Necdet Topçuoğlu
1971 yılında çıkarılan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nun ikinci maddesi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ülke idaresini eline alan Millî Güvenlik Konseyi tarafından, 1983 yılında değiştirilmiş ve akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verilmişti. 12 Eylül darbesinden sonra ne zaman yurt dışına gitsem, 1402 Sayılı Kanun kapsamında açığa alınan kişilerle mutlaka karşılaşıyordum. Özellikle İngiltere ve ABD’de bu kişilere Türkiye’nin aleyhinde olmaları koşulu ile, iş imkanı sağlanıyordu. İş sahibi olabilmek için, ülkesinin aleyhine olan çok hain tanıdım.
Bu durum siyasette de böyledir. Ülkelerinin Milli çıkarlarını ön planda tutan siyasi partilerin yurt dışında destek bulmaları mümkün değildir. Şayet bir siyasi parti yabancı ülkeler tarafından destekleniyorsa mutlaka ülkesinin Milli çıkarları aleyhine ödün vermiş demektir. İngiltere de Exeter, ABD’de Broklyn Enstitüsü bu amaçla çalışmaktadırlar. Siyasi partiler hakkında karar verirken, mutlaka bu bağlantılarına dikkat edilmelidir. Bu gün iktidarda bulunanlar, Türkiye de rejimi değiştirmek için ülkenin iç dinamiklerini aşamamışlardır. Bu sebeple dış dinamiklerle iş birliği yaparak Türkiye’yi dönüştürmeyi tercih etmişlerdir. Söz konusu işbirliğine karşılık hangi tavizlerin verildiği zaman içinde yapılan uygulamalardan anlaşılmıştır.
Dönemin Başbakanlarından Sayın Abdullah Gül, ben Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanıyım demişti. Bunun için hangi tavizlerin verildiği zaman içinde ortaya çıkmıştır. Dönemin Hükumeti, Hizmet Hareketi olduğunu iddia eden Fetullah Gülen cemaati ile işbirliği yaparak, Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpas kurulmasına göz yummuştur. Ordu içindeki bazı subaylar gizli tanık ifadeleriyle Ergenekoncu denilerek TSK’dan ihraç edilmişlerdir. Boşalan kadrolara süresine ve kıdemine bakılmaksızın cemaatçi subaylar terfi ettirilmiştir. Sonra bu subaylar 15 Temmuz 2016 yılında darbe yapmaya kalkışmışlardır. Dönemin hükumeti bunu fırsat bilerek TSK’nın bütün dengelerini alt üst etmiştir.
Türkiye’nin rejimi adım adım değiştirilirken işlenen suçların cezasız kalması için hukuk vesayet altına alınmış ve Yargı Kurumu çökertilmiştir. Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar tanınmamış, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyulmamıştır. Hukuk haklının hukuku olmaktan çıkmış, güçlünün hukuku olmuştur. Devlet, anayasal devlet olmaktan uzaklaşmış, sadece anayasası olan devlet haline gelmiştir. Yargı Kurumuna güven azalmış, halkın adalet arayışı tepkilere dönüşmüştür. Çok modern adalet sarayları yaptırılmış ancak içinde adalet kalmamıştır.
Eğitim sistemi bilimsellikten uzaklaştırılmış, Milli olmaktan çıkmıştır. Hemen hemen bütün sınavlarda sorular ya çalınmış, ya da yandaşlara verilmiştir. Devlet kadroları çeşitli cemaatlere mensup müritlere peşkeş çekilmiştir. Taşımalı eğitim adı altında köy okulları kapatılmış, öğretmenler köylerden uzaklaştırılarak halk cami imamlarıyla baş başa bırakılmıştır. Meslek Liselerinin sayıları azaltılmış, sanayimizin ara eleman ihtiyacı olan kaynaklar kurutulmuştur. Üniversite sayısı artırılmış, ancak eğitim kalitesi düşürülmüştür. Üniversiteler işsizlik sertifikası dağıtan kurumlar haline gelmiştir. Eğitimde yapılan bu düzenlemeler geleceğin toplumunu oluşturmayı hedeflemektedir.
Sağlık sistemi temelinden bozulmuş, İngiltere’nin uygulanabilir bulmadığı ‘’Şehir Hastaneleri’’ projesi ‘’yap işlet devret’’ modeliyle yaptırılarak Sağlık Bakanlığı’nın gelecek yıllar bütçeleri ipotek altına alınmıştır. Yurttaşlarımızın sağlık hizmetine ulaşmaları her geçen yıl biraz daha zorlaşmış, ilaç katkı payları artırılarak sosyal devlet anlayışından uzaklaşılmıştır. Söz verilmesine rağmen sağlık personelinin özlük hakları düzeltilmemiştir. En sonunda talepleri karşılanmayan doktorlara giderseniz gidin denilerek kapı gösterilmiştir. Dar gelirli yurttaşlarımız hasta olmalarına rağmen hastaneye gitmekten korkar olmuşlardır. Sistem parası olanın tedavi imkanı bulduğu, parası olmayanın kaderi ile baş başa kaldığı bir duruma gelmiştir.
