Necdet TOPÇUOĞLU
İnsanların sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenerek yaşamlarını sürdürebilmeleri için bitkisel ve hayvansal kaynaklı gıdalara ihtiyaçları bulunmaktadır. Ancak bu gıdaların sağlık yönünden güvenilir olması zorunludur. Son yıllarda gıda güvenilirliğini olumsuz yönde etkileyen faktörlerin başında organizmaların genleri ile oynanması gelmektedir. Her şeyden önce bir türün çeşitleri arasında gen nakli yapılıyorsa ıslah, bir türe kendi türü dışından gen nakli yapılıyorsa GDO, yani genleri ile oynanmış organizma denilmektedir. Genleri ile oynanmış organizmalara transgenik organizmalar denilmektedir. Yapılan araştırmalar, gen transferinin genellikle bitkisel organizmalar üzerinde yapıldığını göstermektedir. Bu genetik çalışmaların amacı; bitki yetiştirmede daha az zirai ilaç kullanılması, soğuğa ve kurağa dayanıklı çeşitler yetiştirilmesi, gıdaların raf ömrünün uzatılması, maliyetlerin düşürülmesi gibi hususlardır.
Dünyada hiçbir besin sıfır riskli değildir. Ancak genleri ile oynanmış organizmalardan elde edilen gıdaların çeşitli riskleri bulunmaktadır. Bunların başında vitamin sentezinin yetersizliği gelmektedir. Genleri ile oynanmış bitkilerde vitamin sentezi yapılamadığından bunlardan üretilen gıdalarda vitamin eksikliği görülmektedir. Bunun sonucunda söz konusu gıdalarla beslenen insanlarda unutkanlık baş göstermektedir. Unutkanlığın ileri yaşlarda alsehimere dönüştüğü hepimizin malumudur. Diğer taraftan genleri ile oynanmış pirinçlerde A vitamini sentezi yapılamadığından bu pirinçlerle beslenen insanlarda gece körlüğü meydana gelmektedir. Bu konuda Hindistan’da 200 milyon insana A vitamini takviyesi yapılarak gece körlüğünün tedavi edilmesine çalışıldığı bilimsel kaynaklarda yer almaktadır.
Bitkilerde gen transferinin en tehlikeli yönü kısırlaştırma programıdır. Gen transferinde işaretlenen gen, organizmanın soyunu yok etmeye programlandığından, bu bitkilerin tohumları kısırdır. Ayrıca işaretlenen gen programlanarak, söz konusu transgenik gıdalarla beslenen kadın ve erkeklerin kısırlaştırılması da yapılabilmektedir. Dolayısıyla genleri ile oynanmış gıdalarla beslenen insanların sağlık sorunlarının yanında çok büyük bir genetik risk altında olduklarını söylemek mümkündür. Bilim insanları bu konuda iki gruba ayrılmış durumdadır. Bir kısmı genleri ile oynanmış organizmalardan yana tavır sergilerken, diğer bir kısmı da gen transferini riskli bularak karşı çıkmaktadırlar. Ekonomik kaygılardan bağımsız olarak düşünen bilim insanları güvenilir gıda üretimini savundukları için gen transferine karşı çıkan grupta yer almaktadırlar. Ancak ne pahasına olursa olsun üretimin artırılması gerektiğini düşünenler ise, artan nüfusun beslenme ihtiyacının başka türlü karşılanmasının mümkün olmadığı düşüncesi ile gen transferinin yapılması gerektiğini savunmaktadırlar.
Transfer edilen genlerin toksik ve alerjik etkileri bulunmaktadır. Bu sebeplerle insanlarda zehirlenmelere yol açtığı gibi, vücutta sivilceler ve deri dökülmelerine de sebep olabilmektedirler. Ayrıca bu gıdalardan bol miktarda yiyen erkeklerin spermlerinde Y kromozomu olan erkeklik kromozomunun azaldığı iddia edilmektedir. Bu durum muhtemel doğumlarda erkek çocuğun dünyaya gelmesini olumsuz yönde etkileyeceğinden, dünya nüfusu içindeki dişi erkek oranının bozulmasına neden olacağı iddia edilmektedir. Genleri ile oynanmış bitkilerin çiçekleri kokularını kaybetmektedir. Bitkilerde çiçek döllenmesine yardımcı olan arı, sinek ve kanatlı böcekler çiçekleri kokularından bulabilmektedir. Kokular, kaybolunca arı ve böceklerin döllenmeye olan katkıları ortadan kalkacağı gibi, beslenmeleri de engelleneceğinden bu canlıların yok olmaları gündeme gelecektir. Doğal dengenin bozulması yönünden arıların yok olması telafisi mümkün olmayan sonuçlara neden olabilir.
