Necdet Topçuoğlu
Osmanlı’nın son döneminde Hattat Mehmet Efendi adında meşhur bir hattat varmış. Arkadaşları ile bir gün mesleki konularda sohbet ederlerken, kendisine sen nasıl böyle bir üstat oldun diye sormuşlar. Bu kadar büyük hattat olmayı nasıl başardın, bunun bir sırrı var mıdır demişler. Mehmet Efendi, aslında ben bu işte çok mahir, işin üzerine çok düşen bir insan değildim. Çeşitli harfleri yaparken, yazıları yazarken kendimi tam olarak bu sanata adamış olduğumu söyleyemem.
Ancak bir gün başıma bir olay geldi. O günden sonra hattatlığa bakış açım çok değişti. Aslında benim yol göstericim bir oduncu dur. Arkadaşları çok merak etmişler. Nasıl olduğunu anlatmasını ısrar edince Mehmet Efendi anlatmaya başlamış.
Oturmuş olduğumuz evin bahçesinde kesilmesi gereken büyük, büyük ağaçlar ve kütükler vardı. Sokaklarda bu işi yapan oduncular bağıra bağıra gezer ve altın karşılığında bu işleri hallederlerdi. Bu arada odunculuk işi beden kuvveti gerektirdiğinden dolayı oduncu deyince kuvvetli iri yarı çok güçlü pehlivan gibi adamlar akla gelirdi.
Ben de o gün aynen bu tarife uyan bir oduncu beklemek için pencereye çıkmıştım. Oduncu bekliyordum fakat iyice hava kararmaya başlamıştı. Bir tane bile oduncu geçmemişti. Tam umudumu kesmiş içeri girmeye hazırlanırken cılız bir ses ‘oduncu’ diye bağıra bağıra sokağın başında belirdi.
Sesin geldiği tarafa yöneldim, bir de baktım ne göreyim. Yaşlı sayılabilecek bir muhterem elinde baltayla sallana sallana geliyordu. İçimden bu adam bizim odunları kesin kıramaz diye düşündüm. Yine de sormakta fayda var diye düşündüm.
Amcaya doğru bağırdım, bizim odunlar var kırabilir misin dedim. Bu benim işim evladım, sen bana nerede olduğunu göster yeter ben onu hallederim dedi. O tarihlerde oduncuların ücreti bir altın kadardı. Ücreti sordum, iki altın dedi. Ne kadar sürede kırarsın dedim. Evlat iki saate kalmaz, belki de bir saatte hallederim diye yanıtladı.
Çok şaşırdım, yani normalde ancak iki saatte bitebilecek bir iş idi. Böyle zayıf, yaşlı görünümlü bir insan bu işi nasıl olur da bir saatte bitirebileceğini söyler diye şaşkınlığımı gizleyemedim. İki tane altını kendisine verdim. Pencereye çıkıp, yaşlı amcayı seyretmeye başladım. Amca odunları kırmadan önce onlarla adeta konuşuyor gibiydi. İşe başlamadan önce baltayı biledi. Önce odunlara doğru şöyle bir baktı. Sonra bana bir bakış atarak, bismillah deyip baltasını sallamaya başladı.
Yaşlı adam işi ile adeta bütünleşmiş gibiydi. Hayretle seyrediyordum. Kütükleri tek vuruşta parçalıyor, aynı kütüğe ikinci defa balta vurmuyordu. Budaklı kütükleri bile aynı beceri ile parçalıyordu. Söylediği gibi, kütükleri parçalamayı bir saat içinde bitirdi.
Aşağı indim, elinden öptüm. Amcacığım bana hakkını helal etmeni istiyorum. Ben senin ardından kendimle dedikodu ettim. İçimden bu adam bunu başaramaz dedim. Sen beni yanılttın. Bana bu işin sırrı nedir söylermisin diye sordum.
Evladım Sen bana sadece iki tane altın verdin, şimdi benden 50 yıllık sırrı açık etmemi istiyorsun. Üstelik bunu bedava istiyorsun deyince, amca söyle ne istiyorsun dedim.
İki Altın daha verirsen tek bir cümle söylerim fazlasını söylemem dedi. Hemen eve çıktım iki tane daha altın getirip, kendisine verdim. Sonra amcanın ağzından düşecek cümlelere dikkat kesildim.
Yaşlı adam, evladım sen ne iş yapıyorsun diye sordu. Hattatım, dededen kalma da varlıklıyız. Bu köşk bize ait dedim. Yaşlı adam, hattatlık sanatında başarılı olmak istiyor musun dedi. Evet, hem de çok istiyorum diye cevap verdim.
Peki sen hiç rüyanda Vav harfini gördün mü? “Hayır” dedim. Mim harfini gördün mü? Hayır dedim. Sen Allah bilir elif harfini de rüyanda görmemişsindir deyince, “hiçbir harfi rüyamda görmedim” diye cevap verdim.
Yaşlı muhterem şöyle devam etti. Evladım senden Hattat falan olmaz, bak Ben 50 yıldır oduncuyum. Bugün bile hala rüyamda sabahlara kadar odun kırıyorum. Bir insan yaptığı işini rüyalarına taşıyamıyorsa başarılı olması mümkün değildir dedi. ‘’Rüya ile amel edilmez ama biliniz ki, bazı başarılar rüyalardan geçer’’ diye ifade etti.
İnsanlar hangi işi yaparlarsa yapsınlar, işleri ile bütünleşmedikçe başarılı olmaları mümkün değildir. İmkansız gibi görünen başarıları elde edenler, rüyalarım gerçek oldu derler. İstanbul’u almadan önce Fatih Sultan Mehmet Han, ‘’imkanın sınırını görmek için, imkansızı denemek lazım’’ demiştir. Zor diye bir şey yoktur, imkansız biraz zaman alır. Başarının sırrı bu sarsılmaz inançta saklıdır.