Nerdesin Öğretmenim?
Son yıllarda adeta milli ve manevi değerlerimizle aynı hizaya yükseltilen teknik ve teknoloji, kültür ve manevi değerlerimizi azar azar ortadan kaldırdı. Teknolojiye bağımlılık zamanla Allah’a bağlılığın önüne geçerek, duygu ve düşüncede yozlaşmalara sebep oldu. Devletlerin, bütün gücünü teknik ve teknolojik alt yapıya sarf ederek milleti geleceğe taşıma gayretleri de, bu yozlaşmayı adeta koşturur hale getirdi. Bu baş döndürücü değişime ayak uydurmaya çalışan gençler, daha mutlu ve daha huzurlu bir hayat ikame ettirme adına milli ve manevi değerler gömleğini sırtından sıyırıp atarak, kendini bu gayri meşru hayatın kollarına bırakmak zorunda kaldı. Devlet, millet, aile ve sokaklarımızda esen bu efsunlu hava bizi biz yapan; biri verasetle ecdattan, diğeri maarif ve muallimden gelen fikir ve irfan bağlarımızı kopararak, millet olarak durduğumuz yerde adeta bir enkaz yığını haline getirdi.
Fikir ve irfan dinamiklerimizi uzun yıllar ayakta tutan ve ruhlara inşirah veren o mukavemetini geçen asrın sonlarından başlayarak Batı kültüründe aramaya başladık. Onların o ruhsuz ve manevi hayat damarları kesilmiş maarif ve yaşantılarını, Anadolu ağacına aşılamaya çalışanlar, İslam’ın idealini ve milli kültür temellerimizi de derinden sarstılar. Bunlara karşı göğüs gerecek muallim ve mekteplerimiz, siyasetin yürekleri delik-deşik eden oklarıyla değersizleştirilerek onlar da bu teknik tahakküm altında kalıp ezildiler.
Millet olarak son birkaç asırdır Müslüman Türk’ün koluna kuvvet ruhuna yücelik katan ve kendi maarifinin çekirdek zarını teşkil eden metafizik ve ahlak prensipleri ise bir bir teknik ve teknolojine kurban edildi. Mualliminden muhtarına; velisinden öğrencisine; kaymakamından valisine, milletvekilinden siyasetçisine varıncaya kadar para-pul; makam-mansıp ve lüks içinde yaşama sevdası her şeyin önüne geçti. Başta ‘Devlet Baba’ diye sığınılan bu mefkure ruhunu hakikat aşkı, ahlak telakkisi, hak ve adalet, düşünce duruluğu ve millet sevdası esir almadıkça milli mektep ve muallim var olmayacak, altında kalıp ezildiğimiz bu moloz yığınlarını başımızdan atamayacağız.
Millet olarak son birkaç asırdır Müslüman Türk’ün koluna kuvvet ruhuna yücelik katan ve kendi maarifinin çekirdek zarını teşkil eden metafizik ve ahlak prensipleri ise bir bir teknik ve teknolojine kurban edildi. Mualliminden muhtarına; velisinden öğrencisine; kaymakamından valisine, milletvekilinden siyasetçisine varıncaya kadar para-pul; makam-mansıp ve lüks içinde yaşama sevdası her şeyin önüne geçti. Başta ‘Devlet Baba’ diye sığınılan bu mefkure ruhunu hakikat aşkı, ahlak telakkisi, hak ve adalet, düşünce duruluğu ve millet sevdası esir almadıkça milli mektep ve muallim var olmayacak, altında kalıp ezildiğimiz bu moloz yığınlarını başımızdan atamayacağız.
Görülüyor ki, bugün İslam dininin sahipleri olarak kendilerini sahneye atanlar, bu anlayışından oldukça uzak kalmıştır. ‘’ Kendilerini sadece bir takım dini örflerin teknikçisi sayan bir zümre, gerçek dini vazifelerini yapmamaktadır’’ Bizi biz yapan, millet olarak ayakta durmamızı sağlayan manevi dinamikleri şahsi menfaatlerine, kazançlarına, makamlarına, yükselmelerine basamak yapan bir zihniyet var olduğu müddetçe bu devran, bu ruh hali böyle devam edecektir.
