Necdet Topçuoğlu
657 Sayılı Devle Memurları Kanununa tabi olarak görev yapan personelden, Kararname ile görev verilen ve imza yetkisine sahip olan yöneticilere bürokrat denilmektedir. Devlet, memurları ve bürokratları ile ayaktadır. Söz konusu personele hükumet, meclis veya parti memuru denilmemesinin yasal bir dayanağı bulunmaktadır. Onların amiri Kanunlar ve yazılı kurallardır. Bürokratlar Hükumetten Kanunlar çerçevesinde yazılı olarak emirler alırlar ve yerine getirirler. Şifahi verilen emir ve talimatlar belge yerine geçmediği için, ağır sorumluluk gerektiren evraklar yazılı talimat alınmadan imzalanmamalıdır.
Ana Muhalefet Partisi Lideri, yapılan uyarılardan ders çıkarmış olmalı ki, bürokratlara bu defa usul ve esaslara uygun bir çağrıda bulunmuştur. ‘’Sizler devletin gerçek sahiplerisiniz, Kanunlara aykırı evrakları imzalamazsanız, gelecekte sizlerin haklarını korumak benim boynumun borcudur’’ demiştir. Bu yerinde bir çağrıdır karşılık bulacağını düşünüyorum. Bürokratlar Muhalefetten bağırıp çağırmayı değil, geleceğe dair hak ve hukuklarının korunmasını beklemektedirler. Güvence verildiği takdirde vatansever bürokratlar devlet aleyhine işlenen suçlara ait dosyaları paylaşmaktan çekinmezler.
Bürokrasi, rüzgarın yönünü ve hızını ölçen ‘’anemometre’’ gibidir. İktidarların değişip değişmeyeceğini bürokratların yön değiştirmelerinden anlamak mümkündür. İktidarın muktedir olamadığını, hükumetin hükmedemediğini gördükleri zaman yasal gerekçeleri öne sürerek yanlışlara direnmektedirler. Aslında bunu yapmak asli görevleridir. Ancak baskılar arttığı zaman basınla ve muhalefet ile dolaylı yollardan belge paylaşımına girmektedirler. Denetçi olarak görev yaptığım yıllarda, yapılan yolsuzluklarla ilgili kapı altından imzasız mektup aldığım çok olmuştur. Bu mektuplar belge yerine geçmese bile üzerine gidilecek adresi göstermesi bakımından önemlidir.
Rejim değiştikten sonra bürokrasinin başı olan Müsteşarlık makamı koparılmış, yerine siyasi olan Bakan Yardımcılıkları makamı monte edilmiştir. Monte edilen siyasi baş ile bürokratik bünye arasında uyumsuzluk meydana gelmiştir. Müsteşarlık Makamı tekrar ihdas edilmediği takdirde bürokrasinin işletilmesi mümkün değildir. Bürokratlar aldıkları emirlerde Kanuna uygunluk aramak zorundadırlar. Siyasetçiler ise siyasi çıkarları gözetirler. Bu durumda tokmak siyasetin elinde, davul bürokrasinin sırtındadır. Bu çelişki halledilmeden uyum içinde çalışılması mümkün değildir.
1999 yılında Türkiye hayvancılığı çevre ülkelerdeki sığır vebası tehdidi altında bulunuyordu. Ancak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü Başarılı bir aşı uygulaması ile hastalığı kontrol altına almış, Türkiye’nin sığır vebası yönünden temiz olduğunu uluslararası kuruluşlara bildirmişti. Buna rağmen İzmir’de faaliyet gösteren Yaşar Holding’in hayvancılık bölümü Bakanlığımızdan 13.000 doz sığır vebası aşısı talep etmiştir. Ayrıca 50.000 Ton süt tozu için, ihraç kaydı ile ithal izini istiyordu. O dönem birlikte çalıştığımız Koruma ve Kontrol Genel Müdürü Rahmetli Celal Özcan’ı ekibiyle birlikte davet ederek, iki talebi de enine boyuna görüştük.
Arkadaşlarımız Yaşar Holding’in Şanlıurfa Viranşehir yakınlarında 13.000 baş kaçak hayvanının bulunduğunu, aşıyı bu hayvanlar için istediklerini belirtmişlerdir. Bu kaçak hayvanlar aşılandıktan 28 gün sonra, karantina süresi dolunca kesilerek piyasaya sürülecekti. Süt tozu konusunda ise daha önce ithal izni verildiğini, ancak ihracat yapılmadığını belirttiler. İhraç edilmeyen süt tozu yurt içinde kaldığı takdirde süt üreticileri üretimden vaz geçmektedirler. Bu sebeple bazı üreticilerin ineklerini kasaba sattıkları görülmüştür.
Adı geçen Holdingin her defasında bu yolu denediğini, en üst düzeyde torpil kullanarak izin aldıklarını ifade etmişlerdir. Ben arkadaşlarıma konuyu anladığımı, bu taleplerin et ve süt üreticilerimizin zararına olduğunu, bu izinleri vermeyeceğimizi söyledim. Rahmetli Genel Müdür alırlar efendim dedi. Hayır, izinleri alamazlar ama beni alabilirler, siz rahat olun diye güvence verdim. Öyle uğraştılar ki, 6 Ay direndik, sonunda Selçuk Yaşar, 9. Cumhurbaşkanı Rahmetli Süleyman Demirel’i devreye koydu. Artık bizden bir açıklama değil, iznin verilmesi bekleniyordu. Ya emrin gereğini yaparsınız, ya da bırakıp gidersiniz aşamasına gelmiştim.
Daha önce mensubu olduğum Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Başkanı Sayın Fahri Özbaki’ye gittim. Gergin olduğumu görünce ne olduğunu sordu. Bütün ayrıntıyı anlattım. Sen orada bizi temsil ediyorsun, görevi bırak gel. Sakın geri adım atma, şimdi geri dönüş formunu doldur. Biz bu arada senin işlemlerini tamamlayalım dedi. Benim için muhteşem bir destekti. Halen hayattadır, kendisine sağlıklı ömürler diliyorum. Sonra Bakanlığa geldim ve doğruca Sayın Bakan’a uğradım. Efendim sizden azatlık istiyorum, dostça ayrılalım, ben o izin yazısını imzalamayacağım dedim. O andan sonra konuşulanların benim için bir önemi kalmamıştı. Üçlü Kararname ile geldiğim görevimden, kararnamesiz olarak 09.09. 1999 tarihinde ayrıldım. Dönüp arkama bile bakmadım. Beni enayilikle suçlayanlar oldu ama önemli olan ilkelerdi.
Bakanlıkta çok dürüst ve kaliteli bürokratlarla çalıştım. Görevimi terk etmek pahasına da olsa, onların güvenini sarsacak bir tereddüt içinde olmadım. Bürokrat arkadaşlarımla ortak paydamız, görevimize sadakat ve devletimize olan aidiyet duygularımızdı. Zaten başka ortak yan aramıyor, sormuyorduk. Fikirleri, dünya görüşleri ne olursa olsun, halen devlette görev yapan çok sayıda dürüst, vatansever kardeşlerimiz olduğundan eminim. Devleti ayakta tutan kamu çalışanları ve bürokratlardır. Tarih her zaman insanların önüne vatanseverliğini gösterme fırsatı sunmaz. Zaman, haksızlık ve hukuksuzlukların karşısında dik durma ve birlikte mücadele verme zamanıdır.