YAŞATMAK BEDEL İSTER
Etrafımda kocaman insan yığınları, herkes yaşamın ağır bedelini sırtında taşıyor. Ortalık anlamsız seslerle, bitkin nefeslerle ve ruhsuz cesetlerle dolu. Ne düşen düştüğünü, ne devrilen devrildiğini ne de ayaklar altında kalanlar ezildiğini hissediyorlar. İçgüdülerinin dilenciliğini yapan bukalemunlar ise, insan onuruna yakışmayan bütün hünerlerini sergileyerek, karaktersizliğin en renkli cümbüşlerini ortaya koyuyorlar. Bütün değer hükümlerini önüne katıp sürükleyen bu renk cambazları, irtikâp ettikleri ağır bedelleri ise ağlattıkları mazlumların gözyaşlarına yüklüyorlar. Çünkü onlar, kirli derilerinin altında sakladıkları hastalıklı yüzlerini bu masum gözyaşlarıyla temizlemeği zafer zannediyorlar.
Rahat ve rehavetini, mal ve servetini, güç ve kuvvetini çıplak vücutlar üzerine inşa etmeye çalışanlar haindir, vahşidir, âcizdir, korkaktır, bedbahttır. Vahşi hayvanlar güçlü oldukları için değil, korktukları için saldırır, diş gösterir, ısırır ve can yakarlar. Çünkü onların başka türlü yaşama kabiliyet ve kudretleri yoktur.
Ömürlerinde bir defa olsun duygu ve bileğine adalet ve merhamet gemini vuramayan bu korkaklar yürekten, merhametten güç ve kuvvetten bahsetmesinler. Çünkü güç ve kuvvet bilekte değil, yürektedir. Yüreğinde merhameti barındırmayanlar Yunanların Herakles’i, çocukluğumuzun He-Man’ı olsalar da, ömürlerinin sonuna kadar kendilerinden korkan vahşi hayvanlar gibi yaşamaya mahkumdurlar. Çünkü onların duyguları hep ezmeye, çiğnemeye, bedel ödettirmeye ayarlı dişli makineler gibidir. Zayıflar ; ezer, ezdirir, güç kullanır, acıtır ve kuvvetini ağlattığı insanların gözyaşlarında görür. Güçlüler ; tutar, kaldırır, yüklenir, güç ve kuvvetini tutup kaldırdığı insanların tebessümlerinde bulurlar.
Ömürlerinde bir defa olsun duygu ve bileğine adalet ve merhamet gemini vuramayan bu korkaklar yürekten, merhametten güç ve kuvvetten bahsetmesinler. Çünkü güç ve kuvvet bilekte değil, yürektedir. Yüreğinde merhameti barındırmayanlar Yunanların Herakles’i, çocukluğumuzun He-Man’ı olsalar da, ömürlerinin sonuna kadar kendilerinden korkan vahşi hayvanlar gibi yaşamaya mahkumdurlar. Çünkü onların duyguları hep ezmeye, çiğnemeye, bedel ödettirmeye ayarlı dişli makineler gibidir. Zayıflar ; ezer, ezdirir, güç kullanır, acıtır ve kuvvetini ağlattığı insanların gözyaşlarında görür. Güçlüler ; tutar, kaldırır, yüklenir, güç ve kuvvetini tutup kaldırdığı insanların tebessümlerinde bulurlar.
Güçlüler Bedel Öder, Ödettirmez
Yaratılmışların bedelini sırtında bir kambur gibi taşıyan sevgi kahramanları bir ömür boyu yaşamanın değil, yaşatmanın bedeline talip olurlar. Bunlar adeta insanlığın paratoneri gibi, bütün belâ ve musibetleri, kasırga ve âfetleri kendilerine çekerler. Büyüklerimiz bunlara ‘bedel’ kurnası da derler. Çünkü kaddi bükülmüşler, rotasını kaybetmişler, benliğini yitirmişler hep onların kurnasına koşarlar.