Naslar varsa size bana ne oluyor denilerek, ‘’faiz sebep, enflasyon sonuç’’ iddiasıyla ekonomi bir inat uğruna çıkmaza sokulmuştur. Merkez bankası politika faizi %20’den, %14’e kadar düşürülerek, Hazinenin %25-26 gibi daha yüksek faiz oranıyla borçlanmasına yol açılmıştır. Faizin baskı altına alınmasıyla döviz kurları fırlamış, Türk Parası tarihinin en yüksek değer kaybına uğramıştır. Döviz kurlarının belli seviyelerde tutulabilmesi için Merkez Bankasının bütün rezervleri eritilmiş, yapılan usulsüz satışlar tartışmalara neden olmuştur. Daha sonra ‘’kur korumalı mevduat hesabı’’ uygulamasına geçilerek Hazine risk altına sokulmuştur. Ekonominin büyük oranda ithalata bağlı olması sebebiyle, kur artışları sebebiyle fiyatlar yükselmiş, enflasyon kontrolden çıkmıştır.
Diğer yandan köprü, otoyol, hava alanı gibi taşıt ve yolcu garantili yatırımlar ‘’yap işlet devret ‘’ modeliyle yaptırılmış, Hazinenin geleceği ipotek altına alınmıştır. Hesapsız bir büyüme gerçekleştirilmiş, işsizlik artmış, gelirler giderleri karşılamadığı için dövize endeksli borçlanmaya gidilmiştir. Türk Lirası değer kaybettiği için vatandaş kendisini korumak için dövize yönelmiş ve Bankalardaki Döviz Tevdiat Hesaplarının oranı %65’e kadar yükselmiş, ekonomi dolarizasyona yakalanmıştır. Darphaneler sürekli para basarak emisyondaki TL hacminin artmasına sebep olmuşlardır. Doğalgaz, elektrik ve akaryakıta gelen akıl almaz zamlar, yurttaşları karamsarlığa itmiştir. Ekonomi bilerek ve isteyerek çıkmaza sokulmuş, yaratılan yoksulluk ile yurttaşlar ya diz çökeceksiniz, ya da tepki gösterip tutuklanacaksınız seçenekleri ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Seçim öncesi için OHAL arayışları denenmektedir.
Bir toplumu ayakta tutan kültür ve ortak değerlerdir. Toplumu sürekli ayrıştırarak kültürler arası çatışmaların eşiğine getirmişlerdir. Ortak değerlerimiz adeta yok edilmiştir. Toplum olarak neredeyse ayrışmadığımız değer kalmamıştır. Kontrolsüz ve denetimsiz mülteci ve göçmen girişleriyle ülkenin demografik yapısı bozulma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Özellikle Suriye’den gelen mülteciler bombalandıkları için Türkiye’ye kaçmamışlardır. Tam aksine Türkiye’ye kaçmaları için bombalanmışlardır. Afganistan’dan gelenler halen gizemini korumaktadır.
Türkiye de Tarım ve hayvancılık sektörü bilerek ve isteyerek ithalata mahkum edilmiş, gıda güvenliği sorunu ve açlığa kadar uzanacak bir beka sorunu yaratılmıştır. Tarım uzun vadeli bir sektördür. Sonuçları uzun süre sonra fiyatlara yansıyacaktır. Motorin, gübre, ilaç ve tohumluk fiyatlarındaki aşırı fiyat artışları sebebiyle ekim yapılamadığı için ürün rekoltelerinde öngörülemeyen düşüşler olması beklenmektedir. Yem fiyatlarındaki artışlar sebebiyle büyükbaş, küçükbaş ve kanatlı üretiminde büyük düşüler meydana gelmiş, birçok işletme faaliyetlerine son vermiştir. Yakın gelecekte et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, yumurta üretiminde ciddi sorunların yaşanması mümkündür.
Dışarıdan destek alarak ülkeyi yönetmeye kalkanlar, işbirlikçilerinden sadece destek değil, olumsuz müdahaleler de almaktadırlar. Büyük Ortadoğu Projesinin paydaşı, hatta Eş Başkanı olmayı kabul etmenin bir bedeli vardır. Ödülü alanlar bedeli ödemek zorundadırlar. Arap baharı ile yeniden şekillenme sürecinde bulunan Ortadoğu’dan sonra, Kuzey de de Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle yeni bir süreç başlamıştır. Türkiye her iki tehlikeli sürecin göbeğinde yer almaktadır. Etkilenmemesi mümkün değildir. Olumsuz etkileri en aza indirmek için TBMM’nin sorumluluk üstleneceği rejime bir an önce dönülmesi zorunlu görülmektedir.