Rahmetli Aydın Menderes ile menfaatsiz, karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir dostluğumuz vardı. Geçirmiş olduğu trafik kazasından sonra yatağa bağımlı olarak yaşıyordu. Ayda iki defa çay yolundaki evine gider hem sohbet eder, hem de kendisine kitap okurdum. Aynı destekleri yapan bir kaç dostu daha olduğunu biliyordum.
Bana bahçesinin sulama suyu parasının çok yüksek gelmesinden şikayet ederdi. Kendisine damla sulama yaptırmasını önermiştim. Bu sistemin nasıl olduğunu bilmediği için benden açıklama istemişti. Ben de su tasarrufu sağlayan bir sulama yöntemi dedim. Ayrıntılı açıklamaları yaptıktan sonra ikna oldu. Bana bir iyilik yaparmısın dedi. Tabi efendim size yardımcı olmaktan çok mutlu olurum dedim.
Maliyeti ne kadar olursa olsun bu tesisi kurdurmak istediğini söyledi. Tanıdığım arkadaşlarıma anlattım, hiç sorun değil ortaklaşa yaparız dediler. Arkadaşlar kısa sürede işe başladılar ve istemi kurdular. İş bittikten sora sistemi çalıştırarak kendisine bilgi verdik. Çok beğendi ve borcunun ne kadar olduğunu sordu. Ben de efendim tesisi kuran arkadaşlar bir çayınızı içmek, bir de kitaplarınızdan imzalı bir set istiyorlar dedim. Çay ikram edip sohbet etmekten ve kitaplarımı hediye etmekten mutlu olurum. Ancak yaptıkları işin bir bedeli olmalı diye söyledi.
Efendim arkadaşlar çay içmeye gelince bir de siz sorarsınız daha iyi olur dedim. Çaylar içildi, rahmetli trafik kazasında sakat kaldığı için imza atamıyordu. Bir bilekliği vardı onu giydirip imzayı biz attırıyorduk. İmza ve hediye işi de tamamlandı. Sonra arkadaşlar size borcum nedir diye sordu. Ziraat Yüksek Mühendisi olan dostum, efendim borcunuz yok diye cevap verdi. Dini vecibeler çerçevesinde karşılıklı hediyeleştik diye cevap verdi.
Sizde olan bu kitaplardan bizde yok, bizdeki sulama sisteminden de sizde yok. Herkes kendisinde olanı vermiş oldu. Şayet bir değerlendirme yapmak gerekirse biz çok borçlu kalırız, deyince rahmetli çok duygulandı. Bir süre suskun kaldı. Sonra bana dönerek, beni böyle insanlarla tanıştırdığın için çok teşekkür ederim dedi.
Arkadaşlar gittikten sonra biz biraz daha sohbet ettik. Konu dönüp dolaşıp siyasete geldi. Necdet beyefendi, bana biz bu orduyu (TSK) kapatmak, lav etmek istiyoruz diyorlar dedi. Kanım dondu. Kimler diye soramadım. Yorum da yapmadım. Sadece dinlemekle yetindim. Yahu bu ordu benim babamı astı. Mesele duygusal olsa bunu benim istemem lazım dedi. Ordu ve Yargı ailemizi perişan etti. Biz kaderimize razı olduk ama devletimize kin ve nefret duymadık dedi. Kişilere, adaletsiz Savcı ve Hakimlere kinim var ama kurumlara asla kin duymadım dedi.
Ordu ve Yargı bu memlekete lazım. Ordusuz, Yargısız devlet olurmu diye söylendi. Haklısınız efendim dedim. Yorum yapmadım. Aradan geçen 20 yılı aşkın süreden sonra, Ergenekon, Balyoz, 15 Temmuz isyanı ve Yargıda meydana gelen hesaplaşmaları gördüğümde daha iyi değerlendirme imkanı buluyorum. Pazılın parçalarını birleştirdiğimde planlar gözümün önünde daha da netleşiyor.
Derin planları algıladıkça tüylerim diken diken oluyor. Kaygılarım çok büyük. Allah devletimizin ve Milletimizin yardımcısı olsun. Bu gün halen olup bitenleri gördükçe, hiçbir şeyin bir tesadüf olmadığını, her şeyin hesaplanarak yapıldığını değerlendiriyorum. Ölçerek biçerek, cümleleri seçerek bu kadarını paylaşabildim.
Bu vesile ile Aydın Menderes’i rahmetle anıyorum. Biz kaderi kötü yazılmış bir aileyiz derdi. Görüyorsun işte her birimiz bir yere savrulduk. En son ben kaldım, tekerlekli sandalyeye mahkum olarak yaşama savaşı veriyorum diyordu. Muhafazakar bir demokrat olduğunu söylemekte hiçbir tereddüt yok. Ailesinin yaşadığı acı olaylar karşısında, ne yaparsın, dünün güneşi ile bu günün çamaşırını kurutamazsınız, yeni güneşli günler dilemeliyiz derdi. Tecrübe ve deneyim olarak kendisinden çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.