İnsanlığın ilk babası Hz. Adem (as) ümmeti adına ilk bedeli oğlu Habil ile yüklenirken, Hz. Nuh (as) da kafir kavminin bedelini evladı ve hanımı ile ödedi. Hz. İbrahim (as) başta babası Azer olmak üzere herkesten hakaret, dışlanma ve tehditlerin bedelini Numrut’un ateşiyle ödedi. Hz Yakup (as) evlatlarının ihanetini‘’ bana da güzel bir sabır düşer’’ diyerek kendi gözleriyle ödedi. Hz. Yusuf (as) kardeşlerinin kin ve nefretiyle kuyularda, zindanlarda en ağır bedelleri öderken, ne açlığın cenderesinde kıvranan kardeşlerine ne de iffetini ayaklar altına alan Züleyha’ya asla bedel ödetmeyi düşünmedi. Hepsinin bedelini yine iftiralarla, baskılarla, zindanlarda ödedi. Hz. Zekeriya (as) iftiraların en iğrencine, hakaretlerin en ağırına maruz kalırken bir masum, bir mağdur olan Hz. Meryem’e sahip çıkmanın bedelini kendi canıyla ödedi. Hz. Yunus (as) imana yaklaşmayan Ninova halkını terketmenin bedelini ‘’ … Şüphesiz ben kendime zulmettim…’’ (Enbiya 87) diyerek, denize atılarak ödedi.
Hallacı Mansur, aynı duygu ve düşünceye bağlı insanlar tarafından kol ve bacakları çapraz kesilip Firavunca zulme maruz bırakılırken; ‘’ Ya rabbi bana bu ızdırabı bu zulmü reva görenlere hakkımı helâl ediyorum. Ne olur Sen de onları bağışla ‘’ diyerek bedelini yine kendi sırtına yükledi. Bediüzzaman;‘’ Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla beni mahkum edenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hakkımı helal ediyorum ‘’ diyerek, bunca ağır bedeli kendisi ödemedi mi? Ömür boyu bedelini bir kambur gibi sırtında taşıyan Yusuflar kuyularda; Sokratlar zindanlarda; Hallaçlar darağacında; Bediüzzamanlar sürgünlerde muzaffer olmadılar mı? Çünkü onlar güç ve kuvveti tilki yürekli Richard’ının bedel ödettiren bileğinde değil, Selahaddin’in bedel ödeyen merhametinde aramışlardı.
Çürüyen Duygular
Bütün bir ömür boyu maddi hırslar peşinden koşarak, dürüstçe yaşama alışkanlıklarını kaybeden ve ferdi hırslarının bedelini başkalarının sırtına yükleyen bireylere döndük. Siyasetçisinden idarecisine, memurundan işçisine, mualliminden öğrencisine, imamından cemaatine kadar herkes birbirini cımcıklayarak vahşilik peşinden koşmakla meşgul. Toplum dayanışmasını ortadan kaldırıp ahlaki değerleri unutturan ve kardeşi kardeşe düşman yapan particilik kavgaları da gönüllere çok büyük fitne tohumları attı. İslâmi ahlakı siyasi kepazeliklerine peşkeş çekenler, içimizdeki bütün duygu ve düşüncelerimizi çürüttü. Allah’ın ipini bırakıp siyasetin güç ve kuvvetine sarılanlar, kendi seyyielerinin bedelini ahlaklı ve namuslu insanlara ödettirmenin derdine düştüler. Çünkü bunlar, kendi peygamberlerinin vârisliğine değil, siyasetin, saltanatın, güç ve kuvvetin harisliğine sığındılar.
Dün köylü diyerek, taşralı diyerek acınıp elinden tutulan kitle bugün particilik silahını kuşanarak yaşadığı yokluğun, yoksulluğun acısını cılız bedenlerden çıkarmaya başladı. Bu sonradan görmüş gözü dönmüşler sayesinde toplum adeta alevden bir kızağa bağlanmış, adım adım ateşe sürüklenen işkence mahkumlarına döndü. Mazlumu bedel ödeme makinesine çeviren bu Nemrutlar, bu Calutlar, bu Pol Potlar ağlatmaktan, zulmetmekten, kin ve nefretten bir türlü doymadılar. Ebreheler gibi, besledikleri fillerini halkın ve onun mukaddesatı üzerine sürerken, masumların çığlıklarını karanlık köşelerinden izlenmeyi kendileri için bir zafer olarak gördüler.
