Nesrin Nas
Yeni bir yılda güzel şeyler söylemek, umut vermek isterdim. Ama şimdi gerçeğin kendini dayattığı bir andayız. Gözlerimizi kapatsak da adaletsizlik ve eşitsizliğin beslediği acı gerçeğin bizi kovaladığını biliyoruz.
Pandemi A’dan Z’ye tüm sorunlarımızı ağırlaştırmakla kalmadı, eşitsizliğin ve adaletsizliğin ne kadar derin ve öldürücü olduğunu da açığa çıkardı. Milyarderler, milyonerler gelirlerini katlayarak artırırken, çalışmak zorunda olanlara açlık ya da salgından ölmek gibi iki kötü seçenek bırakıldı.
Dünya aşı uygulamasına başlamış, birçok ülke aşı bağlantılarını yapmış, aşı merkezlerini hazırlamış, bazı ülkeler nüfuslarının yüzde 3 ila 10’una aşı yapmışken, bizim aşı uygulamasına ne zaman başlayabileceğimiz dahi meçhul.
Hepimiz artık daha yalnız daha korumasız ve daha kimsesisiz.
Işıltılı ve korunaklı hayatlarının penceresinden bize bakanların kendi geleceklerini ülkenin geleceği, halkın özgürlüğü ve refahının önüne koymalarının bedelini yoksullaşarak, işsiz kalarak, hastalanarak, salgında ölerek, aşı bulamayarak, yurttaşlık haklarımızı ve en zor zamanlarımızda elimizden tutacak dostlarımızı kaybederek ödüyoruz.
Öylesine derin bir yalnızlık ve kırılma yaşanıyor ki; ne kimseye hesap sorabiliyoruz ne de itiraz edebiliyoruz. Esnaf gelir desteğinden yoksun olduğu için işyerini kapatır, gençlerin üçte ikisi yol ve yemek parasına çalışmaya razı olacak hale gelmişken, Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarının nereye gittiğinin hesabını veren yok. Yoksullar için “kuru ekmek yiyorlarsa aç değiller” sözü dahi unutuldu gitti.
Türk lirasına iki yılda yüzde 80’e yakın değer kaybettiren, Merkez Bankası net döviz rezervlerini eksi 50 milyar dolar seviyesine indiren ve geride halkının sağlığını dahi korumaktan, karnını doyurmaktan, çocuğunu okutmaktan, işsizine iş bulmaktan aciz bir ekonomi bırakan şahıs, hesap sormaya dahi imkan vermeden istifa etti gitti.
Üstelik tüm istatiksel verileri de güvenilmez kılarak ekonomiyi okunamaz hale getirdi. Geriye dönüp baktığımızda bu iktidar zamanında hepimizin kaynaklarından aslan payının, başta beş şirket olmak üzere, inşaat-emlak sektörüne aktarıldığını görüyoruz. Sadece bu beş şirkete, bu iktidar döneminde 203 milyar dolarlık iş verilmiş...
Nitekim, Türkiye son 10 yılda hesap verebilirlik alanında 65, hukukun üstünlüğü alanında 60, yönetimde etkililik alanlarında ise 50 sıra gerileyerek Lübnan, Cezayir, Nijerya gibi ülkelerle denk seviyelere gelmiş. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında hukukun üstünlüğü sıralamalarında en hızlı gerileyen ülke olmuş.
Dünyada Özgürlükler Endeksi’nde Türkiye, 100 üzerinden 32 puanla “özgür olmayan ülkeler” kategorisinde değerlendiriliyor artık. Burundi ve Mali ile birlikte son 10 yılda özgürlüklerin en çok gerilediği üç ülkeden biriyiz...
2020 İnsani Özgürlük Endeksi’ne göre Türkiye 162 ülke arasında 119. sırada. Kişisel özgürlüklerde 125. sıraya düşerken, ekonomik özgürlüklerde sırası 99.
Rusya ve Azerbaycan'ın da gerisindeyiz artık...
Türkiye, 2010 yılında nitelikli eğitime erişimde 102. sıradayken, 2020 itibarıyla 118. sıraya düşmüş. Öğrencilere yüksek kalitede, eşitlikçi ve verimli bir eğitim sunabilmede ise 41 OECD ülkesi arasında Macaristan’dan sonra en kötü durumdaki ülkeyiz.
Bir zamanlar genç ve nitelikli işgücü potansiyelinin yüksekliği yatırımcıları cezbetme sloganıyken, şimdilerde iş örgütleri ucuz işçi cenneti olmakla övünüyor. Öyle ki, yoksulluk sınırının altında belirlenen asgari ücrete iş dünyası temsilcisi teşekkür dahi etti.
Geldiğimiz yer ucuz işgücü cenneti Pakistan ve Afganistan’ın bulunduğu yer. OHAL ile güç devşirmeye başlayan, pandemi koşullarını da gücüne güç katma bahanesine çeviren rejim, sonunda ülkeyi ucuz işçi pazarına çevirdi.
OHAL’i savunurken, Erdoğan, 2017 Temmuzunda TOBB toplantısında "Olağanüstü hali biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum, iş dünyanızda herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine. Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız" demişti.
