Mülga Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nda Başdenetçi olarak görev yaptığım dönemde 8 yıl Atatürk Orman Çiftliği’ni denetlemiştim. Çiftliğin kadastrosu da önerimiz üzerine bu dönemde gerçekleştirilmişti. Kadastro sonucunda Çiftliğin arazilerinden 645 dekar alanın kanunsuz olarak işgal edildiği ortaya çıkmıştı. Kanunsuz işgaller diyorum çünkü Kanunla işgal edilen yerlerde bulunmaktadır. Bunların en fazla yekun tutanı Türk Silahlı Kuvvetlerine aittir. Hatta rahmetli Başbuğ Alpaslan Türkeş’in kabrinin bulunduğu parsel bile A.O.Ç ‘ye ait bulunmaktadır. Aziz Atatürk’ün vefatından sonra Çiftliğin yönetimi Devlet Ziraat İşletmelerine bırakılmıştı. Bu dönemde bazı araziler tahsisli olarak çeşitli Kamu Kurumlarına verilmiştir.
Arazi kayıplarının fazlalığını gören dönemin hükümeti 1950 yılında 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Kanununu çıkarmıştır. Bu Kanunun 10. Maddesine göre bundan sonra A.O.Ç arazilerinden arazinin Kanun ile yapılacağı hükme bağlanmıştır. Kanun ile arazi kayıplarının azalacağı düşünülürken, çıkan bazı kanunların ekine A.O.Ç arazilerinden tahsisler eklenerek arazi kayıpları devam etmiştir.
2006 yılında 5659 sayılı A.O.Ç Kanunun 10’uncu maddesine bir fıkra eklenmesi perde gerisinde konuşuluyordu. O dönemde Çiftliğin denetiminden sorumlu olduğum için ne yapılmak isteniyor diye bir araştırayım dedim, gördüm ki Çiftliğin %30’u inşaata açılmak isteniyordu. Kanuna eklenmek istenen fıkra “A.O.Ç arazisinde kurulacak olan kapalı alanların taban alanı, A.O.Ç arazilerinin toplam alanının %5’ini geçemez “ diyordu. Aslında ilk bakışta çok bir anlam ifade etmiyordu. Sonra bir hesap yaptım, baktım ki 33.500 dönüm A.O.Ç arazisini 9.500 dönümü inşaata açılıyordu. Kimler var arkasında diye baktım dönemin Orman Bakanı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunu gördüm.
Hemen YDK Kurul Başkanına gittim, efendim böyle bir tuzak kanuni düzenleme yapılmak isteniyor TBMM Plan Bütçe Komisyonunda yapılacak görüşmelere ben katılmak istiyorum dedim. Başkan sağ olsun, tabi senin hakkın katılabilirsin ismini resmi olarak bildiriyorum dedi. Bir süre sonra Komisyonda teklif görüşülmeye başlandı. Kamudan çok sayıda bürokrat çağrılmıştı. Komisyonu Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni yönetiyordu. İsim tespitleri yapıldıktan sonra Başkan her bürokrat 5 dakika konuşacak diye süre koydu. Ben evraklarımı topladım çantama koydum. Sayın Başkan ben ayrılmak istiyorum efendim dedim. Neden diye sordu. Efendim ben 5 dakikada hiçbir bilgi veremem. Siz bizden bilgi almak istemiyorsunuz. Teklife zorla devlet desteği istiyorsunuz. Aziz Atatürk’ün Millete hibe ettiği bu çiftliğin 73 milyonda bir hissesi benim. Bana şapkam kadar yer düşse vermiyorum. Oraya bir ağaç diker gölgesinde otururum dedim. O tarihte Türkiye’nin nüfusu 73 milyondu.
Bu arada CHP Milletvekilleri Sayın Kemal Anadol, Gürol Ergin, Bülent Baratalı söz aldılar. Sayın Başkan biz uzmanı dinlemek istiyoruz, ayrılmasına müsaade etmeyin dediler. Başkan Ahmet Yeni peki ilk sözü size verelim ne söylemek istiyorsanız Meclisin kayıtlarına geçsin dedi. Ben söz aldıktan sonra tam 45 dakika Atatürk’ün bağış mektubundan başlayıp, o tarihe kadar geçen safahatın kayıtlara geçmesini sağladım. Planlanan tuzak ortaya çıktığı için moraller bozuldu. Dedim ki Sayın Başkanım ben devletin bilgilerini yüce komisyonunuza arz ettim. Bizi doğru bilgilendirmiş olsaydınız hata yapmamış olurduk dememeniz için. Bundan sorası yüce komisyonunuzun takdiridir.
