KANAL İSTANBUL VE MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

KANAL İSTANBUL VE MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

15 Mart 2024 - 22:14


Necdet Topçuoğlu

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması'yla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu anlaşmasıdır. 1923 Lozan Antlaşması'nda İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yönetimi bir uluslararası komisyona bırakılmıştı. Rahmetli Atatürk'ün dehası sayesinde 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle uluslararası komisyonun yetkileri Türkiye'ye devredilmiştir. Boğazların silahsızlandırılmış statüsüne son verilerek, Türkiye'nin egemenliğine devredilmiştir. 

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye'nin ve Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin güvenliği ile Karadeniz'de kıyısı olmayan devletlerin çıkarları arasında kurulan, hassas bir üçlü dengeye dayanmaktadır.

Türkiye, Sözleşme'de de belirtildiği gibi, sözleşme hükümlerini uygulayan ve uygulamaları denetleyen ülke konumundadır. Türkiye'nin güvenliği, savaş gemilerinin geçişinin önceden Türkiye'ye bildirilmesi, boğazlardan geçen savaş gemilerine tonaj ve sayı bakımından getirilen sınırlamalar, geçişin gündüz yapılması, boğazların üstünden savaş uçağı uçmasının yasaklanması, Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin denizaltılarının ancak Karadeniz'deki üslerine gitmek amacıyla, gündüz ve su yüzünde seyretmeleri koşuluyla geçmesi, Türkiye'nin girdiği bir savaş durumunda boğazlardan geçiş rejiminin Türkiye'nin takdirine bırakılması gibi hükümlerle korunmaktadır.

1936'dan bu yana geçen 88 yıl içinde, savaş gemilerinin kategorileri, tonajları büyük değişikliklere uğramasına karşın, Türkiye'nin üçlü dengeyi dikkatle koruması, Sözleşmeyi bu dengeyi göz önünde tutarak uygulaması sayesinde Montrö Sözleşmesi bir değişikliğe uğramadan ayakta kalabilmiştir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, 1983 Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde uluslararası boğazlardan geçiş rejimi, kıyı devletine yukarda değinilen yetkilerden hiçbirini vermemektedir. O nedenle, Türk heyetinin çabaları sonucu Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne, rejimi uluslararası anlaşmalarla düzenlenen boğazların statülerinin saklı tutulacağı, Sözleşme hükümlerinin uygulanmayacağı yolunda bir madde eklenmiştir. Başka bir deyişle, Montrö Sözleşmesi ortadan kalkarsa, Türkiye'nin bugün boğazlardan geçiş konusunda sahip olduğu yetkilere sahip olamayacağıdır.

Kanal İstanbul projesi, bölgenin ekolojisi bakımından doğuracağı sakıncalar yanında, Montrö Sözleşmesi'nin dayandığı üçlü dengeyi bozma tehlikesini de taşımaktadır.

Aslında Türkiye'nin önünde böyle bir kanal açmasını önleyecek bir hukuksal engel bulunmamaktadır. Her devlet, kendi ülkesini istediği gibi kazabilir, çukurlar açabilir. Bu bir egemenlik hakkıdır. Ancak bunu yapmak, Türkiye'nin çıkarları bakımından ne denli doğrudur? Buna bakmak gerekir. Kanal, Montrö Sözleşmesi'ni nasıl etkiler? Bu soruya yanıt ararken, şu üç faktörü göz önünde bulundurmak zorunludur.

Birincisi, Montrö Sözleşmesi'ndeki "Boğazlar" sözcüğü, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nı kapsamaktadır. Montrö Sözleşmesi'ndeki "Boğazlar" yani İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı bir bütün ve tek bir su yoludur. Kanal İstanbul ise, Montrö Sözleşmesi dışında kalan başka bir alternatif su yoludur.

Bu nedenle Kanal İstanbul'dan geçerek, Montrö Sözleşmesi'ne tabi olmayan bir gemiye Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz. Kanal İstanbul'dan geçerken Montrö Sözleşmesi dışında kalan bir gemi, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerken de Montrö Sözleşmesi dışında kalır.

İkincisi, Türkiye'nin İstanbul Boğazı'ndan geçen gemileri Kanal İstanbul'a yönlendirme yetkisi bulunmamaktadır. Montrö Sözleşmesi'nin temel ilkesi geçiş serbestliği. Türkiye, serbest geçişi engelleyemez. Engellerse Montrö Sözleşmesi'ni ihlal etmiş olur. Kanal İstanbul'u kullanıp kullanmamak her geminin kaptanının vereceği karara bağılıdır. Bu kararı verirken kaptan, geçiş süresi, emniyet, geçişin maddi yönü gibi unsurları dikkate alacaktır. Buradan da anlaşılıyor ki, Kanal İstanbul'un devreye girmesiyle, İstanbul Boğaz trafiğinin azalması arasında bir bağlantı bulunmamaktadır.

Üçüncü husus, Kanal İstanbul'un rejimi ve savaş gemilerinin geçişiyle ilgilidir. Kanallar, denizleri birbirine bağlayan insan yapımı bir su yoludur. Denizleri bağlayan doğal bir boğaz varken bir de yanına insan yapımı bir kanal açılması dünyada pek görülen bir durum değildir. Şayet yapılırsa bunu yapan ilk ülke  Türkiye olacaktır. Denizleri bağlayan bu tür kanalların sayısı fazla değildir. 

Panama Kanalı ile ilgili olarak ABD ile Panama arasında yapılan 1903 ve 1977 Antlaşmaları'nda, kanala tarafsızlık statüsü verilmiş, gerek savaş, gerek ticaret gemilerinin geçişi için serbest geçiş ilkesi öngörülmüştür.

