Erol Göka
Elbette gündelik yaşantımız sırasında bazı anlar vardır ki, o anlarda toplumsal kimliğimiz bireysel kimliğimizin önüne geçer. Bunlar, toplum olarak övünç ve dayanışma veya acı ve utanç hislerinin ön plana çıktığı zamanlardır. Örneğin galibiyetle neticelenmiş önemli milli müsabakalar, atalarımızın bizim için verdiği emekleri yad ettiğimiz milli bayramlar, bizimle aynı toplumda yetişmiş bir insanın dünya çapında başarısı gibi olaylar içimizi gururla doldurur ya da tam tersine; örneğin trafik kazalarında, sigara içme miktarında, çocuk ölüm oranlarında dünya birincisi olmamız, bir yurttaşımızın dünya çapında büyük bir yolsuzluğa karışması gibi olaylar karşısında hepimizi derin bir utanç duygusu kaplar.
“Toplumsal kimliğin bireysel olanın önüne geçtiği zamanlar” diyerek ifade ettiğimiz, fanatizmin toplum psikolojisinde yeşerip gelişmesi için uygun koşullar, her toplumun başına gelebilecek arızi ve geçici durumlar değildir. “Toplumsal kimliğin bireysel olanın önüne geçtiği zamanlar”, çok daha kronik seyirli, uzun etkili nitelikler gösterir. Böyle zamanlarda koşullar o kadar zorludur ki, toplumun tüm bireyleri için “o toplumdan olmak”, kendi bireysel varlıklarından daha önemli hale gelir. Örneğin bizim Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileme Dönemi’nden beri Batı’yla karşılaşmamızda yaşadığımız zorluklar ve olumsuz hisler, toplumsal kimliğimizi sürekli olarak bireysel kimliğimizden önde tutmamıza neden olmuştur.
Küçük veya büyük bir gruba dışarıdan ya da içeriden bir tehdit gelirse, grubun “biz”lik duygusu artar, toplumsal kimlik daha belirgin hale gelir. Bu gerçek bir tehlike olabileceği gibi, aslında gerçek olmayan, ancak öyle algılanan bir tehdit de olabilir. Savaş dönemleri, açlık, büyük doğal afetler, büyük ve acılarla dolu toplu göçler, soykırım, sürgün gibi insan eliyle yaşatılan travmalar, toplumsal kimliğin uyanmasına ve bireysel kimliğin önüne geçmesine yol açar ve bireylerin büyük fedakârlıklar göstermesine neden olur. Fakat yine böyle zamanlarda yaşanan acılarla baş edebilmek için toplumsal psikolojide fanatizmin temelleri atılır.
Böyle zamanlarda toplum, çalışma grubu olma özelliğini yitirmiş, akılcılıktan uzaklaşmış, dağılmaya yüz tutmuş bir grubun temel varsayımlarına göre hareket ediyor gibidir. Büyük-gruplar, toplumlar da zor durumlarda tıpkı bireyler gibi bir gerileme (regression) yaşarlar. Grup, gerileme içine girdiğinde, yapıcı (olumlu) dinamikler değil yıkıcı (olumsuz) olanlar ön plana geçmeye başlar. Gerileme içindeki gruplar, belli bir süre için, daha önceden çok iyi bildikleri güvenli bir limana sığınma ihtiyacındadırlar. Ancak gerileme katıysa ve bir süre sonra yok olmuyorsa, ortaya çıkan fanatizm benzeri tepkiler, gruba ve çevreye zarar verici, sağlıksız hale gelir.
Gerileme yaşayan toplumlarda grup üyeleri bireyselliklerini yitirirler. Grup üyeliği ve grup kimliği, bireysel kimlik değerlerinden daha önemli hale gelir. Bireysel fikirler ve farklılıklar aşınırken, grup kimliğine ait genellemeler ve önyargılar daha önemli ve yaygın bir konuma ulaşır.
Grup, bütün olarak gözü kapalı bir biçimde liderin çevresinde toplanır. Lidere olması gerekenden, bir insanın sahip olabileceğinden daha üstün nitelikler atfedilir ve onun kararlarına sorgulamadan boyun eğilir. Dolayısıyla büyük-gruplar gerileme yaşarken çok kolay yönlendirilip hareketlendirilebilir. Grup içinde keskin bölmeler, iyi-kötü, siyah-beyaz ayrımları, bölünmeler görülür. Bu keskinlik, grubun kutuplaşmasına ve uçlarda kalanların “kötü” diye damgalanmasına neden olur. Grup içindeki farklı görüşler hemen “hain”likle damgalanır ve bu damga kolay kolay değiştirilemez. Grup, kendi içindeki hainleri bulmakla fazlaca meşgul hale gelir. Aynı keskin bölme, grubun dışı için de geçerlidir. Dışarıdaki gruplar da kolayca düşman olarak damgalanır; bunu değiştirmek de hiç kolay değildir. Grup, kendi kimliğiyle düşman grup kimliği arasında keskin ayrımlar yapar. İki tarafın birbirine benzer olduğu tarafları göz ardı ederken, farklılıkları abartır. Küçük farklılıklara odaklanma, temel uğraşılardan biri haline gelebilir. Bilimde, sanatta, politikada ya da gündelik hayatta bunlarla daha sık ve fütursuzca karşılaşılmaya başlanır.
Liderle grup arasındaki bağımlılık artar ve liderin gücü kanıksanır, sorgulanmaz hale gelir. Topluluk, ahlaki değerler açısından daha mutlaklaştırıcı ve cezalandırıcı bir moda geçer. Kurallar katılaşır, uymayanlar sert biçimde cezalandırılır. İnanç dizgesinin dışında kalan değerlere sahip ötekiler tümgüçlü (omnipotan) bir tarzda düzeltilmeye, doğru yola getirilmeye uğraşılır. Başarılamazsa sert şekilde cezalandırılır.
“Yedi Düvele Karşı: Türklerde Liderlik ve Fanatizm” kitabımızdan derlenmiştir.
YORUMLAR