Sonra Başkan Ahmet Yeni Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek’e söz verdi. Buyurun Sayın Başkan teklif hakkındaki görüşlerinizi alalım dedi. Sayın Gökçek, ben konuşmaktan vaz geçtim. YDK’ dan gelen Başdenetçi arkadaş o kadar detaylı bilgiler verdi ki, benim hazırlıklarım açıkta kaldı. Beni yanlış bilgilendirmişler, şimdi gidip kendi personelimden hesap soracağım dedi. Şaşırdım, ben tepki beklerken böyle bir yaklaşım inanılır gibi değildi. Komisyon başka bir güne ertelendi. Toplantıdan çıkar çıkmaz Sayın Gökçek bizim Kurul Başkanını aramış, nereden buldun bu Başdenetçiyi, muhalefet Milletvekilinden beter, her şeyi çıkmaza soktu demiş. Sonra bu toplantılar devam etti ama beni bir daha toplantılara çağırmadılar. Kendim denemek için gittim isminiz listede yok diye salona almadılar.
Çok da uzun sürmeyen çalışmalardan sonra prosedür tamamlandı Kanun değişikliği Meclis Genel Kurulu görüşme sırasına girdi. Umutlarımızı yitirmeden çareler arıyorduk. Her şeyi göze almıştım. Üç arkadaş ile birlikte Sayın Deniz Baykal’dan randevu aldık. Bu arkadaşlarımda birisi halen Milletvekili, diğeri çok önemli bir sivil toplum kuruluşunun Başkanı. Durumu Sayın Baykal’a ayrıntısı ile anlattım. Hemen Özel Kalem Müdürü Nesrin Baytok’u çağırdı. Kemal Anadol, Gürol Ergin, Bülent Baratalı çok acele bana gelsinler dedi.
Çok geçmeden geldiler. Bakın arkadaşlar bu Başdenetçi arkadaşımız neler anlatıyor, sizler komisyonda yokmuydunuz diye sordu. Sayın Kemal Anadol, efendim çoğunlukları var istedikleri gibi geçirdiler diye cevap verdi. Şimdi sen sayın Salih Kapusuz’u ara, benim ricam olduğunu söyle, Kanunu geri çeksinler. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın’ı ben arıyorum size bir toplanacak yer versin bu Başdenetçi arkadaşımızı dinleyin konuyu yenden tezekkür ettirin dedi.
Sayın Gökhan Günaydın Meşrutiyet Caddesindeki Oda merkezinde bize yer verdi. Konuyu 5 saat tartıştık. Sonra hep birlikte Sayın Salih Kapusuz ve Melih Gökçek’in de hazır bulunduğu Meclis Komisyonu odasına gittik. Önce siyasiler baş başa görüştüler sonra beni içeriye çağırdılar. Sayın Kapusuz direk sordu, kardeşim sen ne istiyorsun dedi. Sayın Başkanım ben şahsıma bir şey istemiyorum. A.O.Ç de yapılması düşünülen uygulamaların yasalara uygun olmasını istiyorum mesele budur dedim.
Neymiş bunlar dedi. Birincisi A.O.Ç arazileri içinde ranta yönelik hiçbir yapılaşmaya gidilemez. Bu Kanuna konulmalı. İkincisi “Ankara Metropolitan Üst Ölçekli İmar Planı” ile, “A.O.Ç Koruma Nazım İmar Planı” hazırlanmalı ve eş zamanlı olarak yürürlüğe girmeli dedim. Sayın Melih Gökçek devreye girdi, bak kardeşim dedi, ben anlamam “ben binmediğim atın boynuna torba takmam” dedi. Ben de dedim ki, Sayın Başkan bu at Milletin atı bu ata binme, diyorum dedim.
Ortam gerilince Sayın Kemal Anadol beni dışarıya aldı. Bak arkadaş bunların çoğunluğu var. İsteseler bu Kanunu diledikleri gibi geçirirler. Sen şimdi direnme de o Kanuna girmesini istediğini koyduralım, Melih Beyin itiraz ettiği konulara girmeyelim dedi. İşte o kamera önünde birbirlerine bağırıp çağıranların, kamera arkasında nasıl birbirleri ile dümenler çevirdiklerine ibretle şahit oldum. Moralim bozuldu çıktım. Kanun da bu şekli ile TBMM den geçip kanunlaştı.
O dönem çalıştığım YDK, Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek’e bağlıydı. Menfaatlerine dokunulanlar hep bir araya gelerek beni Cemil Çiçek’e şikayet ettiler. Bunun karşılıksız kalmayacağını biliyordum. YDK denetim grupları yeniden belirlenirken birde baktım ki beni TRT’nin denetimine vermişler. Hiç alakasız yere verelim ki tepki versin, hata yaptıralım düşüncesi hakim idi. Hata yapmadım ben bir profesyonelim, maaş alıyorum, Devlet hangi görevi verirse yaparım dedim ve TRT denetimine gittim.
Ancak içime dert olan A.O.Ç konusunun peşini bırakmadım. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Özdemir Özok’a gittim durumu ve o tarihe kadar geçen safahatı anlattım. Rahmetli hastaydı ve tedavisi ile uğraşıyordu, sık sık ABD’ye tedavi için gidiyordu. Ne yapmamı bekliyorsunuz dedi. Sayın Başkan, Ankara Büyük Şehir Belediyesinin hazırlayıp uygulamaya koyduğu A.O.Ç Koruma Nazım İmar Planının iptali için İdare Mahkemesine dava açılması lazım dedim. Bu konuda sizden destek istiyorum dedim.
Bu konuda Muhlis Erdoğan adında kulakları çok az duyan, hatta duyma aleti kullanan bir avukatı görevlendirdi. Üç ay çalıştık ve mahkeme dosyasını hazırladık. Aradan 5 ay geçmişti ve TRT İstanbul Radyosu Müdürlüğünde denetimdeydim. Beklemediğim bir anda Avukat Muhlis Erdoğan aradı ve müjde dedi. Ne oldu abi dedim. İdare Mahkemesi A.O.Ç Koruma Nazım İmar Planını iptal etti dedi. O günü hiç unutamam, adeta bir ikramiye kazanmış gibi sevinmiştim.
Ancak menfaat çevreleri boş durmuyor, işbirlikçi bürokratlar da onlara yol göstermek için seferber oluyordu. Dönemin A.O.Ç müdürü Mehmet Emin Güzel, Tarım Bakanlığı Hukuk Müşaviri ve A.O.Ç Hukuk Müşaviri Vekili Erdal Sumaytaoğlu bunların en önde gelenleriydi. Bu Erdal Sumaytaoğlu denilen zat, Sayın Melih Gökçek’in en yakın adamıydı, şimdi nasıl oluyor da Sayın Mansur Yavaş’ın ekibinde çalışıyor anlayabilmiş değilim.
2007 yılı Temmuz ayında TBMM’nin son çalışma gecesinde bir Kanunun ekine gizlice hazırlanan A.O.Ç teklifini de koyup, Meclisten geçirdiler. Bu şekilde hem Melih Gökçek’i, hem de rahmetli İlhan Cavcav’ı hukuki sıkıntıdan kurtardılar. İşte A.O.Ç’nin tükeniş süreci bu şekilde başlamış oldu.
Bu mücadeleden sonra 6 ay boyunca tinerciler tarafından tehdit edildim. Yönlendiren varmıydı, yokmuydu tespit edemedim. Artık eşim isyan noktasına gelmişti. Nedir bu başımıza gelenler, Atatürk sana bir mezar yeri mi bıraktı, şimdi can korkusuyla yaşıyoruz diye sitem etti. Evimizin çevresi gecekondu yıkıntıları ile doluydu ve tinerciler orada barınıyordu. O dönem Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz idi. Kendisini makamında ziyaret ettim ve derdimi anlatınca bir günde gecekondu yıkıntılarını temizlettirdi. Böylece tinerci tehdidinden kurtulmuş oldum.
Burada isimlerinden bahsettiğim siyasetçilerden helallik istemiyorum. Onların hepsi sorumluluk taşıyorlardı. Perde önünde farklı, perde gerisinde daha farklı davrandıkları için esasen ben yurttaşlık hakkımı helal etmiyorum. Destekleri için ZMO eski Başkanı ve eski Ankara Milletvekili Sayın Gökhan Günaydın, Türkiye Barolar Birliğinin Rahmetli Başkanı Özdemir Özok ve Avukat Muhlis Erdoğan’a teşekkürlerimi sunuyorum. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara da sağlıklı ömürler diliyorum. Bu yazdıklarımın bütün belgeleri A.O.Ç ve TBMM kayıtlarında mevcuttur.