarda Türkiye çok çalkantılı bir dönemden geçiyordu. Üniversite gençliği o yıllarda sağ ve sol olaylarının içine çekilmişti. O dönem gençliğinin içinden gelmeme rağmen, olayları anlamakta oldukça zorlanıyordum. Yalnız bir şeyi çok iyi anlamıştım. Sağcı gençler Milliyetçi Türkiye, solcu gençler ise Bağımsız Türkiye diye slogan atıyorlardı. Sloganlarda Türkiye ortak, Milliyetçi ve Bağımsız kelimeleri farklıydı. Görüşleri ayrı olsa da hepsi birer vatanseverdi.
O yıllarda Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinde okuyan çok sayıda arkadaşım vardı. 1974 yılında bir gün Rahmetli Uğur Mumcu’nun Siyasal Bilgiler Fakültesi Büyük Anfi de, Tarikat-Ticaret-Siyaset konulu bir konferansı vardı. Arkadaşlarım benim de izlememi istemişlerdi. Ben Mühendislik eğitimi aldığım için konu bana oldukça yabancıydı. Alkışlar arasında rahmetli Uğur Mumcu kürsüye gelmişti. Kendisini ilk defa yakından görmüştüm. Mikrofonda tank gibi gürleyen bir ses tonu vardı. Tarikat ve cemaatlerin Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasına nasıl sebep olduklarını uzun uzun örnekler vererek anlatmıştı. Tarihten ders almak gerekir diyordu. Türkiye’deki tarikat, ticaret ve siyaset ilişkilerini belgeleriyle ortaya koyuyor, iktisadi iktidar kimin elindeyse, siyasi iktidarın da onun elinde olacağını söylüyordu. Bir gün gelir bu yapılar ülkeyi örümcek ağı gibi sarar ve devleti ele geçirirler. Cemaatlerin devlete sızmasına engel olmayanlar, kurtarmak için devlete sızmak zorunda kalırlar diye uyarılarda bulunuyordu.
Konferans bittiğinde adeta şok olmuştum. Siyasal Bilgiler Fakültesinden genç bir asistan soru sormak isteyen öğrencilere sırasıyla söz veriyordu. Bir kız öğrenci kendisini Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak tanıtınca, Rahmetli Mumcu çok memnun oldum, sizinle okuldaşız dedi. Böylece ilk defa hukukçu olduğunu öğrenmiştim. Kız öğrenci, efendim konuşmanız sırasında öldürüleceğinizi, hem de nasıl öldürüleceğinizi bildiğinizi bize anlattınız, korkmuyormusunuz diye sordu. Rahmetli Mumcu, ‘’korku insani bir duygudur, ancak korkak bin defa, cesur bir defa ölür’’ diye cevap verdi. Aslında ben ve benim gibi araştırmacı gazetecilere sıkılacak kurşunlar, Türkiye’nin aydınlanmasına sıkılacak kurşunlardır diyerek konuşmasını tamamlamıştı. O günlerde Ankara Sanat Tiyatrosu, Uğur Mumcu’nun Sakıncalı Piyade oyununu gösterime sunmuştu. Arkadaşlarımızla grup halinde o oyunu izlemiştik.
Korkusuz gazeteci, devlet içine sızmış olan derin yapıların olduğundan söz ediyor, faili meçhul cinayetleri işleyen ‘’Kontra Gerilla’’ örgütünden bahsediyordu. 1978 yılında Taksim Meydanında yapılan katliamın perde gerisini biliyor ve aydınlatmaya çalışıyordu. 24 Ocak 1993 yılında suikasta uğradığı gün, ben Başbakanlıkta nöbetçi Özel Kalem Müdürüydüm. Görevim gereği Bakanlara ilk haberi ben vermiştim. Haberi verdiğim bir Bakan ‘’oh olmuş kurtulduk, bir pislik temizlenmiş oldu’’ diye cevap vermişti. Aldığım bu cevaptan oldukça fazla üzülmüştüm. Ancak bir Bakan ile tartışmaya girecek durumda değildim. Türkiye’nin aydınlanmasına karşı olan ve devlet içine sızan derin yapının bu ve bunun gibi cinayetlerin zanlısı olarak vicdanlara yazıldığı bilinmektedir. Devletteki görevlerim sırasında bu derin yapı hakkında açıklanması imkansız olan izlere ulaşmıştım. Ömrüm olur, şartlar uygun olursa bir kısmını yazmayı düşünebilirim.
1998 yılında GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığını denetlemiştim. İdarenin bulunduğu yer, Rahmetli Uğur Mumcu’nun evinin bulunduğu Karlı Sokağa çok yakındı. Her öğle arası suikastın yapıldığı yere gider, cesur yürekli gazeteciyi anarak, ruhu için dua ederdim. Bombalandıktan sonra hurdaya dönen mavi renkli Renult Toros araba, Eskişehir de Odunpazarı Belediyesi tarafından yapılan bir parkta bulunmaktadır. Eskişehir Şeker Fabrikasını denetlediğim yıllarda o parkı gezmiştim. Ankara da ise Çankaya Belediyesi tarafından yapılan Uğur Mumcu parkına, çok anlamlı bir heykeli dikilmiştir. Kalemini susturamayanlar, Uğur Mumcu’nun kalemini kırmışlardır. Sağlığında öngördüğü, endişe duyduğu bütün felaketler maalesef ülkemizin başına gelmiştir.
Türkiye’nin aydınlanmasına, araştırmacı gazeteciliğe, halkın haber alma özgürlüğüne canından fazla önem veren, cesur yürekli gazeteci sevgili Uğur Mumcu’yu, katledilmesinin 29’uncu yılında rahmetle anıyorum. Mekanı cennet olsun. Türkiye çok değerli bir vatanseverini ve Atatürk Milliyetçisini kaybetmiştir. Bu vesile ile Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu başta olmak üzere cinayete kurban giden bütün basın mensuplarını rahmetle anıyorum. Yakın zamanda narko suikasta kurban giden akademisyen Sinan Ateş’i anmadan geçmek istemiyorum. O, tehditlere ‘’yiğit Yezit’ten korkmaz’’ diyecek kadar meydan okuyan, cesur bir Atatürk Milliyetçisiydi. Genç yaşında onu da hayattan kopardılar. Ebediyete irtihal eden bütün şehitlerimizin mekanları cennet olsun.