Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk Milletini istiklaline kavuşturduktan sonra sıranın iktisadi alanda kazanılacak zaferlere geldiğini çok iyi biliyordu. Başladığı her işi gördüğü eğitimden kaynaklanan bir yaklaşımla temelden başlayarak sistematik bir şekilde sonuçlandırması en önemli özelliği idi. Bu sebeple, Türkiye’nin kalkınmasına da temelden başlanmalı daha sonra da iktisat ilminin gerekli kıldığı sistematik takip edilerek ekonomik gelişme, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarılmalıdır diye düşünüyordu. Bu anlayışla “Milli Ekonominin temeli ziraattır” diyerek, kalkınmanın temelden başlamasını hedef göstermiştir.
Ulu önder Atatürk, bir işin başlamasını sadece hedef göstermekle kalmaz, işi kendisi yaparak Milletine önder ve örnek olmayı tercih ederdi. Bu sebeple, Türkiye tarımının gelişmesine, örneklik ve önderlik yapmak amacıyla Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde çiftlikler kurmuştur. Bunlar; başta Atatürk Orman Çiftliği, Yalova’da Baltacı Çiftliği, Hatay’da Dörtyol Çiftliği, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği, Silifke’de Tekir ve Şövalye çiftlikleridir. Bu çiftliklerin toplam alanının yaklaşık olarak 102.000 Dekar olduğu bilinmektedir.
Söz konusu çiftlikler bulunduğu bölgelere göre çok önemli özelliklere sahip olmasına rağmen, bunların içinden “Atatürk Orman Çiftliği” Ulu önderin azmini, kararlılığını ve Türkiye’nin kalkınması konusundaki felsefesini yansıtması bakımından özel bir önem taşımaktadır.
Atatürk, 1925 yılının ilkbaharında, tanınmış ziraatçıları davet ederek Ankara çevresinde bir çiftlik kurmak istediğini, bunun için uygun bir alanın bulunmasını kendilerinden istemiştir. Ancak ziraatçılar ekibi yaptıkları araştırma sonucunda, çiftlik kurmak için uygun bir alanı bulamadıklarını Atatürk’e rapor etmişlerdir.
Ancak Atatürk, eliyle çiftliğin bugünkü yerini işaret ederek; istediğim yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak, hem çorak hem de fena bir yer. Bunu biz ıslah etmez isek kim gelip ıslah edecek demiştir.
Söz konusu arazi tabiatın hiçte cömert davranmadığı bir bölgede bulunuyordu. Arazinin ova kısmı bataklık olup, kamış ve sazlıklarla kaplı idi. Diğer tarafları ise, otsuz ve kıraç yamaçlardan ibaretti.
Ulu önder işte böyle bir alanda, kimilerine göre imkansızı zorlamak pahasına Türkiye’nin tarımsal kalkınmasına örnek olmak amacıyla “Gazi Orman Çiftliği”nin kurulması için yetkililere gerekli direktifi vermiştir. Çalışmalara öncelikle Abidin Paşa’nın eşi Faike Hanım dan 20.000 dönüm arazi satın alınarak başlanmıştır. Bu girişimi duyan çevre halkı kullanmadıkları çorak ve bakımsız tarlalarını Atatürk’e sattılar. Bu çerçevede Balgat, Etimesgut, Çakırlar, Macun, Güvercinlik, Tahar, Yağmur Baba gibi çiftlik sayılabilecek arazilerde Atatürk tarafından değerinin çok üstünde fiyatlarla satın alınmıştır.
Çiftliğin kuruluş çalışmalarına bizzat nezaret eden Atatürk, “Burayı öyle yeşillendiriniz ki, gözü görmeyen insanlar bile buradan geçerken yeşilliklerin içinden geçtiğini anlayabilsin” demiştir. Çalışmalar uzun yıllar devam etmiştir. Hatta öyle bir zaman olmuştur ki bazı uzmanlar; “öyle bir işe başlandı ki buna ne para yeter nede emek” demişlerdir.
