Necdet Topçuoğlu
Dünyanın çeşitli yerlerinde nüfus yoğunluğu büyük farklılıklar göstermektedir. Özellikle Çin ve Hindistan’da Dünya nüfusunun neredeyse yarısına yakını yaşamaktadır. Başta gıda olmak üzere yaşam için zorunlu olan kaynaklar yeterince artmadığı halde nüfus yükü günden güne artmaktadır. Nüfus denilince sadece insan nüfusu anlaşılmamalıdır. Her canlı yaşamını sürdürmek için Dünya kaynaklarının tüketimine ortak olmaktadır. Bu nedenle tarımsal üretimin bol olduğu Çernezyom toprak kuşağına savaşlar meydana gelmektedir. Petrol bitmeden önce, Dünya Tatlısu kaynakları yetersiz hale geleceğinden, enerji savaşlarından önce su savaşlarının başlayacağı öngörülmektedir. Halen Dünya da bir bardak temiz suya ulaşamayan 2 milyar insan bulunmaktadır. Halbuki su hakkı yaşama hakkıdır. Bu nedenle suyun ücretsiz olması gerekmektedir.
Türkiye Dünya da tarım ürünleri bakımından, kendi kendine yeterli yedi ülkeden birisidir denildiği yıllarda, ülke nüfusu 25 milyon civarında bulunuyordu. Bu gün Türkiye nüfusu göçmen ve sığınmacılarla birlikte 95 milyon sınırına dayanmıştır. Toprak ve su kaynaklarımız artmadığına göre, söz konusu nüfusun beslenip barındırılması için sıkıntılar yaşanmaktadır. Türkiye, Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda Tarım ve Hayvancılığın geliştirilmesi için doğru politikalar uygulamış, bir yandan mevcut nüfusunu beslerken, ihracat yaparak borçlarını ödemeyi başarmıştır. Ancak tarımsal kalkınmasını tamamlayarak, sanayileşmeye sağlıklı bir geçiş sağlayamamıştır. Sanayi güçlenip, kalkınmanın yükünü devralmadıkça, hatta tarım sektörüne kaynak aktarmadıkça, Tarım ve Hayvancılık sektörünün daha fazla gelişmesi mümkün görülmemektedir.
Dünyanın tarımsal yönden gelişmiş ülkelerinde, büyük işletmecilik ve makinalı tarım sayesinde bu sektörde çalışan nüfus %3 seviyelerine gerilemiştir. Türkiye de ise tam aksine, Medeni kanundaki miras hükümleri nedeniyle işletmeler parçalanarak küçülmüş, mekanizasyon sağlanamamıştır. Bu nedenle ekonomik büyüklüğünü kaybeden işletmeler faaliyetlerini terk ederek, başka sektörlerde istihdam imkanı aramaya başlamışlardır. Köyler boşalmış, köyden kente yapılan düzensiz göçler sebebiyle, kent kültürü bozulmuş, kentler köyleşmiştir. Artan nüfus AVM’lerin müşterisi haline gelerek, tüketim toplumu oluşmuştur. Yaklaşık on yıl önce 10 milyon hektar olan hububat ekiliş alanı, %25 oranında azalarak, 7,5 milyon hektara gerilemiştir. Türkiye ne bitkisel üretimde, ne de hayvancılıkta üretimini planlayamamıştır. Bazı ürünlerde stoka üretim yaparken, bazı ürünlerdeki açığını ithalat yoluyla kapatma kolaycılığını seçmiştir. Türkiye’nin yaklaşık 30 milyon ton hububat üretim potansiyeli varken, bu miktar Cumhuriyet tarihi boyunca 20 milyon ton seviyesini geçememiştir.
