Necdet Topçuoğlu
Günah keçisi, suçsuz olduğu halde başkalarının suçu üzerine yüklenilen kişi ya da topluluğa verilen isimdir. Günah keçisi kavramına çeşitli toplumlarda değişik zamanlarda rastlanmıştır. Eski Ahit'deki Kefaret Günü ayinlerinde Yahudi kavminin günahlarını simgesel olarak yüklemek için, Keçi sürüsü içinden seçilen iki erkek keçiden, biri Tanrı’ya, diğeri de şeytanın diğer bir ismi olduğu söylenilen Azazel’e gönderilirdi. Rivayete göre, keçilerden biri kesilir, diğeri ise çöle bırakılır ya da bir tepeden aşağı atılırdı. Deyimin kökeni Yahudiliğin inanış ve tarihinde yer almasına rağmen, olayın gelişimi İncil'de anlatılmaktadır. Buradan dinlerin birbirinden nasıl etkilendikleri gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Antik Yunanistan'da ise veba ve benzeri afetleri hafifletmek ya da önleme amacıyla günah keçisi olarak insanlar kullanılırdı. Atinalılar, Thargelia Töreninde bir kadın ve bir erkek seçerler, şölenden sonra bu çifti kentte dolaştırır, ince yeşil dallarla dövüp kent dışına sürer ve orada büyük olasılıkla taşlarlardı. Böylece kentin bir yıl boyunca kötülüklerden korunacağına inanılırdı. İncil’de de bahsedilen günah keçisi ayini, başrahibin duasıyla başlar ve her yıl tekrar edilirdi. Bahsedildiği şekliyle, başrahip keçinin başını tutarak halkın günahlarını itiraf eder, devamında günah keçisi kesilirdi. Diğer keçi ise gökten düşmüş melek olarak tarif edilen, şeytanın bir ismi olduğu söylenen, Azazel’e gönderilirdi. Azazel adlı kötü ruhu yatıştırmak için gönderilen bu keçi ise bir tepeden aşağı atılır ya da çöle bırakılırdı. Her iki medeniyet döneminde de durumun aynı olduğu görülmektedir.
Günah keçilerinin halkın gözü önünde infaz edilmesinin ardındaki beklenti güçlü olanın güçsüz ve marjinal olandan üstün olduğunu topluma onaylatmak olarak değerlendirilmektedir. Bu onaylatma süreci, suçlayanın güçlülük fantezilerini beslemektedir. İnsanoğlu yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmemekte ve her zaman suçlanacak bir günah keçisi bulabilmektedir. Bunun için genlerimizi bile suçlamak aslında çarpıcı bir örnektir. Dikkat edilirse ülkemizde toplumun bir kesimi hiçbir hatayı üstlenmemektedir. Mutlaka suçlayacak bir günah keçisi bulmaktadırlar. Aslında başka medeniyetlerin kültüründe yer alan bu metaforun bizim toplumumuza nasıl geçtiği incelenmesi gereken bir husustur.
Günah keçisi suçlamasıyla birlikte değerlendirilmesi gereken benzer bir uygulama ‘’cadı avı’’ dır. Ortaçağ Avrupa’sında kadılar her türlü kötülüğün suçlusu olarak görülmüşlerdir. Örneğin kıtlık, kuraklık ve buna benzer doğa felaketleri için günah keçisi arandığında günah keçisi olarak seçilmiş kadınlar işkencelere tabi tutulmuşlardır. Yaklaşık dört asır boyunca çeşitli sapkın ideolojilerin etkisiyle kadınlara düşmanca bakılmış, İncil ve Tevrat gibi din kitaplarında kadın düşmanlığının yer aldığı bölümler öne çıkarılarak, cadı eşittir kadın algısı Avrupa topluluklarının hafızalarına yer etmiştir.
Cadı vahşetleri önce fiziksel-zihinsel engelli, hasta veya çeşitli dezavantajlara sahip kadınların katledilmesiyle başlamış olsa da, daha sonra kadınların geneline yayılarak özellikle ebe ve hemşire kadınların şeytan ile iş birliği yapan büyücü kadınlar olduğu inanışı yerleşmiş ve katliamlar yaygınlaşmıştır. Ortaçağ Avrupası’nda cadı olarak ilan edilen kadınların suçlu olduğunu gösteren herhangi bir ölçü söz konusu değildir. Daha çok ebe ve hemşireler tercih edilmiş ancak bir süre sonra bu ayrım da ortadan kalkmış ve uygulama genelleşmiştir.
Günümüzdeki kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin geçmişi tarihin karanlık dönemlerindeki sapkın kültürlere dayanmaktadır. Suçu üstlenmeme ve başkasına yükleme çabalarının kalıtsal olduğunu savunan görüşler bulunmaktadır. Bu doğru ise, söz konusu arızanın insanlık var olduğu sürece değişik versiyonlar şeklinde devam edeceğini söylemek mümkündür. Bu nedenle masumların haklarının korunması ve can güvenliklerinin sağlanması için, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde yasal tedbirler alınmalıdır. Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesinin ne kadar önemli olduğu dikkate alınarak tekrar uygulamaya konulması zorunlu görülmektedir.