Ancak ulu önder, inancından ve kararlılığından bir adım bile sapmadan bugünkü güzel çiftliği vücuda getirmeyi başarmıştır. Atatürk Orman Çiftliği, Türk Milletinin zorluklar karşısındaki sarsılmaz direncinin bir sembolüdür. Bu topraklara sıradan bir arsa, tarla veya ağaçlık olarak bakmanın doğru bir yaklaşım olmadığını söylemek zorunludur.
Ulu Önder Atatürk, kurmuş olduğu çiftlikleri 13 yıl bizzat işlettikten sonra 11 Haziran 1937 tarihinde yazmış olduğu vasiyet mektubu ile Hazineye hediye etmiştir. Dönemin Başbakanı merhum İsmet İNÖNÜ tarafından Maliye Bakanlığı’na havale edilen mektup aşağıdaki şekilde yazılmıştır.
BAŞVEKALETE,
MALUM OLDUĞU ÜZERE, ZİRAAT VE ZİRAİ İKTİSAT SEHASINDA FENNİ VE AMELİ TECRÜBELER YAPMAK MAKSADI İLE MUHTELİF ZAMANLARDA MEMLEKETİN MUHTELİF MINTIKALARINDA MÜTEADDİT ÇİFTLİKLER TESİS ETMİŞTİM.
ON ÜÇ SENE DEVAM EDEN ÇETİN ÇALIŞMALARI ESNASINDA FAALİYETLERİNİN; BULUNDUKLARI İKLİMİN YETİŞTİRDİĞİ HER ÇEŞİT MAHSULATTAN BAŞKA, HERNEVİ ZİRAAT SANATLARINA DA TEŞMİL EDEN BU MÜESSESELERİ İLK SENELERDEN BAŞLAYAN BÜTÜN KAZANÇLARINI İNKİŞAFLARINA SARF EDEREK BÜYÜK KÜÇÜK MÜTEADDİT FABRİKA VE
İMALATHANELER TESİS ETMİŞLER, BÜTÜN ZİRAAT MAKİNE VE ALETLERİNİ YERİNDE VE FAYDALI ŞEKİLDE KULLANARAK BUNLARIN HEPSİNİ TAMİR VE MÜHİM BİR KISMINI YENİDEN İMAL EDECEK TESİSAT VÜCUDA GETİRMİŞLER, YERLİ VE YABANCI BİRÇOK HAYVAN IRKLARI ÜZERİNDE ÇİFT VE MAHSUL BAKIMINDAN YAPTIKLARI TETKİKLER NETİCESİNDE, BUNLARIN MUHİTE EN ELVERİŞLİ VE VERİMLİ OLANLARINI TESBİT ETMİŞLER, KOOPERATİF TEŞKİLİ SURETİLE, VEYA AYNI ZAHİYETTE BAŞKA SURETLERLE CİVAR KÖYLERLE BERABER FAYDALI ŞEKİLDE ÇALIŞMALAR, BİR TARAFTAN DA İÇ VE DIŞ PİYASALARLA DAİMİ VE SIKI TEMASTA BULUNMAK SURETİLE, FAALİYETLERİNİ VE İSTİHSALLERİNİ BUNLARIN İSTEKLERİNE UYDURMUŞLAR VE BUGÜN HER BAKIMDAN VERİMLİ, OLGUN VE ÇOK KIYMETLİ BİRER VARLIK HALİNE GELMİŞLERDİR. ÇİFTLİKLERİN, YERİNE GÖRE ARAZİYİ ISLAH VE TANZİM ETMEK, MUHİTLERİNİ GÜZELLEŞTİRMEK, HALKA GEZECEK, EĞLENECEK VE DİNLENECEK SIHHİ YERLER, HİYLESİZ VE NEFİS GIDA MADDELERİ TEMİN EYLEMEK, BAZI YERLERDE İHTİKÂRLA FİİLİ VE MUVAFFAKİYETLİ MÜCADELEDE BULUNMAK GİBİ HİZMETLERİ DE ZİKRE ŞAYANDIR.