Nasıl Bir Ruh
Her şeyden önce bütün fertler kendine bakacak ve yıkıldığı yerden boyunduruğu tekrar sırtlanmanın bedelini göze alarak ayağa kalkacaktır. Şanlı tarihimiz buna şahittir ki, bir milleti millet yapan teknik ve teknoloji, şan ve şöhret, top ve tüfek değil gençliğini emanet ettiği maarif yuvaları ve bu yuvaların şefkat abideleri olan muallimlerdir. Muallim adeta hayat kaynağının fışkırdığı ve memelerinden doya doya abı hayat içildiği bir membadır. Ondan akan suyun saflığı, pH değeri 7,5 ile 8.5 arasın insan bünyesine en yararlı aralıkta olmalıdır. Bu saflığı yitiren bir kaynak, zamanla kurumaya, rengi ve tadı değişerek zehir olmaya mahkumdur. Devletlerin ve milletlerin hayat kaynağı olan ve dört mevsimin müjdecisi olan bu saf kaynağın kirletilmesi hayat damarlarının kuruması anlamına gelecektir.
Bize, sadece şöhreti, parayı, makamı düşünen din adamı, muallim, doçent, profesör, idareciler yerine; gençlerimizi insanlık için örnek olabilecek bir medeniyetin sahipleri haline getirmeyi ülkü edinen mürşitler lazımdır. Bir Bulgar papazı köy köy dolaşarak kendi insanının hem muallim, hem doktor rolünü üstlenerek milletini benlik belasından nasıl kurtarmış ise, bizimde her derde derman olacak kendini milletine vakfetmiş aydınlara ihtiyacımız vardır.
Zorlamalarla, bir yerlere kanalize etmeye çalışmalarla, emir komutalarla, ruhların ve iradelerin şekil değiştirilerek mayasının bozulmasına inkişaf ve diriliş diyemeyiz. Çünkü siz, muallim yaşam tarzına, duygu ve düşüncelerine müdahale edip eğitimin millilik ilkesine ihanet ederseniz, vatan evlatlarını kör ve sağır haline getirirseniz. Bunun sonucunda da bu eğitim yuvalarından kalbini bütün bir ömür boyu koruyabilecek, vatan ve millet menfaatlerini kendi menfaatlerinin önünde tutabilecek, Rabb’in kullarına davranışını ölçü kabul edip, etrafına öyle davranabilecek kahramanlar çıkaramazsınız.
Zorlamalarla, bir yerlere kanalize etmeye çalışmalarla, emir komutalarla, ruhların ve iradelerin şekil değiştirilerek mayasının bozulmasına inkişaf ve diriliş diyemeyiz. Çünkü siz, muallim yaşam tarzına, duygu ve düşüncelerine müdahale edip eğitimin millilik ilkesine ihanet ederseniz, vatan evlatlarını kör ve sağır haline getirirseniz. Bunun sonucunda da bu eğitim yuvalarından kalbini bütün bir ömür boyu koruyabilecek, vatan ve millet menfaatlerini kendi menfaatlerinin önünde tutabilecek, Rabb’in kullarına davranışını ölçü kabul edip, etrafına öyle davranabilecek kahramanlar çıkaramazsınız.
Eğer biz, yeni bir dünya yeni bir medeniyet kurmayı düşünüyor isek, bunun temeline muallim ve maarifi yerleştirerek, milli ahlak ve fazilet temellerinin sağlam olmasına dikkat etmemiz gerekir. Çünkü millet temellerinin üzerine oturdu fazilet blokajını insanlığa muallimlik görevi üstlenen peygamberler atmıştır. ‘’ Öğreten o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti. Sonraki devirlerde bu ikisi ayrılmakla beraber; birbirlerine sımsıkı teması muhafaza ettiler ve devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe de cemaat ikbal halinde yaşadı. Muallim, devlet adamının bendesi olduğu zaman, cemaat bozuldu, felaketler baş gösterdi.’’ Orhan’ı yetiştiren, Fatihi cihanda harika bir manevi olgunluğa sahip kılarak devleti ayağa kaldıran; İkinci Murat’ı mürşidine teslim olmuş bir zahid; Yavuz’u yalnız alimin önünde eğilmesini bilen, kılıcının olduğu kadar ruh dünyasının kahramanı olan muallim değil miydi? Çünkü, dünyaya söz geçiren bu hükümdarlar, yalnız hocasının emrine itaat ediyordu.