Gen transferinin ayrıca doğal çevrenin bozulmasında da olumsuz etkileri söz konusudur. Transgenik bitkilerden diğer bitkilere yatay gen kaçışı yoluyla gen aktarılarak biyolojik çeşitlilik bozulabilir. Diğer yandan transgenik bitkiler, toprağın mikroorganizma yapısını da bozmaktadır. Doğadaki kuş ve böceklere beslenme yoluyla aktarılacak dayanıklılık geni ihtiva eden virüsler, ölümlere ve tedavisi mümkün olmayan hastalıklara yol açabilir. Ayrıca, genetik yapısı bozulan zararlı otlar, zirai ilaçlara dayanıklılık gösterirse yok edilmesi imkansız hale gelebilir. Bu durumda bitkisel ürünler yabancı otların tehdidi altında kalabilir. Halen gen transferinin yapıldığı bitkisel organizmaların başında mısır gelmektedir. Bunu soya, ayçiçeği, domates ve çilek izlemektedir. Gen transferi diğer ıslah çalışmaları ile karıştırılmamalıdır. Buğday bitkisinde henüz gen transferinin yapılmadığı, ancak hastalıklara mukavemet için böyle bir çalışmanın yapılabileceği ifade edilmektedir.
Yapılan araştırmalara göre, raflardaki ürünlerin yaklaşık %60-70 oranında genleriyle oynanmış organizmalardan üretildiği iddia edilmektedir. Bilim adamlarının konu ile ilgili araştırmaları devam etmektedir. Ancak bu aşamada ortaya koydukları şu tez çok önemlidir. “Bu denklemde bilinmeyenlerin oranı, bilinenlerden çoktur.” Dolayısı ile risk de çok yüksektir. Dünya tarımsal üretiminin %80’i halen 6 çok uluslu şirket tarafından kontrol edilmektedir. Biyoteknoloji yoluyla dünyada bitkisel tohumların tekelinin çok uluslu şirketlerin eline geçme tehlikesi bulunmaktadır. Bu durumda gelişmekte olan ülkelerin tarımsal geleceği çok uluslu şirketlere bağımlı hale gelebilir. Halen Türkiye’de 500 milyon dolar tutarındaki tohumculuk piyasasının yaklaşık 80 milyon dolarının bu şirketlerin kontrolünde olduğu tahmin edilmektedir. Transgenik bitkilerin üretimi, dünyanın 25 ülkesinde yaklaşık 130 milyon hektara ulaşmıştır. Türkiye buğday ekiliş alanının 7,5 milyon hektar olduğu dikkate alınırsa tehlikenin ne kadar büyük olduğunu anlamak hiç de zor olmaz diye düşünüyorum.
Türkiye, 24 Mayıs 2000 tarihinde “Uluslararası Biyogüvenlik Protokolü”nü imzalamış ve bu konu 17 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de görüşülerek 4898 sayılı Kanunla kabul edilmiştir. Bu yasaya göre insanların ne yediklerini bilme hakları vardır. Dolayısıyla Türkiye’de de AB ülkelerinde olduğu gibi transgenik bitkilerden üretilen gıdaların ambalajları etiketlenerek açıklayıcı bilgiler verilmelidir. İmzalanan uluslararası protokole bağlı olarak çıkartılan, “Ulusal Biyogüvenlik Kanunu”nda yerine getirilmesi zorunlu görülen bütün hususların uygulaması gerçekleştirilmelidir.
Bu yazı hazırlanırken çok sayıda makale incelenmiştir. Gen transferinin yanında veya karşısında olan bilim insanları ve teknokratların görüşlerine saygı duyulması gerektiği düşünülmektedir. Türkiye’de de çok sayıda farklı görüşe sahip olanlar bulunmaktadır. Ancak, Dünyanın bütün medeni ülkelerinin insanlarının olduğu kadar, Türk insanının da güvenilir gıdalarla beslenme hakkı bulunmaktadır. Türkiye çok uluslu şirketlerin ürettiği transgenik gıdaların yolgeçen hanı olmamalıdır.