BÜNYELERİNİN METANETİNİ VE MUVAFFAKİYETLERİNİN TEMELİNİ TEŞKİL EDEN GENİŞ ÇALIŞMA VE TİCARİ ESASLAR DAHİLİNDE İDARE EDİLDİKLERİ VE MEMLEKETİN MINTIKALARINDA DA, MÜMESSİLLERİ TESİS EDİLDİĞİ TAKDİRE, TECRÜBELERİNİ MÜSBET İŞ SAHASINDAN ALAN BU MÜESSESELERİN ZİRAAT USULLERİNİ DÜZELTME, ISTİHSALATI ARTIRMA VE KÖYLERİ KALKINDIRMA YOLUNDA DEVLETCE ALINAN VE ALINACAK OLAN TEDBİRLERİN HÜSNÜ İNTİHAP VE İNKİŞAFINA ÇOK MÜSAİT BİRER AMİL VE MESNET OLACAKLARINA KANİ BULUNUYORUM VE BU KANNATLE, TASARRUFUM ALTINDAKİ BU ÇİFTLİKLERİ BÜTÜN TESİSAT, HAYVANAT VE DEMİRBAŞLARI İLE BERABER HAZİNEYE HEDİYE EDİYORUM. ÇİFTLİKLERİN ARAZİSİ İLE TESİSAT VE DEMİRBAŞINI MÜCBEL OLARAK GÖSTEREN BİR LİSTE İLİŞİKTİR.
MUKTAZİ KANUNİ MUAMELENİN YAPILMASINI DİLERİM.
11.06.1937
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Hukuk sistemimizde bir kişinin vasiyetinin Kanun hükmü niteliğinde olduğunu söylemek mümkündür. Hele bu kişi Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk olduğu zaman bıraktığı vasiyetin çok daha önemli olduğu kabul edilmelidir.
Ulu Önderin tasarrufunda bulunan çiftlikleri Hazineye bağışlamasından bir yıl sonra 1938 yılında çıkartılan 3308 sayılı Kanunla “Gazi Orman Çiftliği” Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna bağlanmıştır. Söz konusu Kuruma bağlı bulunduğu 12 yıl süresince Orman Çiftliği’nin 7372 dekar arazisi, adı geçen kurumun idare meclisi kararıyla çeşitli kuruluşlara devir edilmiştir.
Bunlar arasında miktar itibarıyla en büyük devir 1945 yılında 2137 dekar ile planör sahası ve uçak fabrikası yapılmak üzere Türk Hava Kurumu ve hazineye yapılan devirdir. Daha sonra bunu 1946 yılında tohum ıslah istasyonu kurulmak üzere Tarım Bakanlığı’na, 1947 yılında kısa dalga verici istasyonu kurulmak üzere, Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne, 1948 yılında mensucat sanayi kurulmak üzere Sümerbank’a, yine 1948 yılında bira fabrikası kurulmak üzere, Tekel Genel Müdürlüğü’ne yapılan devirler izlemiştir.
Gazi Orman Çiftliği topraklarından Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu idare meclisi kararıyla toprak verilmesini önlemek amacıyla 25.03.1950 tarihinde 5659 sayılı “Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu” çıkarılmıştır. Söz konusu Kanunun onuncu maddesinde “Atatürk Orman Çiftliğinin bu kanunun yayımı tarihindeki sınırları içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek veya tüzel kişilere devir temlik ve kamulaştırılması özel bir kanunla izin alınmasına bağlıdır” ifadesi yer almaktadır.
Ancak aynı maddenin ikinci paragrafında; Kanunun yayımı tarihinden önce resmi daire ve teşekküllere Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu İdare Meclisi kararı ve Tarım Bakanlığı’nın muvafakati ile satışı gerçekleşmiş gayrimenkuller hakkındaki yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz denilmektedir. Buna göre; Kanun’un yürürlük tarihinden önce satışı yapılan arazilerin durumuna da yasal bir dayanak sağlanması amaçlanmıştır.
