CAHİL CESARETİNİN ANALİZİ
Reklam
Necdet TOPÇUOĞLU

Necdet TOPÇUOĞLU

ŞİMAL YILDIZI

CAHİL CESARETİNİN ANALİZİ

21 Ekim 2021 - 00:58


Necdet Topçuoğlu

Cahil cesareti, muhtemelen pek çoğumuzun bildiği bir tanımlamadır. Bu tanımlamadan, bilgisi olmayan insanın bu bilgisizliğinin verdiği cesaretle ortaya atılıp kendini göstermeye çalıştığını anlarız. Cahil insan gerçekten de eksikliklerinin bilincinde olmayan insandır. Bu bilinçsizlikle olayları ve insanları hafife alabilir. Genellikle insanların yıllarca uğraşıp elde ettikleri bilgi ve donanımın önemini, değerini anlamaktan uzaktır. Cahillik abartılı bir cesaret içermektedir. Bazıları da bilgisizliğinin farkındadır. Yıllar önce hak etmediği bir göreve gelen tanıdığıma, iyi eğitim görmüş bir meslektaşımı tavsiye ediyordum. Bana, boşver üstat ben bu göreve bilgiylemi geldim, sen bizden mi, değil mi ondan haber ver demişti. Çok bozulduğumu hatırlıyorum.
Cahil Cesareti demek ki sadece bize özgü bir deyim ve olay değilmiş ki, bazı uzmanlar konuya gerçek anlamda toplumsal bir sorun olarak eğilmişlerdir.
Cornell Üniversitesinden iki psikolog; Justin Kruger ve David Dunning ciddi bir araştırma yapmışlardır. Bazı tezler öne sürmüş ve ilginç sonuçlara ulaşmışlardır. Araştırma kendi adlarını verdikleri bir Sendrom olarak literatürdeki yerini almıştır. Dunning-Kruger Sendromu aslında bir tür algılamada yanlılık eğilimidir. Bu durum, bildiğimiz anlamdaki ‘Cahil Cesareti’ sözünün tam olarak bilimsel karşılığıdır. Böyle insanlar yanlı algılamalarından asla taviz vermezler, alternatifli düşünmezler ve sorgulamazlar.
Söz konusu araştırma, çevremizde gördüğümüz ve bulundukları yeri hak etmediklerini düşündüğümüz insanların nasıl olup da çok iyi yerlere gelmiş olduklarını açıklamaya yarayan bir araştırmadır. Ancak ülkemizdeki ‘Hamiline Kart Yakınımdır’ uygulamasının bu araştırmanın dışında olduğunu da hatırlatmakta fayda vardır. Türkiye de işler daha farklı yürümektedir. Bilgisine ya da bilgisizliğine bakılmadan, üst düzey makamlardaki kişilere olan yakınlıkla yürümektedir. Kısacası bu araştırmaya konu olan ve kişilerin yükselmelerine sebep olarak gösterilen cahil cesaretleri, ülkemiz insanı açısından makam sahibi kişilere olan yakınlıklarıyla yer değiştirmektedir.
Bu iki psikolog hak etmediği halde bazı insanların nasıl olup da üst düzey görevlere gelebildiklerini, dahası bu görevleri nasıl alabildiklerini merak edip 1999 yılında ortaya bir görüş atmışlardır. Cahil kişi, gerçek bilgiye sahip olan kişinin özgüveninden daha fazla bir güven duygusuna sahiptir. Yetkin olmayan insanlar, vardıkları yanlış sonuçlar ve talihsiz seçimlerin yanlışlığını anlayabilecek kapasiteye sahip değillerdir.
Bu teori üzerine yapılan fiziksel araştırmaların sonuçları da şöyledir:
• Niteliksiz insanlar kendilerindeki yetersizliğin ve bilgisizliğin farkında değillerdir.
• Niteliksiz insanlar, var olan özelliklerini ve az sayıdaki becerilerini abartma eğilimindedirler.
• Niteliksiz insanlar, diğer insanların becerilerini ve donanımlarını anlama konusunda da yetersizdirler.
• Niteliksiz insanlar bazı becerileri kazanmak üzere eğitildiklerinde ise kendilerindeki yetersizliğin farkına varmaya başlarlar.