Bu Duruma Nasıl Geldik
İslam tarihine baktığımızda bu ahlak ve fazilet boyunduruğunun nasıl yere koyulduğunu görmemiz mümkündür. Çünkü bizim şanlı tarihimiz de buna şahittir ki, muallimin yükseltildiği devirler millet olarak şan ve şerefimizin, ahlak ve medeniyetimiz ve itibarımızın yükseldiği devirler olmuştur. Ne zaman ki, muallimlik makamı hor görülmeye, şamar oğlanı gibi dövülmeye ve değersizleştirilmeye başladı işte o zaman bizi biz yapan, bizi besleyen kaynaklar mikrop yuvası haline gelerek millet olarak amansız hastalıkların pençesine düştük.
Öncelikle okuma ve okuduğunu anlama merakı içimizden sökülerek, geçmişteki hakikatleri okuma sevgisi baştan aşağıya yalan ve şehvet yayıcısı olan gazete, dergi, facebook, instagram sayfalarında dolaşma merakı ile değiştirildi. Bu değişim zamanla ailemizi, evlerimizi, sokaklarımızı ve şehirlerimizi değiştirdi. Bu bombardıman altında kendilerine gelip düşünme fırsatı bile bulamayan gençlerimiz, bütün düşüncelerini siyasetin düzenbaz potasına boşaltarak onlardan bir medet bekleme ve geleceğini onlarda arama alışkanlığına bağladı. Bütün bu yaşananlar İslam’ın getirdiği o saf ve temiz hayat tarzını yerine daha kolay yaşanabilen, herkesin kendi yaşam tarzına uygun bir din inşa etme sevdasına taşıdı.
Muallimin alçaltılması, değerini yitirmesi ve kendi öğrencilerinin elinde bir oyuncak haline gelmesi kaynağını 17. asırdan almaya başlar. ‘’ 17. Asırdan beri, şeyhülislamların birçoğu, devlet siyasetinin telkiniyle fetva vermeye başladılar. Gaye hükümdara yaranmak, vasıta ise ilim ve şeriat oldu. Zamanla medrese istiklalini kaybederek, tamamıyla devletin eline geçti. Müderrisler, devlete ait menfaatlerin simsarı oldu. Devlet siyasetini güdenler bu mevkilere getirildi. Sonra da daha beşikte iken ulema denen sabilerin başına sarık takıldı. Nihayet sonuncusu, muallimliğin meslek halinden çıkarılması oldu.’’
Bizi Bu Kuyudan Çıkaracak Ruh
Bizi bu kuyudan kurtaracaklar ne Batıya gidecek at hırsızı kervanları ne de Orta Doğu’yu kana bulayan kin ve nefretiyle kendini serinletmeye çalışan insan düşmanları. Bizi bu kuyudan çıkaracak güç; adetle fazileti, ilimle politikayı, haklı ile haksızı, zalimle mazlumu ayırt etmenin mimarı, ne kardeşini bir ücret karşılığı kervanlara satanlar, ne Yusuf’a iftira atanlar ne de pişman olup Yusuf’tan af dileyenler. Bizleri bu kuyudan çıkaracak olan; ‘’Anadolu’nun beklenen kurtarıcısı silahsız, servetsiz, hem de partisiz ve gararsız, yalnız faziletle ilmin havarisi öğretmenler’’ olacaktır. Çünkü; Bizi düşündürecek, bizi kendi ruhumuza çevirecek ve ruhlarımızı da büyüleyecek öğretmenlerdir.
Nerdesin Öğretmenim?