1950 yılında çıkarılan 5659 sayılı Kanun Atatürk Orman Çiftliği topraklarından gerçek ya da tüzel kişilere yapılacak devir ve temlik işlemleriyle kamulaştırmalar için özel yasa çıkarılmasını zorunlu kılmasına rağmen bu zorunluluk bile toprak devir ve satışlarını durduramamıştır.
1950-1960 yılları arasında 5659 sayılı kanunun 10’uncu maddesine göre çıkarılan 6000, 6238, 6947, 7310 sayılı, 1976 yılında çıkarılan 2015 ve 1983 yılında çıkarılan 2823 sayılı kanunlar çerçevesinde toplam 14.541 dekar çiftlik alanının çeşitli kuruluşlara satıldığı görülmektedir.
Ayrıca, özel kanun çıkartılarak yapılan satışların dışında da çiftlik arazisinden kayıpların meydana geldiği görülmektedir. Bunlar; mahkeme kararı ile çeşitli şahıslara verilen arazilerdir. 2008 yıl sonu itibarıyla çeşitli sebeplerle çiftlik arazilerinde meydana gelen kayıp, 22.078 dekara ulaşmış bulunmaktadır. Bu miktar Ulu Önderin vasiyetiyle hazineye hediye etmiş olduğu toplam arazinin % 42’sine eşit bulunmaktadır. Meydana gelen arazi kayıpları, çiftliğin arazi bütünlüğünü bozduğundan, parçalı alanların kullanılmasında da çeşitli problemler ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan 27.11.1994 tarihinde çıkarılan 4046 sayılı “Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” çerçevesinde özelleştirilen ve çiftlik arazisinden özel kanunlarla yer verilen, Sümerbank, Tekel Genel Müdürlüğü ve Zirai Donatım Kurumu gibi kuruluşların çiftlikten almış olduğu bu arazilerde özel şahısların eline geçmiştir.
Böylece Atatürk Orman Çiftliği arazileri içinde yeni özel mülkiyet adacıkları meydana gelmiştir. Bu arazilerin yeni mülk sahipleri ile çiftlik yönetimi arasında hukuki sorunlar çıkmaya başlamıştır. Halbuki 4046 sayılı Kanun çıkartılırken, yukarıda adı geçen kuruluşların özelleştirilmesi halinde Atatürk Orman Çiftliğinden özel kanunla alınan yerlerin tekrar çiftliğe verilmesi hususunda bir düzenleme yapılabilirdi. Denetim yaptığım 10 yıl içinde, bu konuda iyi niyetli uyarılar, her zeminde yapılmış olmasına rağmen maalesef dönemin yetkilileri tarafından bilinçli olarak dikkate alınmamıştır.
Dünyanın kent planı yönünden önde gelen metropollerinde olduğu gibi, Ankara’nın ilk imar planında da açık ve yeşil alan ihtiyacı ön planda tutulmuştur. Atatürk’ün direktifleri ile başkent Ankara’nın ilk imar planını yapan Herman Jansen gençlik parkı, hipodrom, ziraat fakültesi yerleşkesi ve Atatürk Orman Çiftliği’nden oluşan alanı, 300 bin nüfusa göre planladığı Ankara’nın yeşil ve açık alanları olarak yorumlamıştır. Ancak son yıllarda başkentin aşırı göç alan bir şehir olması, kentsel alan genişlemesinin beklenenden daha fazla olmasına neden olmuştur. Bu durum, mevcut yeşil ve açık alan gereksinimine yeni ilavelerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. İlk planda yer alan yeşil alan kuşağına, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe ve Bilkent Üniversiteleri yerleşkeleri eklenmiştir.
