Ahı İle Zalimi Deviren Bir Mazlum ( I.Bölüm )
Said Bin Cübeyr (ra)
Said bin Cübeyr, Hicri 45 (665) yılında Mekke’de doğdu. İslami kaynaklar onu Kureyş’in Esed b. Huzeyme koluna ait Habeş asıllı siyahî birisi olarak bildirir. Said, irşat ve tebliğ hayatının en verimli yıllarını Kûfe'de geçirdiği için Kûfî nisbeleriyle de tanınmaktadır. 6 yaşlarında hafızlığını tamamladıktan sonra, ilk eğitimini Mekke'de Efendimiz (sav)'in amcası Hz. Abbas’ın oğlu Abdullah b. Abbas'tan alır. Kısa zamanda zekasının parlaklığı hocasının dikkatini çekince onu özel ders halkasına alır. Bu özel derslerde müzakere edilen hadisler ezbere ve ezberden rivayete dayandığı halde Said, mecliste müzakere edilen bütün hadisleri yazarak, onları sayfalar halinde getiriyordu.
Hicri 65 yılı Emevi devlet siyasetinin halka zulümle dikte edildiği tarih olarak bilinir. Doksan yıl hüküm süren Emevi saltanatının ilk elli yılında yaklaşık altmışa yakın sahabenin yaşadığı da rivayet edilmektedir. Sahabelerin yaşadığı bir ortamda Emeviler, kirli devlet siyasetini halka benimsetmede oldukça zorlanıyordu. Adeta herkes bu insanların gözünün içine bakıyor, onların bakışlarına göre kendi tavırlarını ortaya koyuyorlardı. Bu durumu siyasi çıkarları uğruna bir engel olarak gören saray ehli, değişik algı operasyonlarıyla halkı bu insanlardan koparmak için değişik yollara başvuruyordu.
İşte bundan dolayıdır ki, H. 65 yılı Emevi devrinin gerçek manada başlangıcı olarak görülür. Ayrıca, İslam tarihinde dini siyasallaştırma adına, onu halk üzerinde bir kılıç, bir kırbaç olarak kullanma geleneğini de bu devlet başlatmış olur. Kendi siyasi emellerini değişik entrikalarla halka kabul ettirmek, istedikleri sisli ortamı oluşturmak için ilk başvurdukları siyasi manevra da, iftira idi. Bu silahı ilk olarak imani ve İslami kaynağı bulandırmada kullanırlar. Olur olmaz yalanlarla Ehli Beyt'e bile leke sürmeye çalışan bu zihniyet, halkın gönlüne fitne tohumları serperek, sırf siyasi hırslar ve menfaatler uğruna zihinleri kirletmeye çalışıyorlardı.
İslam tarihçileri, Ömer bin Abdülaziz ve kısa bir müddet babası Yezid'den sonra devletin başına geçen Muaviye İbn'i Yezid'den başka bütün Emevi hükümdarının halkına işkence ve zulüm yaptıklarını naklederler. Evet İslam tarihi, bir taraftan idam ipini çekme sanatını iyi bilen sanatkar siyasiler, diğer taraftan da aynı kararlılıkla idam sehpasına gülerek giden kahramanlarla doludur. Siyaset denilen bu zehirli yılan, her devirde yakıcı, yıkıcı olduğu kadar da aşağılayıcı ve zulmedici olmuştur. Toplumun içerisine kin ve nefret pompalayan bu sistem insanları zehirleyerek kaçan, felç edip fakat öldürmeyen bir yılan vazifesi görmüştür. Evet, Emeviler gücü elinde tutabilmek, halka kendi siyasi emellerini kabul ettirebilmek için Hz. Osman'ın katillerini Ehli Beyt içerisinde arama gafletine düşüyor, Hz. Ali (ra) üzerinden Peygamber Efendimizin temiz ailesine çamur atmaya kalkışıyorlardı. Efendimizin damadı Hz. Osman’ın öldürülmesinde Hz. Ali'yi hedef gösteriyorlardı.
Algı Operasyonları İşe Yaramıştı
Düşünün ki, kâinatın Sultanı Efendimiz (sav)'in ahirete irtihalinin üzerinden henüz kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ imanın kalplerine oturmadığı bir grup Müslüman bu iftiraya inanarak, Ehli Beyt'e karşı olumsuz düşünceler içine giriyorlardı. Bu düşünceleri kafalardan atmak ve doğruları anlamak onlar için şimdilik mümkün görünmüyordu. Çünkü hipnoz edilmiş, menfaatin ve korkunun esiri olmuş bir toplumun doğruları kabullenmesi oldukça zor olacaktı. Geriye tek bir şey kalıyordu. Herkes yaşayarak ve bu işin bedelini ödeyerek gerçeklerle yüzleşecekti.