Buna göre, kişiler az bilgi sahibi oldukları konularda, konunun tümüne hakim olduklarını düşünecek kadar yüksek bir özgüven duygusu yaşamaktadırlar. Hatta ne kadar az bilgiye sahip olduklarını anlamaktan da çok uzaktırlar. Bilgisizlik, gerçek bilginin tam tersine, kişilerin kendine güven duymasını sağlamaktadır. Çevremizde pek çok örneğini gördüğümüz birden bire gelişen başarı örneklerinin altında yatan etkenlerden biri de bu olabilir. Son zamanlarda ortaya çıkan Sezgin Baran Korkmaz olayı buna tipik bir örnektir. Özellikle Türkiye için bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Kendisine iş kurmak isteyen iyi yetişmiş bir insan, piyasa koşullarını, karşılaşabileceği zorlukları, ödeme güçlüklerini, nakit sorunlarını, işin muhasebeleştirilmesini, eleman bulma ve seçmenin önemini, işin olası risklerini ayrı ayrı hesaplayıp, kılı kırk yararak hareket etmeye çalışmaktadır. Hatta gözü korktuğu için iş kurmayı hep ertelemekte, belki de vazgeçmektedir. Oysa konuyu çok da iyi bilmeyen bir insan benzer bir iş kurma hayalinde bu kadar ince hesaplara girmeden, eş dost yardımıyla, işe koyulmakta ve bilgisizliğinin verdiği bir rahatlıkla riskleri hesaplamadan harekete geçme cesaretini göstermektedir.
Bazı insanların sahip oldukları niteliklerin fark edilmesini beklerken, çok fazla bilgi ve beceri sahibi olmayan insanların çok iyi yerlere gelme sebeplerinden birisi, bilgisi az olanların sahip oldukları cesaret nedeniyle gözü kara davranmaları ve pek çok işe talip olabilme cesaretleridir. Kendisine işe uygun eleman arayan işverenlerin tercih edeceği özelliklerden belki de en önemlisi, atak, girişken, cesur ve tuttuğunu koparan türden insan profilidir. Bu tipte bir insan ise ihtiyacı karşılayacak niteliktedir. Genellikle de başarılı oldukları görülmektedir.
Bu araştırmalardan ve uzmanların ortaya koyduğu sonuçlardan çıkarmamız gereken ders şudur.
• Bilgisizliğin gözü karalığı da, çok bilginin verdiği ince hesapların da yararı olduğu kadar zararı dokunabilir.
• Bazen konuyu çok iyi bilmemize rağmen, başarı odaklı kaygılarımız o kadar fazla olabilir ki, gerçekten başaracağımız konularda bile bu kaygılar nedeniyle başarısız olabiliriz.
• Öğrencilerin sınavlarda yaşadıkları stres buna iyi bir örnektir. Gençler konuyu bilmedikleri için değil, çok iyi bildikleri halde başarısız olma korkularını yenemedikleri için gerçekten de başarısız olmaktadırlar.
• Bilgi sahibi olan insanların takdir edilmeyi beklemek yerine artık daha rekabetçi bir toplumda yaşıyor olduğumuzu hatırlayarak kendilerini gösterme konusunda daha atak davranmalarında fayda vardır.
• Tevazu iyidir ama bilgi sahibi olduğunuz konularda gereksiz tevazu fark edilmenizi değil, arada kaynayıp görünmez olmanıza yol açabilir.
• Bugün çok önemli firmaların kurucularının aslında o konuda hiç eğitim almadıklarını, konuyu bilmediklerini hatırlatmak gerekir. Bilgi önemlidir, ama bilgiyi göstermek ve kullanmak için cesur olmak daha önemlidir.
• Çok fazla tevazu göstermek, keşfedilmeyi ya da takdir edilmeyi beklemek, cesaret ve hırs yoksunluğu olarak nitelendirilebilir. Bu da aslında hak edilen yere gelmekten alıkoyan bir faktör olarak düşünülmelidir.
Son söz olarak, Dunning-Kruger Sendromu araştırmasının 2000 yılında psikoloji dalında Nobel Ödülü kazandığını belirtmek isterim.

Bu yazı 591 defa okunmuştur .