Bu gün Ankara’nın doğu kesiminden başlayarak batı yönüne doğru uzanan bir dizi halindeki, Gençlik Parkı, eski Hipodrom, Atatürk Orman Çiftliği, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe ve Bilkent Üniversitelerinden oluşan arazi topluluğu, başkentin havalandırma koridoru özelliğini taşımaktadır. Ancak, eski hipodromun kaldırılarak bu alanın yapılaşmaya açılması, AOÇ arazisinden satın alınarak yapılan toptancı hali, traktör ve çimento fabrikaları ile TMO silosu yeşil kuşağı zedeleyen olumsuz yapılaşmalardır. Buna karşılık Güvercinlik ve Etimesgut hava alanları açık alan kullanımına uygun düştüğünden mevcut haliyle kalmasında bir mahsur görülmemektedir.
1928 yılında yapılan yarışmayı kazanan Herman Jansen, planının makro yorumunda en büyük yanılgının nüfus artışı konusunda olduğu görülmektedir. Hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme birçok ilde olduğu gibi Ankara’da da konut ve diğer kentsel alanlara talebin artmasına neden olmuştur. Arsa arzının yetersizliği sebebiyle meydana gelen yoğun talepten AOÇ arazileri de olumsuz yönde etkilenmiştir. Çıkarılan özel kanunlarla bazı yapı kooperatiflerine mesken yapımı için 941 dekar arazi verilmesi bunun en çarpıcı örneğidir.
Satılan araziler içinde en büyük pay çeşitli askeri tesislerin kurulması amacıyla Milli Savunma Bakanlığı’na yapılan satışlardır. Söz konusu satışlar 10.018 dekar ile toplam satışların %46’sını oluşturmaktadır. Diğer taraftan AOÇ arazisi içinden demiryolu ve karayolu geçişleri mevcuttur. Özel kanunla yol geçişleri için verilen toplam arazi miktarı ise 1070 dekardır. Ayrıca mülkiyeti halen AOÇ Müdürlüğüne ait olduğu halde çiftlik arazisinden geçen yol ve kavşaklar da mevcuttur. Üstelik Çiftlik Yönetimi bu alanların emlak vergisini ödemektedir.
Atatürk Orman Çiftliği, 02.06.1992 tarih ve 2436 sayılı Kurul kararı ile doğal ve tarihi SİT alanı ilan edilerek 27.07.1993 tarih ve 3097 sayılı Kurul Kararı ile sınırları belirlenmiştir. Buna ilave olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 07.05.1998 tarih ve 5742 sayılı kararı ile de birinci derece SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Bu sebeple çiftlik arazisi üzerinde yapılacak tasarrufların SİT kararlarına uygun olması zorunlu görülmektedir.
Atatürk Orman Çiftliği ilk kuruluş yıllarında Ankara şehrinin dışında kalıyordu. Ancak beklenenden çok hızlı gelişen şehirleşme sebebiyle Çiftlik arazisi, metropolitan alanın adeta ortasında kalmıştır. Bu durum bir kısım sorunları da beraberinde getirmiştir. İlk kuruluş yıllarında 55.000 dekar olan ve geride kalan 95 yıl içinde 33.000 dekara gerileyen çiftlik alanı kent bütünü içinde nasıl kullanılmalıdır? Temel sorun burada yatmaktadır.
Aslında metropolitan alan içerisinde bu büyüklükteki bir arazinin bulunması bir şans olarak değerlendirilmelidir. Dünyanın gelişmiş metopollerinde kent ormanları ve büyük park alanları, o kentlerin birer çağdaşlık ölçüsü olarak değerlendirilmektedir. Londra’daki Hayd Park ve Tokyo’daki Hibiya park gibi, ancak Ankara kent bütünü içinde AOÇ arazisinin nasıl kullanılacağına dair bir konsensüs bulunmamaktadır.
Atatürk Orman Çiftliği arazilerinin nasıl kullanılacağına dair bir konsensüs oluşturulabilmesi için; Türk Milletinin ortak sesi denilebilecek teknik bir komisyonun oluşturulması zorunlu görülmektedir. Çünkü ulu önder bu çiftlikleri Milletine hediye etmiştir. Bu komisyonda; Cumhurbaşkanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, SİT Kurulu, Hazine Müsteşarlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Ankara Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Yenimahalle, Çankaya ve Etimesgut Belediyeleri, AOÇ, Sivil Toplum Kuruluşlarının temsilcileri, TBMM’den görevlendirilecek bir Milletvekilinin koordinasyonunda toplanmalıdır.
