Müslümanca yaşamanın zorlaştığı şu günlerde, insanlar kendi değerlerine daha sıkı kenetlenmesi lazım iken, gençlerimiz başta olmak üzere Müslüman toplumlar günden güne kendi dini değerlerinden uzaklaşmaktadır. Dün olduğu gibi bu günde, İslami yaşamak, onun getirdiği değerlere sahip çıkmak hakiki manada mümin olma büyük bir sadakat ve vefa gerektirmektedir. İslami doğru anlayamayan, taklitten kurtulup, tahkike geçemeyenler Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetini anlayamamış, sünnet bilincine erememiş ehliyetsiz kişilerdir.
Toplumlar bu şekilde yarım yamalak İslami yaşadığını zannetse de, gerçek manada Kur’an ve sünnet perspektifli bir hayat yaşaması asla mümkün olmayacaktır. Çünkü taklit; hiçbir zaman gerçekle örtüşmeyen, hadiseleri değişik kılık ve kisveler altında yansıtan bir kurgulama senaryosudur. Bu girdaba düşenler zamanla, kendi yaşadıklarını din zannederek, hayatlarını onlara göre ikame etmekten kurtulamazlar.
Ehli Sünnet Refarensı
İslami değerlere sahip çıkma, onları öğrenme ve yaşatma adına her Müslümanın sürekli tetikte olması gerekmektedir. Başvurduğu kaynaklar ve okuduğu eserlerde daima ehli sünnet referansını aramalıdır. Müslümanların İslam alimlerinden referansı olmayan kaynağı, bilgiyi kendine rehber edinmemesi ve bunun dışında hiçbir kaynak aramaması, yazılarında başka kaynaklara asla yer vermemesi elzemdir. Özellikle belli kitlelere hitap eden, belli bir tesir alanı kazanmış olan eli kalem tutan herkes, kafalarda şüphe oluşturabilecek kitaba, sünnete ve ashab-ı kiram hakkında olumsuz duygulara sevk edecek rivayetlere kitaplarında asla yer vermemelidir.
Aman Dikkat
Özellikle son yıllarda Rafizi duygu ve düşüncesi eğitim kurumlarımız başta olmak üzere, gençlerin eskilerimizin deyimiyle ‘deli tavuk’ gibi dolaştığı internet ortamında zehir yaymaya devam etmektedir. Ashab-ı kiram hakkında kafaları olumsuz yönde ifsat eden bu düşünce, evlerimize kadar girerek, elimizden evlatlarımızı alacak duruma gelmiştir. Okumayan, okuduğunu anlamayan, ibadetlerinde bir folklor ölçüsüne takılıp kalan günümüz Müslümanları, kendine has İslami çizgisini kaybederek dinin ruhuna yabancı hale gelmiştir. Böylelikle dini düşüncesinde matlaşma, duygularında rehavet, yaşantısında kehanetlerle yatıp kalkan bir zümre meydana gelmiştir.
Bu düşüş, bu renk değiştirme zamanla toplumu her konuda bir gevşekliğe sevk etti. Bu gevşeklik okumanın yerini izlemeye kaptırınca da, duygu ve düşüncelerimizi de bulandırdı. Böyle bir hayat tarzı hem dil inceliğimizin, hem ahlak seviyemizin, hem ar duygularımızın hem de dini tasavvurlarımızın üzerine bir karabasan gibi çöküverdi.
Dalımızdan Koparıldık
Bu her şeyden uzaklaşma, bizleri sağlam bir sünnet anlayışından da kopardı. Bu uzaklaşmayı fırsat bilen birileri, adeta mesafelere meydan okurcasına asrı saadete uzanan bir yolda bu defa da dini frekanslarımızla oynamaya başladı. O kadar bilgi kirliliği oluşturdular ki, adeta doğruyla yanlışı nerede ise ayırt edemez hale geldik. Böylelikle Kur’an bilincinden, sünnet hassasiyetinden ve bize dinimizi ulaştıran sahabe-i kiram sevgisinden de uzaklaştırıldık.
Bu uzak kalışımız Kur’an ve sünnetin aldanmaz ve aldatmaz kaynağı olan, Ashab-ı kirama da bizleri yabancı hale getirdi. Özellikle son zamanlarda bir algı çerçevesinde ortaya çıkan yayınlar, insanımızın kafasını oldukça karıştırmış, neye nasıl inanacağını bilemez hale getirmiştir. Sinsice kurgulanmış tarihi rivayetler, bunlara alet edilen tarihçiler, servet edinme uğrunda bu büyük fitnenin nelere mal olacağını anlayamayacak kadar gözü ve kalbi bulanmış ilahiyatçılar peyda oldu.
