Necdet Topçuoğlu
Helalleşme aslında dini anlam ifade eden bir kelimedir. Birbirlerine hakkı geçen bireyler arasında kullanılan dini bir ritüeldir. Böylesine dini anlam yüklenen bir ifadenin siyasette kullanılması doğru olmamıştır. Aslında Sayın Cumhurbaşkanı’nın faiz konusunda kullandığı Nas ile, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kullandığı helalleşme ifadeleri, dini içerik taşıması yönünden aynı kapıya çıkmaktadır. Belki niyet halis, ancak uygulama hatalı olmuştur. Helalleşme yolculuğuna çıkmak, biz size çok haksızlık yaptık, bizi affedin anlamı taşımaktadır. Ayrıca yapılan açıklamalar da, bu sloganın altını doldurmaya yetmemiştir. Belki helalleşme yerine barış veya uzlaşma kullanılmış olsaydı siyaset terminolojisi yönünden daha uygun olabilirdi.
Sayın Kılıçdaroğlu, din duyguları ağır basan muhafazakar kesimden oy alabilmek umuduyla helalleşmek için yola çıktığını ifade etmektedir. Halbuki bu kesimle CHP arasında oy geçişkenliği yok denecek kadar azdır. AKP seçmeni partisinden kopmak istiyorsa önce MHP’ye, orayı da istemiyorsa İYİ parti başta olmak üzere diğer sağ partilere geçmeyi tercih etmektedir. Bu sosyolojik bir tercihtir. Bunun değiştirilmesi kolay değildir. İdeoloji partilerinin kendi sosyolojik tabanlarının dışından oy alabilmeleri kolay olmamaktadır. Bu nedenle Türkiye’yi yönetmeye talip olan partilerin, ana akım siyaset izleyen kitle partileri olması zorunludur. Bunun siyasi geçmişimizde örnekleri çoktur. Atatürk döneminin CHP’si, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, DYP ve AKP kitle partileridir. Hepsi de bir dönem iktidar olma sorumluluğunu üstlenmişlerdir.
Devlet vatandaşı ile helalleşemez çünkü devletin dini yoktur. Devletin dini adalettir. Devlet vatandaşına adaletli davranarak helalleşmeye neden olacak bütün sorunları temelinden çözmüş olur. Siyasi partilerin de vatandaşlar ile helalleşmesi söz konusu değildir. Siyasi partiler dini inancı olan bireyler değildir. Ancak parti yönetimleri zaman zaman parti içi muhalefete karşı acımasız davranarak haksızlıklar yapmaktadırlar. Söz konusu CHP olduğuna göre, Sayın Kılıçdaroğlu öncelikle kendi partisinden küstürdüklerinin gönlünü almalıdır. Bu çok daha kolay olmasına rağmen, başkalarının arazilerine gecekondu kurmaya çalışmak siyasi akıldan uzak bir girişimdir. Kimse kendi arsasına kolay kolay gecekondu kurulmasına izin vermez.
Sosyolojik tabanda siyasi partilerin kullanabilecekleri alan paylaşımını, partilerin izleyecekleri siyasi programlar tayin etmektedir. AKP gibi siyasi partiler sosyolojik tabanlarını ayrıştırma kültürü üzerine inşa ederken, CHP ve İYİ Parti örneğinde olduğu gibi bazı partilerde uzlaşma kültürü üstüne kurmaktadırlar. Her iki partinin de öncelikle kendi tabanları arasındaki uzlaşma kültürünü en üst seviyeye çıkardıktan sonra, başka partilerin tabanlarında uzlaşma arayışı içine girmeleri akılcı bir siyasi tercihtir. HDP’nin PKK ile olan ilişkileri sebebiyle, diğer siyasi partilerin bu partiye karşı, mesafeli davranmalarını zorunlu kılmaktadır. Ancak Kürt Siyasi Hareketinin tabanı ile, ilkeler bazında işbirliğine girilmesinde sakınca yoktur. Kürt yurttaşlar da bu ülkeye askerlik hizmeti veren, vergi ödeyen bireylerdir.
Kürt seçmenler AKP’ye oy verdiklerinde aydın seçmen, muhalefet partilerine oy verdiklerinde hain seçmen olarak görülemezler. Bütün mesele ortak yurttaşlık paydasında, bütünleşik bir toplum oluşturabilmektir. Siyaset kurumunun böyle bir arayış içinde olmayışı büyük bir talihsizliktir. İktidar olma ve iktidarda kalma hırsı ülke menfaatlerinin üstünde görülmektedir. Son zamanlarda 6 siyasi partinin bir araya gelerek Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmek amacıyla yürüttükleri çalışmalar umut vermektedir. Ancak Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu demokratik bir yapıya kavuşturulmadığı sürece bu çabaların olumlu sonuç vereceğini düşünmüyorum. Son 20 yıldır Atatürk ve Cumhuriyete karşı izlenen politikalar, Türk halkının çoğunluğuna Atatürk ve Laik Demokratik Cumhuriyetin kıymetini bilmeyi öğretmiştir.
Ana muhalefet Partisi ve Millet İttifakının paydaşları helalleşme yerine yurttaşlar arasında uzlaşma ve barış içinde yaşama arayışı içinde olmalıdırlar. Ancak hukuku ayaklar altına alan, ülkeyi ayrıştıran, kaynaklarımızı soyup soğana çeviren ve bunu uyanıklık zanneden yönetimler ile hukuk önünde hesaplaşmadan uzlaşma kabul edilemez. İzlenen ekonomik politikalar, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparak sosyal dengeleri alt üst etmiştir. Hiçbir yönetim yaptıklarının hesabını hukuk önünde vermeden elini kolunu sallayarak gidemez. Döviz kurlarının bir inat uğruna yükseltilmesi sebebiyle, tarımsal girdilerde meydana gelen inanılmaz artışlar, gıda güvenliğimizi tehdit eder boyutlara gelmiştir. İşsizlik ve özellikle genç işsizlik tüm zamanların en yüksek rakamlarına ulaşmıştır. Yap işlet devret modeliyle yapılan yatırımlar, Türkiye Bütçesinin geleceğini ipotek altına almıştır.
Türkiye, içine düşürüldüğü bu durumdan geniş bir Milli Uzlaşma ile çıkabilir. Halkın barış içinde yaşamasını önceleyen uzlaşma arayışlarına evet, hukuk önünde hesaplaşmadan Siyaset Kurumu’nun uzlaşmasına hayır denilmelidir. Kimse vatandaşın ezilmesi ve yoksullaştırılması üzerinden helalleşme adı altında şirinlik gösterileri yapmamalıdır. Cumhuriyet tarihimizin en ağır sorunları karşısında, parçalı bir muhalefet ile karşı karşıyayız. Gün geçmiyor ki bir hata yapmasınlar. Militan bir iktidar karşısında, parçalı bir muhalefetin olması önemli bir sorundur. Ne yazık ki toplumsal muhalefet, siyasi muhalefetin önüne geçmiştir. Kimsenin korkmak gibi bir lüksü yoktur. Aziz Atatürk’ün dediği gibi, ‘’söz konusu vatansa, gerisi teferruattır’’.