Milletin ortak sesi, kararı veya talebi olarak ortaya çıkacak geniş katılımlı teknik komisyon raporu çerçevesinde AOÇ’nin “Koruma Nazım İmar Planı” hazırlanmalıdır. Daha önce Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan “Koruma Nazım İmar Planı” Ankara Barosu’nun açtığı dava sonucunda İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Esasen günümüzün koşullarına uygun olmayan, aradan geçen uzun yıllar sonucunda güncelleşme ihtiyacı bulunan 5659 sayılı Kanunda “Koruma Nazım İmar Planı” ekseninde yenilenmelidir.
Halen AOÇ’nin işgaller nedeniyle gerçek ve tüzel kişilerle, Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere diğer ilgili Belediyelerle, kiraya verdiği gayrimenkulleri sebebiyle, kiracılarla mahkemelere intikal etmiş sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların 5659 sayılı Kanun hükümlerine göre çözülmesi mümkün görülmemektedir. Yapılacak yeni Kanuni düzenlemenin çiftlik arazilerinden bir metrekaresini bile ranta dönüştürmeden milletin ortak hizmetine cevap verecek şekilde düzenlenmesi zorunlu görülmektedir.
AOÇ arazisi, Ankara kent bütününün doğu batı ekseninde yer almaktadır. Bu sebeple Başkenti Kuzey, Güney diye adeta ikiye bölmektedir. Doğal olarak kentin Kuzeyi ile Güneyi arasındaki her türlü bağlantının Çiftlik arazisinden geçme zorunluluğu vardır. Bu hizmetlerin yerine getirilmesi genellikle başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilçe belediyelerini ilgilendirdiğinden, söz konusu Belediyelerin çiftlik arazilerinden yol, kavşak, tünel, park gibi altyapı hizmetleri için arazi talepleri bulunmaktadır. Bu taleplerin karşılanması 5659 sayılı Kanunun 10’uncu maddesine göre özel Kanun çıkarılması ile mümkündür. Ancak söz konusu Kanun imar uygulamasına imkan tanımadığından bu kanuna göre çiftlik arazileri üzerinde bir imar planlaması mümkün olamamaktadır. Öncelikle yasal düzenleme ile bu sorun çözülmesi gerekli görülmektedir.
Yapılacak yeni kanuni düzenlemede bütün belediyeler “Koruma Nazım İmar Planı” çerçevesinde altyapı hizmetleri için ne kadar arazi talep ediyorsa bir defaya mahsus olmak üzere bedeli mukabilinde verilmesi yer almalıdır.
Arazinin geri kalan kısmı üzerinde ranta yönelik en küçük bir tasarrufta bulunmadan “Koruma Nazım İmar Planı” nda öngörüleceği şekli ile ağaçlandırılarak Başkentin hizmetine sunulmalıdır.
Kamu vicdanını rahatlatacak adil bir çözümün “Koruma Nazım İmar Planı” na göre yapılması mümkün olduğu halde nedense hiçbir kimse buna yanaşmamaktadır. AOÇ arazisi ile ilgilenen hemen her kurum yada kişinin rant beklentisi içinde olduğunu görmek çok üzücüdür. BU ARAZİ RAST GELE BİR TOPRAK PARÇASI DEĞİLDİR. CUMHURİYETİMİZİN KURUCUCUSU ULU ÖNDERİN AZİZ HATIRASIDIR. BU ARAZİLERDEN RANT AMACIYLA BİR METREKARE TOPRAK TALEP ETMENİN, ANITKABİR ARAZİSİNDEN TOPRAK TALEP ETMEK KADAR MANİDAR OLDUĞUNU BİLMEK GEREKİR.
