Necdet TOPÇUOĞLU
Demokrasiler yasama, yargı ve yürütme erklerinin kuvvetler ayrılığı prensibi üzerine kurulmuşlardır. Söz konusu kuvvetlerin yetki ve görevleri Anayasa ile tespit edilmiştir. Ancak çağdaş demokrasilerde dördüncü bir kuvvet mevcuttur ki buna medya adı verilmektedir. Medya, görsel ve basılı yayım iletişim organlarının tümünü içine almaktadır. Bağımsız tarafsız bir medya gücünün rejimin işleyişi konusunda ne kadar etkili olduğu yakın tarihimizde örnekleriyle görülmüştür.
Medyanın tarafsız ve bağımsız olması kurumların ekonomik durumları ile yakından ilgilidir. Son yıllarda bu durumu fark eden iş çevreleri birçok medya kuruluşunu satın alarak, ekonomik yönden bağımlı hale getirmişlerdir. Daha önce dördüncü bir güç olarak nitelendirilen medya son yıllarda değişime uğratılarak “Güçlerin Medyası” haline gelmiştir. Ziraat Bankasından alınan ve geri ödenmediği iddia edilen kredilerle satın alınan medya kuruluşları sahibinin sesi olarak görev yapmaktadırlar. Artık çok az sayıda medya kuruluşu özgür bağımsız ve halktan yana yayın yapabilme imkanına sahiptir.
Bir zamanlar özgür gazetelerinin köşelerinde, silahşörler gibi kalemşörlük yapan köşe yazarları sadece anılarda kalmıştır. Aydın, bilgili ve yazdığı yazılarla topluma ışık saçan gazeteciler artık talimatla, siparişle yazı yazar olmuşlardır. İşte bu sebeple demokrasinin dördüncü gücü sayılan medya güç olmaktan çıkmış ve büyük ölçüde güçlerin medyası haline gelmiştir. Güçlerin medyasında yazı yazan gazetecileri hepimiz biliyoruz. Onlardan birisi ve her devrin borazanı olarak bilinen Mehmet Barlas da bugün vefat etmiştir. Üzüldüğümü söyleyemem, rahmet de dilemiyorum.
Meslek hayatım boyunca çok meşhur gazetecilerle tanışma imkanı buldum. Hatta zaman zaman ülkemizin içine düştüğü sıkıntılar ve bunların halka aktarılması konusunda fikir alışverişleri yaptıklarım da oldu. Onlardan kiminin kalemini sattıklarını, kimilerinin de kalemlerini kiraya verdiklerini gördükçe bir yurttaş olarak utanıyorum. Hani derler ya “Ağacın kurdu içinde olmasaydı bin yıl yaşardı”, işte bunlar medya ağacının kurtlarıdır. Altınyunus’da karı koca onbeş gün tatil karşılığında köşesinde sipariş yazı yazan yazarları tanıma talihsizliğini yaşadım. Yıllardır, o kiralık kalemlerin yüzünden yazı yazdıkları gazeteleri okumaz oldum.
Biz onları eleştirirken, geride bıraktığımız yıllarda Soros vakıflarından aldıkları paralarla ülkemiz aleyhine yazı yazanları da gördük. Bir ülkeyi silah yoluyla yok edemeyeceklerini anlayan güçler, ekranda ve gazetelerde kaleminin kira bedeli olan sözüm ona medya yıldızlarının peşine düştüler. Hatta bunların önemli bir kısmını elde etmeyi de başardılar. İşte üzülerek yazdığım bu noktaya gelişimizin sebeplerinden biriside budur.
Sedat Peker hadisesi bize medyanın mafya ayağının da olduğunu göstermiştir. Bazı gazetecilerin hangi kirli işlere bulaştıkları iddia olarak ortaya konulmuştur. Bu iddiaların çürütülmesi ise itham altında bulunanların kendi sorumluluklarıdır. Aklanmadıkları sürece gazeteci olarak anılmaları mümkün değildir. Hatta mafya işbirlikçisi bu sözde gazeteciler, mafya suçlarından yargılanmalıdır. Yakın zamanda ebediyete irtihal eden Engin Ardıç, ben bir borazanım parayı veren öttürür diyordu. Kiralık kalem olarak yaşadı ve bu unvanla gitti. Ardıç ve Barlas’ın vefatı ile kiralık kalemlerde yaprak dökümü olmuştur.
Kalem, hakkını veren, değerini bilen bir yazar için çok önemli bir demokratik silahtır. Hatta gerçek silahtan daha etkilidir. Gerçek silahla tek hedefe nişan alma şansınız vardır. Halbuki kalemle aynı anda binlerce hedefi vurabilirsiniz. Bu vurma hadisesi amaca ulaşmak olarak anlaşılmalıdır. Kalemin silaha benzetildiği çok sözler vardır.
Bazı yazarların gücünü tanımlamak için “Kaleminden kan damlıyor” ifadesi kullanılmaktadır. İşte kalem denilen bu etkili silah başkalarının tetikçiliğini yapmak için kullanılmamalıdır. Kalemden dökülen yazılarımız zehir değil, şifa saçmalıdır. Aslında olması gereken budur, ancak biz olması gereken her şeyi özler duruma geldik.
Kötülerin ve kötülüklerin hakim olduğu medya piyasasında iyiler ve iyilikler yok mudur? Elbette vardır, ancak sayıları gittikçe azalmaktadır. Haksız ve insafsız rekabete dayanmakta çok zorlanmaktadırlar. Gerçek değerlerin her biri bir köşeye savrulmuş durumdadır. Bence üzülmesinler, bu durum yalnız bugünün sorunu değildir. Mevlana’dan günümüze kadar geldiği onun şu güzel sözünden anlaşılmaktadır.
“Doğru olsam ok gibi uzağa atarlar beni, eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni” diyor Mevlana. Gerçekten eğrilerin baş tacı edildiği, doğruların ise ötekileştirildiği bir dönemden geçiyoruz. Tarihte sansür ve baskının kalıcı olarak yerleştiği görülmemiştir. Bir gün mutlaka özgür ve vicdanlı basın geri gelecektir. Çünkü basın özgürlüğü doğruların gün yüzüne çıkması ve halka anlatılması için çok gereklidir.
(03, Haziran, 2023-Ankara)
YORUMLAR