Siyasilerin sürekli gündemi değiştirme çabası ve ortamı gerecek adımlar atması halk üzerinde ağır bir baskı oluşturmuştu. Kim neye inanacağını, kimin yolundan gideceğini şaşırmıştı. Ortalıkta müthiş bir bilgi kirliliği vardı. Bütün bu olanlara rağmen halkın büyük bir çoğunluğu haklıya karşı haksızın yanında yer almaya devam ediyor ve yürekleri parçalayan Kerbela olayına kadar da olmaya devam edecekti. Çünkü Küfe halkı Ehli Beyt'e en büyük ihanetini sergiliyor, yardıma çağırdıkları Hz. Hüseyin ve yakınlarını Yezid’in cellatlarının önüne atıyordu. O gün Ehli Beyt'in karşısında olup, atılan iftiralara inananlar bu acı olaydan sonra ihaneti görmüştü ama, toplumu ayakta tutan dini dinamiklerin önemli bir kesimi kütükte doğranan et gibi lime lime olmuştu. Onlara da ancak dizlerini dövmek ve ağlamak kalmıştı.
Said Bin Cübeyr Sahneye Çıkıyor
Takvimler hicri 65 yılını gösterirken Emevi devletinin başında Mervan bin Hakem ve ona biat etmeyerek Mekke’de halifeliğini ilan eden Abdullah İbni Zübeyir vardır. Biri sultan, diğeri halife idi. Toplumun değişik algı operasyonlarıyla hizaya getirilmeye çalışıldığı bu yıllarda yirmili yaşlarda olan Said, Mekke'den ayrılarak Küfe'ye gider. Onun Küfe'ye yerleştiği dönemde Halife Mervan bin Hakem vefat eder ve yerine oğlu Abdülmelik bin Mervan geçer.
Said, İbn Abbas'tan aldığı terbiye gereği bir taraftan ilim öğretirken, diğer taraftan da irşad ve tebliğ faaliyetlerine devam eder ama, bu süre zarfında hocası İbni Abbas'tan da bağını koparmaz. Her yıl Recep ayında Mekke'ye giderek, hocasının ders halkasına katılarak ondan feyiz almaya devam eder. İbn Abbas, ders halkasına katılan Said'i çok iyi tahlil eder ve ileride bu davanın ağırlığını yüklenebilecek omuzlara sahip olduğunun farkına varır ve ona ayrı bir önem atfeder. Yazısı ve hafızası çok kuvvetli olan Said’e hadisleri toplama ve kayıtlara geçme görevini verirken; ''Allah aşkına Said, dikkatli yaz '' demekten de kendini alamaz. Bu derslerde rivayet edilen hadisleri büyük bir titizlikle not eden Said'i sürekli uyaran hocası, belli bir zaman sonra bu hatırlatmalardan vazgeçer. Artık fetva verebilecek, ilmine ve hafızasına güvenilebilecek bir mürşit makamına geldiğini gören hocası, ona Küfe'ye yerleşmesini tavsiye eder. Said, hocasının bu isteği üzerine Küfe'ye yerleşir.
Kısa bir zaman sonra Said'in adı İslam coğrafyasına yayılır ve halk kitleler halinde onun etrafında kümelenmeye, hadis, fıkıh ve akaid öğrenmeye başlar. Hicretin 68. yılında İbni Abbas'ın, 73. yılında da İbni Ömer'in vefat etmeleri, halkın Küfe'ye akınına ayrı bir ivme kazandırır. Aynı zamanda sahabenin son temsilcileri olan bu iki insanın ölümü, Mekke’deki hareketliliğin yönünü de Küfe'ye, Said bin Cübeyir'e çevirmiş olur. Diğer taraftan daha otuzlu yaşlarda bu makama gelen bir gence bu kadar teveccüh sarayın da dikkatinden kaçmamıştı. Siyasi ortamın karışık olması, saray kılıcının alimlerin başı üstünde kavis çizerek dönmesi, onun işini de zorlaştırıyordu.
Said, işin vahametini anlamış, siyasilerden gelebilecek her hangi bir müdahaleye karşı da hazırlığını yapmıştı. Sarayın söylediklerine başkaldırsa, başına gelmedik kalmayacak. Eğer sussa, ilmin izzetine halel getirecekti. Günlerce, aylarca Allah'a bir çıkış yolu göstermesi için dua dua yalvardı. Sonunda İrşad ve tebliğ vazifelerinin aksamaması ve onlardan gelebilecek kötülüklerden emin olması adına siyasilere yakınlaşmanın daha mantıklı bir yol olacağı kararına gelir.
Devamında: Zalimle Mazlumun İlk Karşılaşması