Çeşitli zamanlarda görsel ve yazılı medyada AOÇ arazilerinin yağma edildiği ve işgal altında olduğu ifade edilir. Ancak kayıtlar incelendiğinde gerçeğin böyle olmadığı görülür. 2019 yılı rakamlarına göre yasadışı işgallerin toplamı sadece 970 dekardır. Geri kalan yaklaşık 21.500 dekar arazi yasal yollardan AOÇ’nin elinden çıkmıştır. AOÇ’nin hesaplarının KİT Komisyonunda görüşülmesi sırasında bu durum, sayın Milletvekilleri tarafından yasal işgal, yasal talan tanımlamaları ile ifade edilmiştir. Diğer taraftan yasal yoldan AOÇ’nin varlığına son verme talebi güncelliğini korumaktadır.
Türk Medeni Kanunu çerçevesinde bir baba vefat ettiği takdirde, mirası eşi ve çocuklarına, kısaca mirasçılarına kalır. Mirasçılar bu mirası paylaşarak veya birlikte işleterek geçimlerini temin ederler. AOÇ’DEN MAAŞ ALARAK GEÇİMİNİ TEMİN EDEN BÜTÜN ÇALIŞANLAR ULU ÖNDER’İN ÖZ EVLADI GİBİDİRLER. ONUN BIRAKTIĞI MİRASTAN GEÇİMLERİNİ TEMİN EDERLER. BU SEBEPLE, AOÇ ÇALIŞANLARININ BU AZİZ HATIRAYI, ÖZ BABALARINDAN KALMIŞ MİRAS GİBİ KORUMALARI VİCDANİ SORUMLULUKLARIDIR. BU DUYGUDAN MAHRUM OLANLARIN HELAL KAZANÇ ELDE ETMEDİKLERİNİ BİLMELERİ GEREKİR.
5659 sayılı Kanun’un değiştirilmesi konusunda bir Yasa Teklifi hazırlanarak daha önce Bakanlıkların görüşüne sunulmuştu. Ancak, Maliye Bakanlığından olumlu görüş alınamadığı için TBMM’ne sevk edilemediği bildirilmişti. Bu konuda bir sonuç alınmadan, 21.06.2006 tarihinde 5524 Sayılı Kanun çıkartılmış ve yürürlüğe girmiş olup, söz konusu Kanun ile AOÇ’nin kaderi Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bırakılmıştır. Bu Kanun’un birinci fıkrasında,AOÇ arazilerinin tamamına imar uygulaması getirilmesi istenmektedir. Bu fıkrada, her ne kadar mülkiyet hakkını azaltmamak ve değer kaybına sebebiyet vermemek kaydıyla ifadesine yer verilmiş olsa da “değer kaybı” ifadesi yoruma muhtaçtır.
Böyle bir düzenleme ile, Kanun’u uygulayacak kişilere geniş yetkiler verildiği düşünülmektedir. Yine aynı fıkrada yer alan “aynı plan bölgesindeki ada ve parsellerde toplanabilir” yaklaşımı, plan bölgesinin genişliği kavramının net olarak bilinmemesi sebebiyle sıkıntılara yol açabilir. Bu sebeple, imara tabi tutulması zorunlu görülen alanların imar uygulamalarının incelenip değerlendirilmesi yapılmalı, parsel bazında numaraları belirlenmeli, bu parsellerin imar uygulamasındaki yeri tespit edilmelidir. Aksi takdirde uygulayıcılar Kanun’u diledikleri gibi uygulama esnekliğine sahip olabilirler. Zaten isteneninde bu olduğu anlaşılmaktadır.
AOÇ’nin “Koruma Nazım İmar Planı”nın yukarıda belirtilen usuller çerçevesinde hazırlanması zorunlu görülmektedir. Aksi takdirde söz konusu imar planı hazırlanmadan 5524 Sayılı Kanun’un sağlıklı uygulama imkanı bulması zor görünmektedir.
5659 sayılı Kanun “arazi takasına” imkan tanımadığı için 5524 Sayılı Kanun ile bu düzenlemenin getirilmesi istenmektedir. Takas uygulaması sadece Kanun’da belirlenecek parseller için geçerli olmalıydı. Bu yapılmadığına göre; çiftlik arazisinin geneli için geçerli olursa, uzun vadede büyük sorunlarla karşılaşılabilir. Takas yolu ile çiftlik arazisi bulunduğu bölgenin dışına atılabilir.