Özetle ne ekonomideki bozulma ne de diğer sorunlarımız pandemi ile başladı. Dolayısıyla denge ve denetleme mekanizmalarının, şeffaflığın ve hesap vermenin hemen hiç olmadığı tek kişinin aklına ve hırslarına dayalı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kaldığı sürece, pandemi kontrol altına alınsa dahi, bu sorunların hiçbiri sona ermeyecek.
2015 yılından bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bürokratik oligarşiyi aşarak, devleti ve ülkeyi anonim şirket gibi yönetmek” istediğini her fırsatta söylüyordu.
Bu kişisel bir isteğin dışa vurumundan öte bir anlam içeriyordu. Nitekim kurumsal yapının tahribi de, Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan çıkması da, her şeyi tek elde toplayan ve tek kişinin iradesini üstün kılan sistem ve rejimin dönüşümü de ve pek tabii ekonominin düşüşü de böyle başladı.
2020 yılı her şeyin hızlandığı bir yıl oldu. Kurumlar hızla çökertildi. Yargı hızlandırılmış bir şekilde bağımsız ve tarafsız olmaktan çıkartılarak idarenin bir uzantısı haline getirildi.
Ali Topuz’un deyimiyle iliklerimize kadar anti-hukuk dönemine girdiğimizi hissettik. Anayasanın hükmünün kalmadığı, beğenilmeyen yargı kararlarının yok hükmünde sayıldığı, bir zamanlar parçası olmakla övündüğümüz medeni dünyanın adım adım dışına çıktığımız yıllar böyle başladı.
Hiçbir yılın bitmesinden bu kadar memnun olmamıştım ama hiçbir yeni yılı da bu kadar endişe ve korkuyla karşılamamıştım.
Yılın son haftası, iktidar kendisine minnet duygusuyla bağlı sadaka modeliyle çalışacaklar ve İçişleri Bakanı’nın verdiği güvenceyle ayakta kalacak tarikatlar hariç, tüm sivil toplum kuruluşlarını yargısız kapatma yetkisini “kitle imha silahları ve terörün finansmanı” yasasına ekleyerek eline almış olsa da, yine de 2020 her şeyiyle çok kötüydü diyemem.
Aslında bize çok şey anlattı 2020... Daha iyi bir dünya istiyorsak, insanlık olarak hayatta kalmak istiyorsak tuttuğumuz yolun yol olmadığını, adalet ve eşitlik olmadan, birbirimizle dayanışmadan hayatta kalamayacağımızı anlattı bize.
Bazı popülist iktidarlar hariç, çoğunluk bilimin ve bilim adamlarının önemini kavradı.
2020, bizi yalandan hayallerle uyutan popülist iktidarların gerçek yüzünü de gösterdi.
Bizi ayrıştırarak, birbirimize düşman ederek, insanları, doğayı ve kaynaklarımızı kendi çıkarları için nasıl tarumar ettiklerini ve küçücük bir virüse karşı bizi nasıl savunmasız bıraktıklarını, o uğruna ölmemizi istedikleri devletin azınlığın çıkarlarını korumak için varolduğunu, çoğunluğun sesine ve dertlerine kulaklarının tıkalı olduğunu öğretti.
2021’den çok şey beklediğimi söyleyemem. Dünyada yılın ilk yarısına belirsizlik damgasını vuracak.
Türkiye’de bunu da aşan bir belirsizlik ve öngörülmezlik var. Çünkü Türkiye artık güvenilmez bir ülke. Sarayın gösterişten kaynaklanan itibarı bu güveni sağlamıyor. Güvenin temeli öngörülebilir olmaktır. Öngörülebilirliği ise anayasaya, yasalara ve normlara uyan şeffaf ve hesap veren bir yönetim anlayışı sağlar.
Dinçer Demirkent, “2020’de de hayatta kaldık, bazen utanarak, bazen inadına. Az bir şey değil” diye yazmış.
Evet acı çekerek, bu kadarı da olmaz diyerek ama çoğu kez utanarak geçti bu yıl.
Her gün utanacağımız onlarca şey yaşamak zorunda kaldık ve kalıyoruz. Nüfusun dörtte birini oluşturan Kürtlere ‘haşere’ diyerek itlaftan bahsedenlerin yaşattığı şok ve utanç havada asılı kalmışken, Kürtlere, ortak kültürümüzün ortak isimlerini çok görenlerin sesi bize yeni yılın da eskisinden farklı olmayacağını söyledi.
Tüm bunlara rağmen madem hayatta kaldık, bu hastalıklı zihniyetle mücadele etmek, adil, eşit, özgür ve hepimizi kavrayan çok daha iyi bir yaşam için çabalamak boynumuzun borcu.
Bu da ancak kayıtsız şartsız, herkesin sadece kendine değil, ötekine de sahip çıkması ve genişletilmiş bir demokrasi mücadelesinin ete kemiğe bürünmesiyle mümkün.
Herkese iyi yıllar dilerim.
@Ahval Türkçe
YORUMLAR