Necdet Topçuoğlu
Dünya emekçi kadınlar günü tanımlamasını çok doğru bulmuyorum. En azından bana kadınlar arasında ayrım yapıldığı izlenimini vermektedir. Kadın zaten cinsiyeti itibarıyla emek demektir. Ana olan her kadın en azından çocuk büyüttüğü ve bir erkeğin kahrını çektiği için emekçidir. Kadınlar söz konusu emeklerini çeşitli şekillerde kullanmaktadırlar. Emek denilince mutlaka bedenen çalışmak düşünülmemelidir. Beyniyle fikir üretenler, meslek sahipleri de hepsi birer beyin emekçileridir.
Kadınlar gününün geçmişi çok eski yıllara dayanmaktadır. 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları talebiyle bir tekstil fabrikasında grev yapmışlardır. Bu grev sırasında polis işçilere saldırmış ve onları fabrikaya kilitlemiştir. Daha sonra çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can vermiştir. Bu feci olay kadınlar tarafından yıllarca protesto edilmiştir.
Rusların o dönemde kullandığı Jülyen Takvimine göre, 23 Şubat 1917 de Rusya'da çarlığa son veren ayaklanmalar başlamıştı. Ayaklanmalar sırasında kadınlar çok etkin protesto eylemleri gerçekleştirmişlerdir. 23 Şubat Gregoryen Takvimine göre 8 Mart’a denk gelmektedir. Bu mücadeleleri gerekçe olarak kabul eden Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1977 yılında, 8 Mart gününü, "kadın hakları, uluslararası barış günü" olarak kabul etmiştir.
Fabrikalarda işçi olarak çalışan, köylerde yaşayan ve tarımla uğraşan ailelerin kadınları, kızları beden emekçileridir. Köyde kadınların göbeğine güneş doğmaması bir deyimdir. Bir Ezidi atasözü vardır.’’ Bizim yörelerde kadınlar, Güneş doğmadan önce kalkarlar, çünkü Güneşi kadınlar doğurur’’ denilmektedir. Köy kadınları tarım ve hayvancılıkta daima erkeğinin yanında bir işçidir. Bedenen çalıştığı gibi, başta traktör olmak üzere her türlü alet ve ekipmanı kullanmaktadırlar.
Soframıza gelen her gıda maddesinde mutlaka bir kadının emeği ve alın teri vardır. Lokmayı ağzımıza götürürken sakın ola bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Köy kadınlarının çocukları da, ya tarlada beşiği ağaç dalına asılarak, ya da ahırlarda annenin sırtında gezerek büyürler. Koyun ve inek sağan, peynir, tereyağı üreten öpülesi eller, hem ev ekonomisini ayakta tutar, hem de ülke ekonomisine katkıda bulunurlar.
Kırsal kesimde yaşayan kadınlarımız, hayatın bütün yükünü omuzlarında taşımaktadırlar. Erkeğinin yoksulluktan kaynaklanan üzüntüsüne derman olmaktadırlar. Hiçbir şey istemezler. Yokluklar içinde kıvransalar bile, her şeyimiz var çok mutluyuz derler. Kendi çektikleri sıkıntıları çocukları çekmesin diye çocuklarının okuması için can atarlar. Hiç bir fedakarlıktan çekinmezler. Bu kültürün içinden çıkıp gelmiş bir yurttaş olarak, o muhteşem duyguları yakından biliyorum.
Kadınlarımız yurt savunmasında daima bir neferdirler. Kurşun atıp, çatışmaya bile girerler, gerekirse cephane taşırlar. Aziz Atatürk,‘’ Dünya da hiçbir milletin kadını Anadolu kadını kadar ben ülkeme hizmet ettim diyemez’’ demiştir. Kadın okumalıdır, bilgi sahibi olmalıdır. Kadınlarını okutmayan bir millet çocuklarını manevi öksüzlüğe terk etmiş demektir. Bir ülkenin kadınları aydın ve münevver ise, o ülke için asla tehlike yoktur. Çünkü nüfusun yarısı kadın, diğer yarısı da kadınların doğurduklarıdır. Gerici çevreler kadının aydınlanmasını asla istemezler.
Kadın anadır, Han’dır ve dağı örten kardır. Kadın hayat kemerinin kilit taşıdır. O kilit taşını çıkarırsan hayat çöker. Yuvayı ayakta tutan, koruyan dişi bir kartal gibidir. Boşuna söylenmemiştir. ‘ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz ‘’diye. Ana dil vardır, baba dil yoktur. Ana kucağı vardır, baba kucağından hiç söz edilmez. Ana yol vardır, baba yol yoktur. Ana vatan vardır, baba vatan yoktur. Ana doğurandır, var edendir.
Bir de beyin ve fikir emekçisi kadınlarımız vardır. Onlarda ülkenin yönetiminde rol üstlenmektedirler. Kadınlarımız her ne kadar erkek egemen bir toplumda gerektiği kadar görev almasalar da, düşünce ve fikirleriyle yeni ufuklar açmaktadırlar. Ben kamuda geçen yöneticilik yıllarımda daha çok kadınlar ile çalışmayı tercih ettim. Samimi kanaatim odur ki, kadınların üç kağıdı, sahtekarlığı biz erkeler ile kıyaslanmayacak kadar azdır.
Kadınların gerçek günü, gerçek bayramı, kadına uygulanan şiddetin cinayetlerin son bulduğu gündür. Bu caniliklerin olduğu ülkelerde kadınların bayramından değil, mateminden söz etmek gereklidir. Kadınların bayramı, onların anlaşıldığı, gereken ilgiyi gördüğü ve gerçekten sevildikleri gündür. Bu vesile ile kadın cinayetlerinin son bulduğu, kadınların hukuk önünde erkekler ile eşit olduğu, anlaşıldığı, sayılıp sevildiği, kıymetlerinin bilindiği bir dünya diliyor, bütün kadınlarımıza saygılar sunuyorum.