İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ
Reklam
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Gündemin İçinden

İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ

30 Kasım 2023 - 13:55



Rıfat Ilgaz söylerdi zaten: ‘’Kötü öğretmen, kötü öğrenci, kötü veli yoktur. Kötü eğitim sistemi vardır.‘’ Bu kötü eğitim sitemimizi düzeltmediğimiz takdirde sonumuz cehalettir, felakettir, karanlıktır…

İnsan Yetiştirme Düzenimiz

07 Aralık 2016 da  www.sehriyar.info sitesinde yayınlanmıştır...

Halil Cibran’ın şöyle bir sözü vardı: "Onlara güneşi işaret ettim, onlar parmaklarıma baktılar..." Tıpkı Halil Cibran’ın sözlerindeki gibi; evrensel eğitim sistemi gökyüzünü, yıldızları, güneşi işaret eder… Bizim kısaca adına ‘’Eğitim Sistemimiz’’ dediğimiz ‘’İnsan Yetiştirme Düzenimiz’’ ise gökyüzüne, yıldızlara, güneşe değil de parmaklara bakar.

İşte bu nedenle de bizim kısaca adına ‘’Eğitim Sistemimiz’’ dediğimiz ‘’İnsan Yetiştirme Düzenimiz’’ işin bilimsel esası gözden kaçırılıp şimdi olduğu gibi geçmişte de siyasete ve ideolojik düşüncelere alet edilerek yıllardır hangi parmağa bakacağını da şaşırarak yazboz tahtasına çevrilmiştir.

Daha ‘’İnsan Yetiştirme Düzenimiz’’; ‘’eğitim’’ nedir, ‘’öğretim’’ nedir, ‘’talim’’ nedir, aralarındaki fark nedir, nerede eğitim, öğretim yapılır, nerede talim yapılır ayırdında bile değildir. Hal böyleyken eğitim; ‘’yakından’’ olsa ne olur, ‘’uzaktan’’ olsa ne olur? EBA çökse ne olur çökmese ne olur?

Eğitim nedir, ne değildir?

Eğitimde; bir akıl yürütme vardır, neden sonuç ilişkisi vardır, durmadan sorgulama vardır, araştırma vardır. Ama biz eğitim yapmadık; öğretim yaptık. Eğitilmiş zihnin, öğretim görmüş zihinden daha farklı olduğunu anlayamadık. Hep ‘’nasıl’’ sorusuna cevap aradık, hiç ‘’niçin’’ sorusuna yönelmedik.

‘’Şüphe aklın yarısıdır’’ derler (Sokrat'ın sözü), eğitim işte bunu vermeliydi, veremedik.  Eğitim almış insan; şüphe etmeli, soru sormalı, eleştirmeli, analiz etmeli, sorgulamalıdır. Ama biz her şeyi sorgulamadan ya kabul, ya da ret ediyoruz.

En önemli Alman edebiyatçısı, şair, yazar, politikacı ve doğa bilimcisi olan Goethe; ‘’üç bin yıllık geçmişin hesabını yapmayan insan günü birlik yaşayan insandır’’ der. Sokrat’ın sözü idi; ‘’sorgulanmamış hayat, yaşanmamış bir hayattır.’’ Bu sözleri hiç ama hiç anlamadık, anlayamadık.

Aynı zamanda felsefe ve edebiyat öğretmeni olan Norveçli yazar Jostein Gaarder’in çok güzel bir kitabı var; ‘’Sofi’nin Dünyası’’ ‘’Sen kimsin?’’ diye başlıyor ilk cümle. (Sofi, Sophia’da geliyor, Türkçesi ‘’gerçek’’ demek) Felsefede sorular önemlidir, cevaplar değil... Gaarder kitabında sorgulama yapıyor, düşünmeyi, yaratıcılığı öğretiyor. Sorgulama beyin hücrelerini, zihni çalıştırıyor...

Alman felsefesinin kurucu isimlerinden olan Immanuel Kant’ın üç kitabının da adı ne ilginçtir; ‘’Saf aklın eleştirisi’’, ‘’Pratik aklın eleştirisi’’ ve ‘’Yargı gücünün eleştirisi’’dir. Eleştiriden, analizden ve yorumdan yoksun bir eğitim, eğitim değildir, anlamadık. Ama bizde eleştiri ‘’övgü’’ ile ‘’yergi’’ arasındadır. Eleştiri yok itaat vardır, sadakat vardır. Eleştiri için; bilgi gereklidir, anlama gereklidir, yorumlamak gereklidir, bilmedik, bilemedik…

Eğitim felsefi olmalıdır, anlamadık... Felsefe; insan düşüncesini (tutuklu olan insan düşüncesini) özgürlüğe kavuşturmak içindir, bilmedik… Eğitimin amacı insanı düşündürmektir, kişinin analiz ve sorgulama kabiliyetini artırmaktır. Eğitimin işlevi nesilden nesile kültürün aktarılması da değildir. Eğitimde, kültürü analiz edecek, geliştirecek, yeni sentezlere ulaştıracak bireylerin yetiştirilmesi söz konusudur.

Güçlü toplumlar güçlü bireylerden oluşur. İyi bir eğitim sistemi, bireyler arası farklılıkları korumalıdır. Oysaki bugünkü eğitim sistemimiz bireyleri birbirine benzetmektedir. Bireyler arası farklılıkları dikkate almayan bir eğitim sistemine sahip toplumun gelişme ve değişme imkânı oldukça sınırlıdır... Eğitimde herkesi bir kabul ediyoruz. Öğrenciyi şekil verilecek bir ‘’balmumuna’’, ‘’yontulmamış bir mermere’’ benzetiyoruz. Öğrencinin bir ‘’özerkliği’’ olduğunu, bir ‘’kişiliği’’ olduğunu unutuyoruz. Eğitim yapalım derken öğrencinin kişiliğini ve özerkliğini yontarak ona zarar veriyoruz.

Antropologlar insanın evrim basamaklarında ellerin çok önemli olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre; zekânın artması, büyük ölçüde serbest hale gelen ellerde yatan olağan üstü üretim potansiyeline cevap olarak ortaya çıkmıştır. Eller serbest hale gelince işlevi artmış ve bedenin özgürlüğüne paralel olarak beyni de özgür hale gelmiştir. Eğitim süreci bireyi hem fiziksel hem de zihinsel açıdan özgür bırakması gerekmektedir.

Ama bizim kültürümüze, yapılan eğitimimize bakalım; sadece düşüncemiz değil, bedenimiz de hapis, ellerimiz hapis, bacaklarımız hapis, rahat hareket ettiremeyiz, toplum olarak jimnastiği, halk oyunlarını, dansı bilmeyiz. Bedenimiz hapis, bedenimizi rahat hareket ettiremeyiz. Halbuki söylerdi antropologlar: ‘’Davranışlarında özgür olamayanlar düşüncelerinde de özgür olamazlar.’’

Sokrat’ın sözüdür; ‘’doğru bilgi, doğru eylemi gerçekleştirir.’’ Sokrat’ın amacı ders vermek değil, öğretmek değil, amacı; aynı konuyu paylaşan insanlarla konuşmaktır. Bu bizim aile yapımızda, eğitim sistemimizde, insan yetiştirme sistemimizde olmayan bir şeydir; konuşmak... Bizde dersler sadece anlatılır; konferans verir gibi... Aslında ‘’Sofi’nin dünyası’’ hepimizin dünyasıdır. Sorgulanması gerekir. Ama anlamadık.

ABD'li yazar ve gazeteci Nancy Horowitz (N.H.) Kleinbaum’un eseri; ‘’Ölü Ozanlar Derneği’’ ince bir kitap... Robin Williams başrolu oynamıştı aynı isimle filmi yapılırken... Eğitim, sanat ve sorgulama üzerine yazılmış bir kitap... Romanda öğretmen ‘’her zaman eğitimin amacı özgür düşünebilmeyi aşılamaktır’’ der. Filmi daha etkileyici idi…

Bizde eğitim ''talim'' zihniyeti ile ele alınmıştır. Talim, davranış değişikliği yapmaz. Talim edilmiş zihin özel bir beceriyi kazanmış zihindir. Talim ‘’nasıl’’ sorusunu sorar; arabayı nasıl kullanabilirim, piyanoyu nasıl çalabilirim, dil’i nasıl öğrenebilirim. Malum askerlerin eğitimidir talim; ‘’tüfek şu şekilde çatılacaktır!’’ Bunun alternatifi, sorgulaması, ‘’niçin’’i, üzerinde düşünülmesi yoktur. Ama eğitim ‘’niçin’’ sorusunu cevaplar. Eğitim talim etmek değildir, anlamadık, anlayamadık…

Çocuğa terbiyeyi evde ailesi verir. Devlet terbiye vermez. Devlet terbiye vermeye kalkarsa bu eğitim olmaz, başka şey olur, siyasi literatürde bunun adı başka bir şeydir. Milli Eğitim Bakanlığında eğitim sistemimize yön veren kuruluşun adının da ‘’Talim ve Terbiye Kurulu’’ olması da ne ilginç ve ne hazindir…  

Eğitimde eksik olan bir konu da ‘’sevgi’’ konusudur. Alman kökenli ABD'li ünlü bir psikanalist, sosyolog ve filozof olan Erich From ‘’Sevme Sanatı’’ isimli kitabının giriş kısmında yazardı; ‘’insanın eğitim düzeyi ne olursa olsun ‘’sevmek’’ her insanın kolayca ulaşabileceği bir edim değildir.’’ Sandık ki, ana lisan gibi ‘’sevme duygusu’’ da insanda birden bire gelişecek.  Eğitim sistemimizde hiç ‘’sevgi eğitiminin’’ yeri olmadı. Bisiklete binerken bile bir öğrenme sürecinden geçiyoruz. Zaten ‘’sevgi’’ kavramının da içini boşalttık. Sevgi deyince; sadece annemizi, eşimizi, çocuklarımızı sevmeyi anladık. Bu çerçevede sınırladık, başka insanları sevmedik veya başka kavramlarla karıştırdık. Bu dar anlamda bile hep sevilmeyi bekledik, hiç sevmek için çaba göstermedik. Zaten kendimizi bile sevmedik. Kendini tanıyıp seven kişi tutarlı bilgi elde ettikçe başkalarını da sever. Bunu anlamadık bir türlü…

ABD'li yazar Russel W. Gough’un ‘’Karakteriniz Kaderimizdir’’ (Orjinali: ''Character is Everyting'') isimli güzel bir kitabı var. Gough der ki kitabında; ‘’karakter gelişimi, okulların yeni ve teknik açıdan mükemmel bir müfredat uygulamaya başlamasıyla gerçekleşebilecek bir şey değildir. Genç bir insanın iyi davranış alışkanlıkları edinmesinin en iyi yolu bu davranışlara sahip yetişkinlerde kendini özdeşleştirmesi ve onları taklit etmesidir.’’

Öğrencilerin eğitim sürecinde birinci derecede ihtiyaç duyacakları şey ne en ileri eğitim teknolojileridir ne en ileri eğitim yöntemleridir ne de bilgisayar tabletleridir. Öğrencilerin birinci derecede ihtiyaç duyacağı tek şey model alacakları örnek insandır.

Einstein’ın bir sözü; (biraz kaba, özür dileyerek aktarıyorum) ‘’Hangi mesleğe sahip olursa olsun, felsefeden, sanattan ve edebiyattan nasip almadan yetişen bir insanın Pavlov’un köpeğinden pek bir farkı yoktur.’’ Eğitimden, insan yetiştirme düzenimizden sorumlu olanlara duyurulur…

Eğitimin asıl hedefi de kendisi ile barışık, toplumu ile barışık, gülen, tebessüm eden, yaşamının nihai hedefi mutlu olmak ve mutlu kılmak olan bir insan yetiştirmek olmalıdır. Eğitim (ve de disiplin ) adı altında insanlarımızın yaşama sevinci budandı. (Hala da buduyorlar) Kültür olarak ne varsa hepsi insana hüzün şırınga ediyor... Yüzlerimizde hep hüzün neşidelerinin gizli çığlıkları var... Giysilerimiz kara, yüzlerimiz kara, gözlerimiz kara, içlerimiz kara... Yeryüzü aslında Tanrı’nın kutsal kitaplarında vadettiği cennet ama biz bunun farkında olmadığımız gibi içimizde de dışımızda da bir cehennem yaşatıyoruz alev alev...

Ve eksik olan çok önemli bir şey daha: Özgüven. Aslında sona bıraktım ama en önemlisi öğesidir eğitimin özgüven. Özellikle eğiticilerin davranışlarında yargılayıcı, denetleyici ve müdahaleci bir tavır hâkimdir. Aslında yargılayıcı, denetleyici ve müdahaleci bir tavır da heves kırar, hedef küçültür ve özgüven sarsar… En büyük eğitici olarak başta anne ve baba olarak bu tavrı sergiliyoruz. Sanki insanlarımızın doğuştan Tanrı’nın bahşettiği özgüvenini yok etmek için çaba harcıyoruz. Çocuk evde, öğrenci okulda, birey işyerinde bir kusur mu işledi, hemen olumsuz hitaplarla yargılar itham ediliyor.

Goethe derdi; ‘’insanlara olduğu gibi davranırsanız olduğu gibi kalırlar, olabileceği gibi davranırsanız olabileceği gibi olurlar.’’ Eğitim bilimciler davranışları etkilemenin en iyi yolunun; ‘’olumsuz yorumlarda’’ bulunmak değil, ‘’olumlu pekiştirmelerde’’ bulunmak olduğunu, ‘’yanlış işleri eleştirmek'' yerine ‘’doğru işleri pekiştirmek'' için zaman harcandığında daha iyi sonuç alındığını,  insanlardan ne beklerseniz onların da onu verdiklerini söylüyorlar… Ama bunu ne anladık ne de uyguladık…

Eğitimbilimciler ‘’İnsanın kendisine değer verildiğini ve takdir edildiğini hissetmesi gerekir‘‘ derler, ‘‘kendisini değersiz hisseden, baskı altında kalan ve örselenen insanlar düşünemezler’’ derler… ''Kendisini değerli hissettiğinde mükemmel olmayacak insan yoktur'' derler... Ülkemizde; evde, okulda, işyerinde, idari ve yönetim sistemimizde sistematik bir biçimde üzerek, eğerek, ezerek bir insan yetiştirme sistemi vardır. Eğitim ve yönetim sistemimiz sistematik bir biçimde insanımızın kendisini değersiz hissetmesi üzerine kurulmuştur.  Hâlbuki antropologlar ‘’insanın karakterini dik yürümekle kazandığını’’ söylüyorlar.  Biz ise insanlarımıza diz çöktürmeye çalışıyoruz…  

Hâlbuki olması gereken onore ederek, değer vererek, yücelterek eğitmektir. Biz ise diz çöktürmeye çalışıyoruz… İnsan yetiştirme düzenimiz, eğitim adına insanlarımıza hükmetmeye çalışıyor. İnsanlara hükmetmeye kalktığınızda onları kaybedeceğinizi bilmedik. İrlandalı oyun yazarı, romancı ve şair Oscar Wilde’nin sözüydü: ‘‘Otorite ve hiyerarşi insan doğasına aykırıdır. Nerede otorite var orada isyan vardır.’’ Zaten daha iyi yönetebilmek için uygulanan bölüp yönetme, başkaldırmaya izin vermeden baskı altına alma, zayıflatma ve geriletme yöntemine eğitim adını verdik. 

Eğitimin İngilizce karşılığı Education... Education; İngilizceye Latinceden “educatum” kelimesinden geliyor. “E” içten dışa, “duco” gelişme-ilerleme anlamında... Bizim dilimiz Türkçe’mizde ise eğitim; “eğmek-bükmek” kökünden türeme... Aradaki farkı anlıyorsunuz değil mi? Biz çocuklarımızı, gençlerimizi, insanlarımızı eğiyoruz, büküyoruz... Onlar ise geliştiriyor, gelecek inşa ediyor...

Başta da ifade etmiştim ya ''güçlü toplumlar güçlü bireylerden oluşur'' diye... Ezilen, eğilen, bükülen, üzülen hatta örselenen zayıf insanlarla nasıl bir güçlü toplum olacağız ki?

İtalyan bilim insanı, yazar, edebiyatçı, eleştirmen ve düşünür Umberto Eco’ya atfen bir söz vardır; ‘’Bütün kitaplar (Kutsal Kitapları kasteder) iman etmek için değil, anlamak ve araştırmak içindir.’’ Kutsal Kitabımız Kur’an’da yüce Tanrı der ki ‘’Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.’’ (Yusuf Suresi 2’inci Ayet) Ama dinimizi bizden de çok iyi bildiklerini iddia eden mevcut iktidarın bir vakitlerdeki Maarif Nazırı okullardaki Kur’an eğitimi için diyorlardı ki: ‘’öğrencilerimiz Arapça okuyacaklar ancak anlamayacaklar’’!!!… 

Özet olarak eğitim insana analitik düşünce, soyut düşünce, özgüven, insan sevgisi, yaşama sevinci, özgürlük duygusu ve mutlu olmak ve mutlu kılmak isteği vermelidir. Fikir özgürlüğü, bilimsel özgürlük, eleştiri, özeleştiri olmadan bir toplum çağdaşlaşamaz, bir devlet yücelemez.

Eğitim belleğe bilgi doldurmak değildir. Eğitim; irdeleme, sorgulama, analiz etme, çözümleme ile düşünme yeteneğinin ve kişiliğin geliştirilme sürecidir.  Eğitim, hele hele günümüzde olduğu gibi ‘‘talim‘‘ hiç mi hiç değildir.

Eğitimin sonunda öğrenciye; ''eleştirel düşünme'', ''işbirliği'', ‘’özgüven’’, ‘’yaşama sevinci’’,  ''zihinsel çeviklik ve esneklik'', ''inisiyatif alma'', ''sözlü ve yazılı iletişim'', ''veri analizi'' ve ''hayal kurma'' alanlarında küresel beceriler kazandırılmalıdır. 

Bir yandan; "Bizde şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum" diyen profesör olmuş, rektör yardımcısı olmuş sözde eğitimciler (Adam profesör olmuş, rektör yardımcısı olmuş ama daha doğru kelimenin ‘’hafakanlar basıyor’’ olduğunu dahi bilmiyor. Daha sonra bu adam ödül olarak YÖK Denetleme Kuruluna atanıyor) diğer yandan "Eğitim seviyesi arttıkça bizim oy oranımız düşüyor. Bunu anketlerde doğruluyor" diyen nazırlar! Ne diyeyim ne yazayım, insan yetiştirme düzenimiz kimlere emanet! 

Platon; ''Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır'' derdi. Böylesine aydınlıktan korkan bir zihniyete emanet edilen bir eğitim sistemiyle vardığımız noktayı uluslararası bir ölçme ve değerlendirme projesi şu şekilde ortaya koyuyor…

OECD’nin PISA testi

Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA (The Programme for International Student Assessment), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) (Organization of Economic Cooperation and Development) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin ‘’matematik okuryazarlığı’’, ‘’fen bilimleri okuryazarlığı’’ ve ‘’okuma becerileri’’ konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplayan ve değerlendiren bir araştırma projesidir. Burada geçen “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanıyor…