Aslında Mesele Başka
Yıllardır sahabe üzerinden İslam dinine yapılmaya çalışılan operasyonlar sinsice duygularımıza sokuldu. Bu Rafizi kaynaklı düşünce öyle içimize kök salmış ki, peyledikleri birkaç İbn-i Selül ruhlularla, ortaya çıkardıkları müfteri tarihçilerle saf duyguları bulandırmayı başarmışlar. Burada asıl önemli olan bir mesele daha vardı ki, o da buldukları kaynakları yeteri kadar araştırmadan, Allah’ın övdüğü, Peygamberin sevdiği sahabelere karşı asılsız suçlamalarda bulunan sözde ehli sünnet yazarlarıdır. Her ne olursa olsun, kim nasıl rivayet ederse etsin, içerisinde ashab-ı kiramla alakalı şüphe uyandıracak en ufak bir kelimeyi dahi mümin olan kitabına koyamaz ve makalesine alamaz.
Kur’an da Allah (cc) tarafından övülen, haklarında ayet nazil olan insanları biz tenkit edemeyiz ve etmeye da hakkımız yoktur. Burnunun ucunu dahi görmekte zorlanan sözüm ona bazı yazar ve düşünürler, yüz yıllar önce yaşanmış hadiseleri nasıl görebiliyor, nasıl kesin hüküm verebiliyor, akıl alır gibi değil. Ashab-ı kirama karşı hassas olmayan, onları inciten, küçük düşüren bir düşünce asla ehli sünnet anlayışı olamaz. Bunlar olsa olsa ancak Rafizilerin ekmeğine yağ süren yağdanlık; onların ışığını yayan mumları dimdik ayakta tutan şamdanlıklar olabilirler.
Onlarda Bizim Gibi İnsandır
Onlarda bizim gibi birer insandır, insanüstü bir varlık değillerdir. Günah işler, hata yapar, yanlış karar da verebilirler. Yapmış oldukları hataları cımbızla çekerek, Müslümanlar nazarında cezalandırmak suretiyle onları yalancı, intikamcı, iftiracı, savaşçı durumuna düşüremeyiz. Biz Allah’ımızı, Peygamberimizi ve dinimizi onlardan öğrendik. Tabi olarak onlara dil uzatanları dinlerine, Peygamberlerine dil uzatmış sayarız.
Kur’an ve sünnete ulaşmada Ashab-ı kiram’ın çok iyi tanınması ve tanıtılması şarttır. Onları hesaba katmadan ne sağlam bir İslam inancı, ne güvenilir bir kaynak ne de yaşanabilir bir Müslümanlık olamaz. Onlar, Allah ve Peygamberi için malını ve canını ortaya koyarken, dini yaşamada da inanılmaz hassas davranmışlardır. İslam öncesi sergüzeşti hayatlarını bir çırpıda değiştiren bu altın nesil, dini esasları hafızalara kaydetmede ki hassasiyetlerini de asla ihmal etmemişlerdir.
Bugün bir kısım kendini bilmez, dini uğrunda olağanüstü çaba sarf eden; tabiri diğerle canlarını bir cüzdana koyup Peygamber Efendimiz (sav) teslim eden bu insanları; yalan söyleyen, anlaşmazlığa düşen, birbirlerini aldatan; siyasi bir takım oyunlarla birbirlerini öldürmekten çekinmeyen; dövüşen, savaşan sıradan insanlar olarak göstererek hayatlarını şaibeli hale getirmeye gayret ediyorlar.
Bugün Sahabeyi eleştirenler, onlarda kusur arayanlar, mahkeme kurup onları yargılamaya çalışanlar, acaba kendi dini hayatlarında sahabeler kadar hassas olabiliyorlar mı? Yüce Allah Sahabe hakkında onların kusurlarını araştırma, onların hatalarını bulup ortaya çıkarma ve onları mahkum etme görevini bize vermediği gibi; kıyamet günü de bizleri bu işimizden dolayı aferin sana, benim sahabemin hatalarını, kusurlarını tek tek ortaya çıkardın diyereke mükafatlandırmayacaktır. O zaman bu iş bizim ne hakkımız ne de haddimizdir.
Ama buna rağmen hala hiçbir şey olmamış gibi davranıp, bu işi bir görev bilip hakkımız ve haddimizdir diyenlere de; Yüce Allah (cc) kıyamet günü hakkını da, haddini de bildirecektir. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın.
YORUMLAR