Aynı ilkeler Kiel ve Süveyş kanalları için de geçerlidir. Kanalların hukuksal durumlarıyla ilgili olarak uluslararası hukukta açık kurallar bulunmamaktadır. Genel olarak kanalların içinden geçtiği ülkenin egemenliğine tabi olduğu ve iç sular statüsünde bulunduğu ancak aynı zamanda uluslararası bir su yolu olduğundan kanaldan geçiş rejiminin serbest geçişi öngören uluslararası bir nitelik taşıdığı kabul edilmektedir.

Daimi Adalet Divanı 1921'de Kiel Kanalı'na ilişkin bir anlaşmazlıkla ilgili olarak verdiği Wimbledon Kararında şöyle demektedir:

"…Genel kanı, iki açık denizi birleştiren yapay bir su yolunun bütün dünyanın kullanımına adanması durumunda, bu su yolunun doğal boğazlara benzerlik gösterdiği…" yolunda karar verilmiştir.

Yukarıda değinilen uluslararası anlaşmalardan ve Daimi Adalet Divanı'nın kararından alınan ifadelerden de anlaşılacağı gibi, uluslararası deniz yollarını birleştiren bir kanal, bir yandan kıyı devletinin egemenliğine tabi, öte yandan uluslararası statüye sahiptir. Başka bir deyişle, kıyı devleti kanalı keyfi bir biçimde yönetemez, istediği zaman geçişe kapayamaz. Geçen gemiler arasında ayrım yapamaz. Önemli olan kanaldan geçiş rejiminin, kanalın ulusal ve uluslararası özelliklerini birleştiren bir nitelik taşımasıdır.

Öte yandan uluslararası kanalları düzenleyen anlaşmalarda görüldüğü gibi, serbest geçiş hakkı sadece ticaret gemilerini değil, aynı zamanda savaş gemilerini de kapsamaktadır. 

Bu durumda Türkiye, "Kanal İstanbul'dan sadece ticaret gemileri geçebilir. Savaş gemilerinin geçişi Montrö Sözleşmesi'ne tabidir." diyebilir mi? Derse, başka devletler tarafından kabul edilmeyebilir. Çünkü Montrö Sözleşmesi imzalanırken, Kanal İstanbul yoktu. Kabul edilmezse, uluslararası anlaşmazlık doğar. Bunu çözmek için Uluslararası Adalet Divanı'na, ya da uluslararası hakeme gitmek zorunda kalınır. 

Kanaldan geçiş için, karasularından geçişi düzenleyen "zararsız geçiş hakkı" kuralları geçerli olabilir. Karasuları da devletlerin egemenliğine tabidir. Ancak buradan geçişler için Deniz Hukuku Sözleşmesi'nde bir uluslararası düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeye göre, savaş gemileri, kıyı devletlerinin yasalarına uymak ve kıyı devletlerinin barış ve güvenliğini tehlikeye atmamak koşuluyla, karasularından zararsız geçiş hakkına sahiptir. Kanallar için de benzer bir durum söz konusudur.

Kanal İstanbul'un savaş gemilerinin geçişine açık olması, Montrö rejiminin sonu demektir. Böyle bir durumda gerek Karadeniz'e kıyıdaş devletler, gerekse Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletler, Montrö'nün savaş gemilerine getirdiği sınırlamalara tabi olmadan Boğazlar'dan geçme olanağına kavuşacaklardır. Montrö'nün savaş gemilerine getirdiği sınırlamalardan en fazla ABD şikâyetçidir. ABD'nin elinde 15 bin tonun altında savaş gemisi neredeyse bulunmamaktadır. Bir anda 45 bin tondan fazla gemi ya da uçak gemisi geçirememektedir. Kanal İstanbul, savaş gemilerine açık olursa bütün bu sınırlamalardan kurtulacaktır. Rusya da özellikle denizaltılara getirilen, gündüz, su yüzünden geçme, Karadeniz'de denizaltı üssü kuramama gibi sınırlamalardan rahatsızdır. Rusya da bu sınırlamalardan kurtulacaktır. Sonuçta süper güçlerin karşılıklı kazançları söz konusudur.

Kanal İstanbul'un savaş gemileri tarafından kullanılması, Türkiye'nin çıkarları bakımından olumsuz sonuçlar doğurması kesindir. Halen sahip olduğu boğazları kontrol etme yetkisinden yoksun kalacaktır. Örneğin, Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin geçişten 8, kıyıdaş olmayan devletlerin geçişten 15 gün önce Türkiye'ye bildirimde bulunma yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. Bunun kalkmasıyla Türkiye'nin geçişe itiraz etme hakkı da kalmayacaktır. Rusya'nın denizaltılarla ilgili bilgi verme yükümlülüğü kalkacak, Karadeniz'de denizaltı üssü kurabilecektir. Karadeniz'in kıyıdaş ve kıyıdaş olmayan devletlerin, savaş gemileriyle dolu olması, ABD ile Rusya arasında bir rekabet alanına dönüşmesi, Türkiye'nin güvenliği bakımından tehlike oluşturacaktır.

Dış politikanın birinci amacı, devletin ve ulusun başını derde sokmamak, yeni sorunlar çıkarmamak, sonra da mevcut sorunları çözmektir. İktidarın dış politikasına baktığımızda, ülkenin başına yeni sorunlar çıkarmak için, sanki özel bir çaba içinde olduğu gözlenmektedir. Kanal İstanbul da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Not: Bilgiler açık kaynaklardan derlenmiştir.

(16, Mart, 2024-Ankara)

Bu yazı 296 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum