Gündelik hayatımızın bir parçası, şüphesiz, futbol. Hem de büyük bir parçası; hele futbol yazıları yazıyor, futbol dergileri okuyorsak…
Günlük konuşmalarımızın önemli bir bölümü futbola ait. Günlük konuşma dilimizde kullandığımız deyimlerin, terimlerin bir çoğu futboldan gelme: faullü durum, ofsayta düşmek, pas vermek, elle oynamak, takım tutmak!..
***
Profesyonellik…
Çeyrek asır öncesinin “meslek”, “zanaat”, “iştigal” gibi kelimelerini içine alıp erittikten sonra kalıba dökmüş, yekpare ve beğenilen bir vücut vermiş yaygın kelime…
Ve amatörlük…
Bir şeyin iş olarak değil, hobi şeklinde, yani para kazanmak için değil de zevk almak amacıyla yapılması…
Her şey giderek daha çok “para” ile ilgili oluyor hayatımızda ve her geçen gün daha çok kullanıyoruz “profesyonel” kelimesini, “amatör”ün tekrarlanma sıklığı belirgin şekilde azalırken…
***
Profesyonel futbol…
Dünyanın en sevilen sporunun meslek olarak yapılması, sözlük anlamı…
Oradan kazandığı paraları hangi alanlarda değerlendirdiğine, üstüne koyup koymadığına, bir yerlerde batırıp batırmadığına bakılmaksızın, hayatını futbol oynayarak kazanmak hadisesi…
Ya da, sözlük anlamının dışında, futbolu ne kadar oynadığına bakmaksızın, bir zamanlar gerçek bir spor olan bu faaliyetten, giderek daha çok, herkesten çok,sayılamayacak kadar çok para kazanma hırsı, azmi, ısrarı…
Para kazanma hevesini, sırtladığı formaya sorgusuz sualsiz, içtenlikle bağlı taraftarları bile çileden çıkaracak kadar öteye taşıma gayreti…
Bir çeşit çılgınlık, bir tür pervasızlık…
***
Sonraları hepimiz üç beş oynadık, hâlâ da “dış saha”larda izleriz ya, aslında bir zamanların, yetişemediğimiz, izleyemediğimiz bir şeydi amatör futbol… Sporel kardeşlerle başlayan, bugünkü üç büyükleri içinden çıkaran, İzmir’in Ankara’nın, Trabzon İdmanocağı-İdmangücü rekabetinin tadına doyulmazlığını bizden önceki nesillere armağan etmiş bir “başöğretmen”di o…
Başlangıçta zevk için yapılan o kadar az şey hep öyle kalıyor ki dünya üzerinde. Futbol da para kazanılan bir uğraş olmaya, profesyonelleşmeye başladı, ilgi çektikçe, beğenildikçe, yayıldıkça, daha sistematik oynandıkça…
Önceleri, önceleri diyorsak, on yıllar boyunca, çok katkısı oldu profesyonelliğin futbola. Para girince içine, para sahipleri girince, daha güzel sahalarda, daha göz alıcı bir oyun haline geldi futbol… Dünyanın bir numaralı sporu olma dönemiydi işte bu futbolun…
***
Lâkin, değişim hep iyi yönde olmadı futbol için. Paranın girdiği her şey gibi, bir bayağılaşma yapıştı futbolun da üzerine. Sahtesi olan bir şeydi para ve giderek sahteleştiriyordu her şeyi. Futbolu da…
Özellikle, ekonomik yapısı sağlam olmayan, kültürel gelişimini tamamlayamamış, eğitimsizlikten mustarip ülkelerde, toplumlarda ufak ufak sahteleşmeye başladı futbol…Sahte gol kralları, sahte milliler bile çıktı “erkek oyunu” futbolun içinde.
***
Yetmedi, bir de “menajerlik sistemi” girdi futbolumuza. Önce eski ve gerçek futbolcularla yola çıktı sistem, sonra genişledi, karmaşıklaştı, hatta her alanda olduğu gibi,mafyalaştığı bile iddia edildi bu yeni meslek dalının… Futbolcular menajerlerle tanıştı, zamanla onları “en yakını” olarak belledi, her türlü yetkiyi onlara verdi, sistemin doğal seyrine uygun olarak…
Eskiden kulüp yöneticisi ağabeyleriyle kendisi görüşen, olmadı babasını, abisini, amcasını, dayısını yetkili kılan genç futbolcular, artık menajerlerini gönderir oldu kulüp binalarına… “Menajerimle görüşün” liste başı parça oldu ülkenin dört yanında. Kulüp yöneticileri gencecik sporcuları kandıran koca adamlar, menajerler de yılmaz hak savunucuları, kahraman kurtarıcılar pozisyonu aldılar masa başında… “Yaşasın sistem kuruldu”, “Eyvah sistem çöktü”… eşzamanlı…
***
Futbolcunun aklı masada, kulağı menajerde, cep telefonu elinde artık… Top kimsenin ayağında değil, kimsenin umurunda değil bugün. Top öksüz…
“Asgari ücretin şu kadar olduğu” muhabbetine gerek yok; halkın tutkuyla bağlı olduğu bir gösterinin yetenekli oyuncuları oldukları için zaten büyük paralar kazanan, soyağaçlarındaki tüm bireylerin tarih boyunca kazandıkları toplam parayı 10-15 yıllık kariyeri boyunca kazanan gencecik adamlar, “daha çok, en çok” psikolojisine düştüler bu ülkede… Daha iyi oynamak, “daha iyi, en iyi” olmak istemedi bir çoğu. Kendini, oyununu, mesleki becerisini ve yeterliliğini geliştirme düşüncesi çok uzağında kaldı bazı “yıldız”dan sayılan futbolcuların…
Çünkü profesyonel futbolculardı onlar. Profesyonelliğin anlamını iyi kötü öğrenmiş, “bir işi para kazanmak için yapan kimse” olmayı seçmişlerdi sadece. Profesyonel kelimesinin aslında ve birincil olarak “ileri eğitim ve çalışma” gerektirdiği gerçeğini ıskalamışlardı, bilerek ya da bilmeyerek. Bu kelimenin dilimize geldiği İngilizce’nin türlü sözlüğünde aynı sayfada yer alan “proficiency” kelimesi ise hiç mi ilgilerini çekmemişti bizim çocukların. “Yetenek” ve “ustalık” gerektiren işler olduğunu ve kendilerinin tam da öyle bir iş yaptıklarını, ondan para, çok para kazanmaya çalıştıklarını unutmuştu “yıldız”larımız.
***
Ne yazık ki bugün, kariyerinin daha başlarındayken bile “profesör” düzeyinde ücret talep eden profesyonel sporcularla dolu Türk futbolu. Dünya Üçüncüsü apoletini çok kısa bir sürede yıpratıp, kapıdan geçen plastik leğenciye “bir kova, 10 mandal” karşılığında bırakmış bir ülkede yaşıyoruz; hazindir… Ümit verici bir çıkış yakaladıktan sonra, zamanla gelişim göstereceğine, aksine performans olarak “amatör”lük kıyılarına kadar savrulmuş, ama yine de bir “armatör” kadar kalın cüzdana sahip olmayı hâyâl ve olmakta ısrar eden sporcular deryası burası… Ve tribünlerde ateşli, hoşgörüsüz, ama oradan çıkar çıkmaz deryâ-dil bir güruh futbolsever…
***
Bir türlü anlayamıyor insan, genç veya ümit kategorisindeyken pırıl pırıl oyunlar sergiledikten sonra geçen yıllar boyunca üzerine hiçbir şey koyamayan futbolcuları…
Meslekte ilerlemenin sadece daha iyi, daha sükseli transfer yapmak anlamında alınmasını kabullenemiyor bizim gibi beyinler. Daha kariyerinin başındayken yılda 10’da ısrar eden, Avrupalı’nın verdiği paradan çok daha fazlasını kendi, en iyisinin bile olanakları ve bütçesi kısıtlı kulüplerinden isteyen, karşılığının alınıp alınmadığı belirsiz televizyona geliri dışında doğru dürüst bir getirisi olmayan Türk futbolundaki yorgun dengeleri hep ve çok zorlayan, bu arada kendini geliştirmekle bir nebze olsun ilgilenmeye zaman bulamayan (!), çok çalışmak, eksiklerini kapatmak, her geçen gün daha iyi olmak, performans olarak hep üstüne koymak, toplamda mesleki becerisini artırmak gibi bir seçenek de olduğunu fark edemeyen ya da ihmal eden bu genç insanlar çok şaşırtıyor bizleri.
Oysa öyle bir seçenek ki sözünü ettiğimiz, birkaç yıl 5’e oynadıktan sonra yılda 50 kazanma şansını getirecek önlerine. Neticede hem daha çok kazanacak, hem de daha sempatik olacak, çok sevilecek, daha çok kabul görecekler, daha çok “helâl olsun” alacaklar futbolseverden.
Neden bu yolu seçmiyorlar?.. Neden acele ediyorlar? Neden kolayına kaçmayı deniyorlar? Neden kendilerini geliştirmek ilgilerini çekmiyor?
Hayır, biz de kabul ettik futbolun artık spor değil de bir gösteri olduğunu… o halde neden daha iyisini gösterme görevlerini yerine getirmeye yanaşmıyorlar?
***
Kimse kusura bakmasın dostlar! Üst düzey futbolculuk yerine sadece bir “futbolcucuk” olarak kalmayı içine sindirenleri anlayamıyoruz, kabullenemiyoruz. Bunu bizim sporcumuza yakıştıramıyoruz. Elbette hepsinin daha çok kazanmasını istiyor ve fakat daha iyi olmalarını şart koşuyoruz. Sürekli kendini geliştiren, giderek daha büyük rakamların telaffuzunu hak eden, zira giderek daha büyük zevkle izlenen futbolcular istiyoruz.
Ve eminiz ki, onların istediğinden daha azını istiyoruz!..
Ağustos 2005
YORUMLAR