Benim kuşağımın ömrü, darbe ve muhtıralar ile geçmiştir. Ancak geriye dönüp baktığımda bunların hiç birisini doğru anlayabildiğimizi düşünmüyorum. Katil denilince hemen akla tetiği çeken gelir. Bu tetiği çekenin arkasındaki sebepler ve kişiler hiç düşünülmez. Aslında suç bir bütündür. Tetiğin çekilmesi bu suçun sadece bir parçasıdır. Suçun cezalandırılması için, bütün unsurlarına bir bütün olarak bakmak gerekir. Genellikle yargılanan tetiği çeken olduğu için, suçun görünen unsuru yargılanmış, diğer unsurları beraat etmiş olmaktadır. İşte bu sebeple adaletin tecelli etiğini söylemek mümkün değildir.
1960 darbesinde çocuktum, çok iyi hatırlamıyorum. Ancak 1980 darbesinde Kamu da genç bir mühendis olarak çalışıyordum. Yeni evlenmiştik ve Ankara, Aydınlıkevlerde oturuyorduk. 12 Eylül 1980 sabahı eşimle birlikte kahvaltımızı yaptıktan sonra evden ayrılmıştım. İşime gitmek üzere otobüs durağına gidiyordum. Sokağın başından sivil plakalı bir araç çıktı, açık olan camından bir şahıs silahını bana doğrulttu. Neye uğradığımı şaşırdım, kimyam bozulmuştu. Nereye gidiyorsun diye sordu. İşe gidiyorum dedim. Darbe oldu duymadınız mı dedi. Sivil polis olduklarını anlayınca rahatlamıştım. Halbuki ben onları terörist sanmıştım. Çünkü sağ ve sol olayları en üst safhadaydı. Hemen eve döndüm eşimi bilgilendirdim. Evde telefonumuz olmadığı için kimseyle haberleşemiyorduk.
Darbe emir komuta zinciri altında yapıldığı için, öğleye doğru durum netleşmiş ve kontrollü olarak sokağa çıkma yasağı gevşetilmişti. Fırınların ve telefon kulübelerinin önünde kuyruklar uzamıştı. Meclis ve Hükumet dağıtılmış, Anayasa askıya alınmıştı. Türkiye Milli Güvenlik Konseyi bildirileriyle yönetilmeye başlanmıştı. Yukarı da bahsettiğim gibi, darbenin lideri Kenan Evren, cinayet de tetiği çeken katil konumundaydı. Halkın büyük bir çoğunluğu sağ sol çatışmalarından bıktığı için darbeyi haklı buluyor, diğer kısmı da olaya katil Evren diye bakıyordu. Ancak kimse darbenin arkasındaki derinliği sorgulamıyordu.
Darbelerin en kötü yanı giderken hukuk sistemlerini bırakmalarıdır. 1960 darbesi, kendi Anayasası ve Kanunlarını bırakıp gitmiştir. Hukukçular bu Anayasanın Türkiye’ye bol geldiğini, toplumsal yapı ile bağdaşmadığını savunmuşlardır. Anayasanın tanıdığı özgürlüklerin anarşiye yol açtığı iddia edilmiştir. Bu Anayasanın değiştirilmesi için, anarşik olaylar tahrik edilmiş ve Ülke adeta darbeye hazır hale getirilmiştir. Egemen çevreler her fırsatta Anayasanın tanıdığı özgürlüklerin daraltılmasını savunmuşlardır.
Darbe dönemindeki Hükumetin Başbakanı eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu olmuştur. Sahte tarafsızlık yaklaşımı adı altında sağ ve sol kesime aşırı baskılar uygulanmış, 1402 sayılı Sıkı Yönetim Kanunu ile çok sayıda insan işinden edilmiştir. Bir sağdan bir soldan diyerek, günahsız gençler idam edilmişlerdir. Ülkücü ve devrimci çok sayıda genç işkence cezalarına maruz kalmıştır. 1982 yılında JICA Bursu ile Japonya’ya gittiğim için, basında çıkan zulüm haberlerine kısmen uzak kalmıştım.
12 Eylül 1980 darbesi, başta 1960 Anayasasını hedef almıştır. Yeni Anayasa yapılırken usullere uyularak önce bir Kurucu Meclis seçilmiştir. Anayasa Komisyonu Başkanlığına Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı getirilmiştir. Anayasa çalışmaları sonuç aşamasına geldiğinde bütün hazırlıkların kaybolduğu basında yer almıştır. Sayın Orhan Aldıkaçtı’nın bir gece de Anayasayı tekrar kaleme almak zorunda kaldığı söylenmiştir. Bu Anayasa özgürlükleri kısıtlayan, siyasetin alanını oldukça daraltan bir metin olarak halka sunulmuştur. Referandum öncesinde topluma evet oyu vermeleri için inanılmaz baskılar uygulanmıştır. Darbenin lideri Kenan Evren kendi Cumhurbaşkanlığını Anayasa ile birlikte oylatmış, referandum da Anayasa %92 oy alarak kabul edilmiştir. Birçok değişikliğe uğramasına rağmen, Türkiye halen o darbe hukuku ile yönetilmektedir.
Darbeleri değerlendirirken sadece liderine ve yapanlara takılıp kalmamak gerekir. Kalınırsa bu durum aynen ormana girip ağaca takılıp kalmak gibi olur. Esas olan büyük resmi görmektir. Cinayet suçunun unsurları gibi darbelerinde unsurları vardır. Darbeyi yönetenler, cinayet işlenirken tetiği çeken katiller gibidir. Ne için yapıldığı, arkasında kimlerin olduğu, kimlere fayda sağladığı ve siyaset ile bağlantısı da sorgulanmalıdır. Darbe bütün unsurları ile ortaya konulup, suçun tamamı yargılanmadıkça eksik kalan veya gözden kaçan unsurlar beraat etmiş olurlar. Başarılı olan darbelerin hukuk önünde yargılanması söz konusu değildir. Başarılan darbe zaten kendi hukukunu oluşturmuş demektir.
Ancak başarılamayan darbeler yargılanabilmektedir. 15 Temmuz darbesi başarılamayan bir darbe olarak hukuk önünde hesap vermektedir. Darbe bütün unsurları ile ortaya çıkarılarak yargılanmalıdır. Siyasi ayak tartışmaları suç tanımlamasında kavram karışıklığına neden olmaktadır. Darbelerin önlenmesi için, devletin güvenliğinden sorumlu bütün silahlı unsurların devletten başka sahibi olmamalıdır. Devletin resmi makamları dışında kimseden emir almamalıdır. Devlete paralel yapılara asla göz yumulmamalıdır. Potansiyel darbe üretecek mihraklar, tereddütsüz hukuk kuralları çerçevesinde yok edilmelidir.