O Kaderi Bekliyorum
Zalimler zulmetti fakat kader adalet etti ve irademin bedelini bu dünyada sırtıma yükledi. Beğenilmek, alkışlanmak ve başkalarına bedel ödetmek istemiyorum. İradesinin bedelini ödemeyen dönek, dönek olduğu kadar da dönmeye meyilli olan bu fırıldakların yıkılışlarını kendi köşemden sadece seyretmek istiyorum. ‘’Beşer, zahiri esbaba bakar; bazen yanlış eder, zulmeder. Fakat kader, başka noktalara bakar, adalet eder.’’ Hz. Yakup misali Yusuf’u bekler gibi, gözyaşları içinde ben de o kaderi bekliyor, onun damlalarıyla sulanacak bu toprakların kokusunu doya doya içime çekmek istiyorum. Uzaklarda değil, yakınlardan yakın kokusunu aldığım bu adalet gömleğini Yusufların sırtından çıkarıp; kin ve nefretin, mal ve servetin, güç ve kuvvetin kör ettiği o gözlere yeniden çekmek istiyorum. Ve Yüce Rabb’imi, O’nun şefkat kahramanı Peygamberini, şu değerini bilemediğimiz güzel yurdumu bu ruhsuz, bu ufuksuz, bu çapsız münafık ruhlu palyaçolardan kurtarmak istiyorum.
Çünkü, masumlara bedel yüklemekten zevk alan bu sıska iskeletleri, düşünce fakiri bu köleleri, celladına aşık olmuş bu bedevileri görünce yine de insan olarak ağlamak istiyor, acılarını paylaşmak istiyorum. Çünkü korkuyorum ızdırabımı, merhametimi ve insanlara karşı sevgimi kaybetmekten. Korkuyorum gözyaşlarımın kurumasından. Korkuyorum tekme vurma yerine, tutup kaldırmayı unutmaktan. Korkuyorum insanı insan yapan sevgiye ve merhamete âsi olmaktan. Korkuyorum, bahara götüren yollardan uzaklaşarak, kışın zemheri soğuğunda cehennem azabını yaşamaktan korkuyorum.
Ve utanıyorum fani olduğunu bile bile bâki bir hayatı kemiren zehir tutkunu zalimlerden. Utanıyorum başkalarına bedel ödetmenin verdiği güç ve kuvvetle kendisini herkesten güçlü, herkesten itibarlı, herkesten iktidarlı gören Notre Dame’in Kamburlarından. Utanıyorum mağdurun ızdırabını, mazlumun gözyaşını alkış zannederek gururlanan Şeddatlardan. Utanıyorum müşfik yüzlerin masumiyetini yalanla, korkuyla, baskıyla, iftirayla ellerinden alarak onları açlığa, yokluğa, sefalete mahkum ederek, ruhsuz ve umutsuz bırakan Stalin suratlılardan.
Gulyabanilere inat
Kahyasının bedelini ödemekten yorulmayan sefillere de diyorum ki; bedel ödenir, ödettirilmez. Bedel ödetmeyi bir ibadet zanneden ahmaklar zalim; ödemeye alışkın mûtiler de zalimine aşık olmuş sarhoşlardır. Hiç bir zaman aldatan ve ağlatanların yanında yer almadım. Varsın onlar ağlatmaya, sızlatmaya, can yakmaya doymasınlar. Ben ömrüm boyunca ayrılmadığım HAK’tan haklıdan, ADİL’ten ve adaletten yana olmaya devam edeceğim. Ben bedelimi Yusuf gibi kuyularda, Zekeriya gibi iftiralada, İsmail gibi bıçak altına, İbrahim gibi ateşlerde, Eyüp gibi acılarda, Yakup gibi gözyaşlarında arıyorum.
‘’Ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezarı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikatı İslâmiyeyi hakkıyla kainat üzerinde dalgalandıracak olan NESLİ CEDİD gelsin!’’