İstatistik verilerine göre Türkiye de yağlı tohum üretimi 3,5 milyon tondur. Bu miktardan 786 bin ton yağ üretilmektedir. Toplam bitkisel yağ tüketimi ise 2,8 milyon ton olup, Bu durumda bitkisel yağ ihtiyacımızın 2/3’ü ithalat yolu ile karşılanmaktadır. Türkiye’nin, ayçiçeği, soya, yer fıstığı, susam, aspir ve kanola üretimi için yeterli potansiyeli mevcuttur. Toprak, ekoloji ve iklim uygundur. Ancak yağlı tohumların üretilmesinde uygulanan teşvik politikası yetersizdir. Tüketilen sıvı yağın % 76’sı ayçiçeğinden karşılanmaktadır. Bu itibarla öncelikle ayçiçeği üretimini artırmak zorunludur. Dünyada olduğu gibi, ayçiçeği üreticisinin buğday, mısır ve bakliyata yönelmemesi için bu ürünlerden elde edilen gelir kadar ayçiçeğinden gelir sağlaması garanti edilmelidir. Buğday fiyatı ölçü alınarak oluşturulacak fiyat paritesi, buğdayın 2,2 katından az olmamalıdır.
Tarım Sektörü denilince, alt sektörler olarak bitkisel üretim, hayvancılık ve su ürünleri akla gelmektedir. Bitkisel üretimde bütün tedbirler alınmış olsa bile tohumluk sorunu çözülmeden üretimin artırılması mümkün değildir. Hayvancılık da damızlık sorununu çözmedikçe üretim artırılamaz. Su ürünlerinde kirlenmeyi ve
trolü önlemedikçe üretim sınırlı kalır. Maalesef Türk tarımında bu sorunlar halen çözülememiştir. Çözüm için, bütüncül, istikrarlı bir tarım politikası oluşturulması zorunludur. Türkiye’nin Atatürk döneminden sonra tutarlı bir tarım politikası olmamıştır. Tarım uzun vadeli bir sektördür. Politikaların uygulanması ve sonuç alınması uzun zaman gerektirmektedir. Bu sabır ve disiplin gösterilmedikçe sonuç alınması mümkün değildir.
Türkiye daha çiftçi ve köylü tanımını bile doğru dürüst yapamamıştır. Kırsal kesimde yaşayan herkes çiftçi değildir. Ürettiğini kendisi tüketen, pazar için üretim yapmayan insanlar köylüdür. Köylülük bir sosyal tanımdır. Bu kesimin sorunlarını sosyal politikalar üreterek çözmek gerekir. Bir lokma bir hırka, vereceksiniz geri almayacaksınız. Pazar için üretim yapanlar çiftçidir. Çiftçilik bir ekonomik tanımdır. Bu kesimin sorunlarını çözmek için, ekonomik politikalar geliştirmek zorunludur. Çiftçilere ucuz kredi, tohumluk, damızlık, gübre, yem ve ilaç desteği vermek gerekir. Bunların dışında üretimini değerinde satabilmesi için alım garantisi verilmelidir. Bin bir zorlukla üretilen tarım ürünlerinin bir zerresi bile ziyan edilmemelidir. Bütün bu anlatılanların yapılması için kaynak ayrılması siyasi tercihtir. Kaynakları başka alanlara ayıranların tarımsal üretimde gelişme beklemesi bir hayaldir. Bu konu ödül bedel işidir. Bedel ödenmeden tarımda ödül alınamaz.
İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeterli ve dengeli beslenmeleri zorunludur. Söz konusu bitkisel ve hayvansal gıdaları üreten çiftçilerimize daima minnet ve şükran borcumuz vardır. Yediğimiz her lokmada onların alın teri ve emeği vardır. Tarımı ihmal edenler, yarınlarını inkar etmiş olurlar. Aziz Atatürk’ün Türk Milleti’nin efendisi olarak tanımladığı köylü ve çiftçilerimizin, Dünya çiftçiler gününü en iyi dileklerimle kutluyorum. Sorunlarının çözüldüğü, haklarının verildiği, borçsuz, dertsiz ve icrasız yarınlar diliyorum. Her birine ayrı ayrı sağlık ve mutluluklar, bol kazançlar diler, en derin saygılarımı sunarım. Nasırlı elleri dert görmesin.