Necdet Topçuoğlu
Büyükelçi ve Elçiler 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 59. Maddesine göre istisnai memurluklar kapsamındadır. Bu çerçevede, atama yetkilisi olan Cumhurbaşkanlığı Makamı Kararname ile bu görevlere istediği kişiyi atama yetkisine sahiptir. Bu nedenle Egemen Bağış ve Şaban Dişli nasıl Büyükelçi olarak atanabilir diye merak etmenin yasal bir dayanağı yoktur. Büyükelçiler bir devletin bir başka devletteki en üst düzey temsilcileridir. Eski tabirle ‘’sefer-i kebir’’ olarak da bilinmektedir.
Herhangi bir ülkeye atanan Büyükelçinin göreve başlaması, kendi devlet başkanı tarafından verilen güven mektubunu, görev yapacağı devletin başkanına takdim etmesinden sonra başlamaktadır. Aralarında diplomatik gerginlik olan ülkelerin Büyükelçilerinin güven mektubunun kabul edilme süreci bazı hallerde uzamaktadır. Güven mektubu takdim işlemi, büyükelçinin atandığı ülkede düzenlenen özel bir tören esnasında yapılmaktadır. Güven mektubu, atamayı yapan devlet başkanının o diplomata itimatnamesi anlamına gelmektedir.
Büyükelçilerin görev yaptıkları devlet de, kendi devlet başkanlarını temsil etmek, taraf ülkeler arasındaki siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel bağların güçlenmesine katkıda bulunmak, Büyükelçilik kurumunu yönetmek gibi görevleri bulunmaktadır. Büyükelçiler görevlerini Dışişleri bakanlığının görev ve yetkilerini tanımlayan Kanun çerçevesinde yürütmektedirler. Ayrıca Türkiye 1984 yılında 3042 sayılı Kanunla, 18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesine taraf olmayı kabul etmiştir. Bu sözleşmenin 41 ve 42’inci maddelerine göre Büyükelçiler görev yaptıkları ülkelerin iç işlerine karışamazlar ve kendi nam ve hesaplarına ticari faaliyetlerde bulunamazlar.
Büyükelçilerin atanmaları, görevleri ve tabi oldukları mevzuatı izah ettikten sonra, son günlerde gündem olan on ülkenin Büyükelçilerinin yaptıkları ortak açıklamaya bir göz atalım. Açıklamada ‘‘Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye'nin uluslar arası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye'ye çağrıda bulunuyoruz’’ ifadeleri kullanılmıştır.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonuna üye olma Sözleşmesini 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamıştır. 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı Onay Kanunu, 19 Mart 1954 tarih ve 8662 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu on ülkenin Büyükelçilerinin yapmış olduğu açıklama, Osman Kavala adındaki iş adamının yargılanma sürecinin 4 yıldır başlatılmadığı, yapılan başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ‘’hak ihlali’’ kararı verdiği, bu nedenle adı geçenin serbest bırakılması gerektiği yönündedir. Mademki İnsan Hakları Sözleşmesine taraf oldunuz, o halde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara uymanız gerekir denilmektedir. Türkiye en üst makamın ifadesiyle bu karara uymayacağını açıklamıştır.
Sayın Cumhurbaşkanı tepkilerini daha ileri noktaya taşıyarak, söz konusu büyük elçilerin “Persona Non Grata” yani istenmeyen adam olarak ilan edilmeleri yönünde Sayın Dışişleri bakanına talimat verdiğini açıklamıştır. Ayrıca, Türkiye’yi anlamayan bu görevlileri ülkemizde ağırlama lüksümüz yoktur demiştir. Büyükelçiler istenmeyen adam ilan edildikleri takdirde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalacaklardır. Mütekabiliyet, yani karşılıklılık esasına göre, o ülkeler de Türkiye’nin Büyükelçilerini istenmeyen adam ilan etme haklarına sahiptirler. Bu olay diplomaside en üst perdeden restleşme anlamına gelmektedir. Halbuki çözüm odaklı diplomaside müzakereler, en alt perdeden başlayarak kademe kademe yükseltilmektedir. Bunun amacı çözüme fırsat imkanı sağlamaktır.
Devletlerarası ilişkiler, uluslar arası hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmelidir. İlişkilerde diplomatik dil kullanılmalı, duygusallığa yer olmamalıdır. Büyükelçiliklerin bulundukları binalar kimin topraklarında olursa olsun, o binaların içinde ilgili ülkelerin kararları geçerlidir. Hiçbir ülkenin Büyükelçisi bir başka ülkede ağırlanmamaktadır. Bu görevler uluslar arası hukuk çerçevesinde yürütülmektedir. Bu nedenle sorunun çözümüne hukuk ve diplomasi temelinde yaklaşılmalı, geri dönülmez diplomatik çıkmaz sokaklara girilmemelidir. Sonuçta devletlerarası ilişkiler karşılıklı çıkar esasına dayanmaktadır. Soğukkanlı ve sağduyulu yaklaşımın faydalı olacağı düşünülmektedir.
Yakın geçmişte Türkiye’nin de taraf olduğu bazı “Persona Non Grata” uygulamaları meydana gelmiştir. 2013 yılında Mısır, Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı’yı “Türkiye’nin içişlerine karışmasını” gerekçe göstererek “istenmeyen adam” ilan etmiş, bu karara karşı Türkiye de misilleme yaparak Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Abderahman Salaheldin’i “Persona Non Grata” ilan etmiştir.
2016 yılında Bulgaristan, ülkede görevli bir Türk diplomatı, sosyal işlerde görevli olduğu halde din işleriyle ilgilendiği gerekçesiyle “istenmeyen adam” ilan etmiş, Bulgaristan’ın bu kararına karşı Türkiye de, Bulgaristan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda görevli bir konsolosu “istenmeyen adam” ilan ederek jet hızıyla karşılık vermiştir. Bu açıklamadan sonra Büyükelçiler karşılıklı olarak Dışişleri Bakanlıklarına çağrılmıştır.
Diplomatların istenmeyen adam ilan edilmeleri konusunu özetle hukuk ve diplomasi temelinde açıklamaya çalıştım. Bu konu mümkün olduğunca basite indirilerek anlatılmaya çalışılmıştır. Aslında konu oldukça teknik bir konudur. Ancak konunun teknik detaylarını bilenlerden bir açıklama gelmesi beklenmemektedir. Ticari ve diplomatik ilişkilerimizin en üst seviyede olduğu on ülke ile derin sorunlar yaratma potansiyeline sahip olan bu konu iç siyasete malzeme yapılmadan çözüme kavuşturulmalıdır.