Diğer taraftan söz konusu Kanun ile “yol, meydan, alt geçit ve raylı toplu taşım araçları için gerekli arazi ve yer altı tünelleri yapılması planlanan araziler kamu yararı ve hizmetin gerekleri dikkate alınmak suretiyle bedelsiz olarak” belediyeye devredilmesi hükmü getirilmiştir. AOÇ arazisinde hangi parsellerin bu düzenlemeye tabi olduğu, bu hizmetlerin karşılanabilmesi için Belediyenin kaç dekar alana ihtiyacı olduğu belli değildir. Bu belirsizlik ortada iken Kanunun bu şekli ile uygulamaya konulması, gerçeği yansıtmayacak durumları ortaya çıkarabilir.
Halbuki “Koruma Nazım İmar Planı”nın yukarıda belirtildiği şekilde hazırlanması halinde söz konusu altyapı hizmetlerinin nerelerden geçeceği ve ne kadar arazinin gerekli olduğu ortaya çıkacağından sorun çözülmüş olacaktır.
AOÇ’nin arazi varlığı Atatürk’ün Hazineye hediye ettiği devlet malı niteliğinde olmakla birlikte, AOÇ Müdürlüğü’ne ait tüzel kişilik mülküdür. AOÇ Müdürlüğü Hazineden hiçbir yardım almadan, ürettikleri, ticari gelirleri ve kira gelirleri ile ayakta kalmaktadır.
Gazi Üniversitesi’nin kamu hizmeti gören bir eğitim kuruluşu olduğu tartışılmaz bir gerçektir. AOÇ, 2005 yılında Çukurambar’da bulunan 2096 ada, 30,35,61 ve 83 no’lu parsellerini adı geçen üniversiteye 2823 sayılı özel Kanun gereği rayiç bedel üzerinden satmıştır. Bu sebeple, 5524 Sayılı Kanun ile Büyükşehir Belediyesi’ne bedelsiz arazi verilmesi Kuruluşun menfaatleri bakımından olumsuzluk yaratmıştır.
AOÇ’nin hesaplarının KİT Komisyonu’nda görüşülmesi sırasında, 5659 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre çıkarılan özel Kanunlarla çeşitli resmi kuruluşlara satılan 14.541 dekar arazi için Komisyon üyesi sayın Milletvekilleri “Resmi talan” ifadesini kullanmışlardır. Bu ifade tutanaklarda mevcuttur. 5524 Sayılı Kanun’un bu değerlendirmeden ayrı tutulup, tutulmayacağını yetkililerin takdirine sunmak gerekir.
AOÇ Müdürlüğü, halen kiraya vermiş olduğu gayrimenkulleri, süreleri dolduğu halde geri alamamaktadır. 5524 Sayılı Kanun’a göre AOÇ arazileri, 10 yıllığına Belediyeye tahsis edilirse geri dönüşünün mümkün olmayacağı, mevcut uygulamalardan elde edilen tecrübelerle sabittir.
Diğer taraftan 31.07.2008 tarihinde çıkartılan 5801 Sayılı Kanun ile AOÇ arazisi içinde kalan yaklaşık 258 Dekar büyüklüğündeki arazi bedelsiz olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir. Bu Kanun ile AOÇ kan kaybetmeye ve küçülmeye devam etmiştir. Söz konusu yasa ile mahkeme kararı kesinleşmiş kimlerin kurtarıldığı dikkatle incelenmesi gereken bir husus olarak değerlendirilmelidir.
Bırakın AOÇ, Aziz Atatürk’ün bağış mektubunda işaret ettiği gibi kalsın. Ankara Halkı vefasını göstermeli, AOÇ’ye sahip çıkmalı ve Atatürk’ün aziz hatırası”ANILARDA” kalmamalıdır.