PISA’nın  her üç yılda bir yapılan araştırmasının altıncı döngüsü olan PISA 2015, ülkemiz ile birlikte 72 ülkede uygulanıyor. PISA 2015, ülkemizde 2-22 Nisan 2015 tarihleri arasında 61 ilden 187 okul ve 5895 öğrencinin katılımıyla bilgisayar tabanlı değerlendirme olarak uygulanıyor. PISA 2015 uygulamasına ilişkin sonuçlar 6 Aralık 2016 tarihinde OECD tarafından açıklanıyor…

PISA’nın 6 Aralık 2016 tarihinde açıklanan bu ortak sınav sonuçlarını içeren raporunda OECD üyesi 37 ülkenin de aralarında bulunduğu 72 ülkede uygulanan sınavlarda, Türk öğrenciler: Fen Bilimlerinde 54, Okuma Becerilerinde 50 ve Matematikte ise 50. sırada yer aldığı belirtiliyor.

Bu sıralamada Türkiye, son üç döngüde (2009, 20012 ve 2015) yapılan sınavlarda daime gerilere giderek bu üç ders alanında da OECD ortalamasının oldukça gerisinde kalıyor… Bu şekilde Türkiye eğitim haritasında Güney Amerika, bazı Afrika ülkeleri ve doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte en düşük seviye olan kırmızı renkli ülkeler arasında yer alıyor…

Ayrıca OECD, PISA 2015 kapsamında yayınladığı üçüncü raporu olan ‘’Öğrenci Refahı’’ sıralamasında, 15 yaş düzeyindeki öğrencilere yapılan yaşam memnuniyeti anketine göre Türkiye 72 ülke arasında son sırada yer alıyor...

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan PISA 2015 Ulusal Raporu bağlantısını yazımın sonunda sunuyorum…

Türk Eğitim Sisteminin son beş döngüdeki PISA sonucu

* 2003 yılında 41 ülke arasında; fende 33, matematikte 35, okuduğunu anlamada 35'inci sırada.
* 2006 yılında 57 ülke arasında; fende 43, matematikte 43, okuduğunu anlamada 37'inci sırada.
* 2009 yılında 65 ülke arasında; fende 43, matematikte 43, okuduğunu anlamada 41'inci sırada.
* 2012 yılında 65 ülke arasında; fende 43, matematikte 44, okuduğunu anlamada 41'inci sırada.
* 2015 yılında 72 ülke arasında; fende 54, matematikte 50, okuduğunu anlamada 50'incu sırada.

PISA 2015 raporunda son üç döngüdeki ''Fen Okuryazarlığı'' ortalama puanları:

PISA 2015 raporunda son üç döngüdeki ''Matematik'' ortalama puanları:

PISA 2015 raporunda son üç döngüdeki ''Okuma Becerileri'' ortalama puanları:

Sonuç

Rıfat Ilgaz söylerdi zaten: ‘’Kötü öğretmen, kötü öğrenci, kötü veli yoktur. Kötü eğitim sistemi vardır.‘’  Bu kötü eğitim sitemimizi düzeltmediğimiz takdirde sonumuz cehalettir,  felakettir, karanlıktır…

Böylesine bir eğitim sisteminde tabletler, bilgisayarlar, internet, modern araç ve gereçler, dersaneler, binalar, okullar olsa ne yazar olmasa ne yazar, eğitim; gökyüzüne, güneşe, yıldızlara değil de parmaklara baktıktan sonra…

Osman AYDOĞAN

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan PISA 2015 Ulusal Raporu: 
http://odsgm.meb.gov.tr/test/analizler/docs/PISA/PISA2015_Ulusal_Rapor.pdf

Bir not: Yazının başlığı ‘‘İnsan Yetiştirme Düzenimiz’’… Bu başlığı Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi eğitim bilimcilerden olan değerli hocam merhum Prof. Dr. Yahya Kemal Kaya’nın yayınlanmış olan doktora tezinin ismiydi. Burada kendisini rahmetle anıyorum. Nur içinde yatsın.

www.sehriyar.info

Bu yazı 354 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar